"İnsanın başına 2 şey gelince büyür" demişti babaannem ben 9 yaşındayken. Meraklı gözlerle bakmıştım kendisine." Bir değer verdiğini kaybettiğinde büyürsün. Bir de..." demişti ve dudaklarında küçük bir tebessim oluşmuştu.
"Bir de?" diye sormuştum cümlesini bitirmesini beklerken.
"İlerde anlayacaksın kızım..." demişti derin derin. Şuan anlıyordum büyüdüğümü. Beynim ve kalbim savaş içindeydi sanki şuan.Sırtım kapıya yaslıyken dibimde olan Gökalp ve hedefinde dudakları olan gözleri, beynim ile kalbin arasında bir savaş başlatmıştı. Beyin "duygularınla oynamasına izin verme çık odadan" diyordu. Kalp ise "Yapma, pişman demek ki. Öp ve rahatla" diyordu. Fakat hesaba almadığı birşey vardı. Oğlak burcuydum ben. Koşullar ne olursa olsun mantığımı konuştururdum.
Dudakları daha da yaklaştı. Her seferinde gözüm kapalı 'mantık' dediğim hayatta ilk defa bu kadar zorlandığımı hissediyordum.
Çekilmek istemiyordum. Onu... onu öpmek istiyordum. Hemde delicesine. Oda bunu istiyor olacak ki gözleri gözlerime bile değmeden dudaklarıma bakıyordu. Çekimine dayanmak çok zordu. Bunu yapmamam gerekiyordu fakat görünmez bir güç çekiyordu sanki beni.
Dudakları daha da yaklaştığı sırada bir ses dalgası doldurdu kulağımı. Bu... telefon sesiydi. Allahım teşekkürler yarabbim diye geçirdim içimden.
Göz hedefini dudaklarımdan zorla ayırdı ve gözünü kapattı." Sikerim senin zamanlamanı" diye söverek göt cebindeki telefona uzandı. Telefonu çekip baktığında kolunun hapsinden çıktığımın bilinci ile hızla odanın diğer yanına kaydım.
Telefonu açtı ve "Ne var lan!" diye kükredi." Lan oğlum birşey konuşacaksan gel yanıma 'komutanım birşey konuşacağım' de. Niye arıyosun lan!" büyük ihtimalle timden biri aramıştı. Kapıya arkasını döndü ve konuşmasına devam etti.
Fırsat bu fırsat, Dilhun. Koş kızım, koş. Konuşmanın şiddetine daldığı an hızla kapıyı açıp odadan kaçtım. İçeriden " Siktir!" diyen sesini duymama rağmen hızımı kesmeden çıkışa ilerledim. Neyse ki arabadan inerken çantamı almıştım yanıma.
Hızla askeriyenin çıkış kapısına gittim. Dışarıdan gören birisi canlı bomba taşıdığımı o yüzden böyle acele ettiğimi düşünürdü. Aslında bir nevi doğruydu. Gökalpin canlı bombadan bir farkı yok. Patlayabiliyordu. Tıpkı bir bomba gibi.
Askeriyenin kapısındaki askere "Kapıyı açabilir misiniz" dedim. Girişte Gökalple girdiğim için asker sorgulamadan kapıyı açmaya koyulmuştu. Kapı açılırken askerin bakışları benim arkama deydi ve hızla açılan kapıyı durdurdu.
Neden açmamıştı ki şimdi bu? Arkamda birisi durdurmuştu kapının açılmasını. Arkama döneceğim sırada çok tanıdık bir el belimin kenarına kondu. Çok tanıdık bir el... Sıçtık.
"Sen yorulma, kelebek. Hadi arabaya gidelim" dedi sesindende siniri belli olan bir şekilde. O arabaya binersem napacağını herkes biliyordu. Ve ben bu sefer ona karşı koyamazdım. Kesinlikle o arabaya binemezdim. Daha ne olduğumuzu ikimizde bilmiyorduk. Ortada bir netlik olmadığı sürece bunu yapamam.
"Peki" dedim uslu uslu. Tabiiki de aklımda bir planım vardı." Güzel" dedi keyifli bir sesle. Asker Gökalp'e baktı ve kapıyı açtı. Askere kolaylıklar diledikten sonra arabaya doğru ilerlemeye başladık.
Gözlerimle etrafı kontrol ettim. Solumuzda ve sağımızda bir yol vardı. Hatırladığıma göre sağ taraftaki yolda bir market vardı. Gelirken görmüştüm. Eğer bir anda koşup oraya saklanırsam Gökalp gidene kadar orada bekleyebilirim. Sonra da çıkar eve dönerim.
Evet, tam olarak bunu yapacaktım. Biryerlerden kaçmak için plan yapma hızım takdire şâyandı. Bence MİT'e alınmalıyım. Veya onun gibi birşeylere.