1.2

919 67 6
                                    

"Sende seyrediyorum
denizlerin en mavisini."

🪷

İstenmeyen otun burnunun dibinde bitmesi. Barış'ın başına gelen tam olarak buydu. Mesaja her ne kadar bakmak istese de bunu yapmamıştı. Bade onun tam anlamıyla ağzına sıçardı çünkü.

Pijamalarını giyip geldiğinde Barış'ın az önceki keyifli halinden eser kalmadığını gördü. "Ne bu surat?" Kaşlarını çatmış karşıya bakıyordu dümdüz. "Mert Hakan sana mesaj atmış." Kaşları havalandı Bade'nin. Ne alakaydı? "Ne diyor?" Çıkardığı kıyafetlerini katlı bir şekilde odadaki tekli koltuğun üstüne koydu. "Bakmadım. Ama o mesaj yazan parmaklarını tek tek kırmak gibi planlarım var. Ne diye etrafında dolanıyor çözemiyorum bir türlü!"

Tersi pisti sevgilisinin, huyuna gitmesi lazımdı hep o yüzden. Büyük kavgalardan böyle dönerlerdi. Yatağın etrafından dolanıp sol taraftaki boş kısıma oturdu. Telefonunu eline aldığında Barış onu izliyordu, daha doğrusu telefonu. Ama Bade onun beklediği gibi mesajı açmadı. Direkt hesabına girip Mert Hakan'ı engelledi. Barış yerinde dikleşti. "Bir ne yazdığına baksaydık!" Bade de telefonu yatağa savurup iyice yaklaştı sevgilisine. "Aynen baksaydık da sende kafanda kurup dursaydın. Bak, artık ulaşamaz. Ne yazdığı da önemli değil. Sen yeterki kafana takma." Sevgilisinin güzel yüzüne baktı Barış. Derin nefes aldı güzelliği karşısında. Kendi uzandığı yere Badeyi çekti, göğsüne yasladı kafasını. Güzel saçlarına derin bir öpücük bıraktı. "Bu o herifin tepesine binmeyeceğim anlamına gelmiyor ama bu gecelik susuyorum." Bade de bunu bildiğinden sadece kafasını salladı ve uzun süredir mahrum kaldığı yerde hayatının en rahat uykusuna daldı.

🪷

Bade'den

"Bu nasıl?" Tuğçe'nin bugün belki de bin kere sorduğu soruyla elinde tuttuğu bikiniye baktım. Siyah önü tokalı güzel bir bikiniydi. Beğenmiştim. "Diğerlerinden çok daha iyi. Dene istersen." Heyecanla kabine ilerledi çünkü sabahtan beri gösterdiği hiçbir şeyi beğenmediğimden cinnet geçirecekti.

Barışta kaldığım günün üstünden iki gün geçmişti ve biz yarın sabah Bodrum'a doğru yola çıkacaktık. Barış dedem ve annemle ilişkimiz hakkında konuşmuştu bize geldiği bir akşam yemeğinde. Annem zamanında yaptığı şeye çok kızdığını ama telafi edeceğine de inandığını söylemişti. Dedem her zamanki gibi yine sessiz kalmıştı. Ne olumlu, ne de olumsuz konuşmuştu. Buna alıştığım için bende ses çıkarmamıştım. Onun onayını almak gibi bir niyetim yoktu zaten, ama Barış'ın vardı. Bende el mecbur kabul etmiştim işte.

İşten de sadece bir haftasonu izni alabilmiştim. Zaten sadece haftasonları çıktığım için bu hemen hemen 2 haftaya uzamış oluyordu. Yeter de artardı.
İlk maaşımı da almıştım. Yüklü bir para değildi, bana yetecek bir para hiç değildi ama idare edebilirdim. Ne kadar rahatsız olsam da maalesef muhtaç olduğum, dedemin ödediği kredi kartım vardı. O bana fazlasıyla yetiyordu.

Tuğçe bu mağazadaki işini hallettikten sonra nişantaşı sokaklarında gezinmeye devam ettik. Birilerinin sürekli bakışlarını hissetmek, ve telefonla çektiklerini görmek bazen rahatsız etse de insan alışıyordu bir zamandan sonra. Ünlü birinin kız arkadaşı, ve önemli birinin torunu olmanın getirisiydi bu.

Biraz daha zaman geçirip eksiklerimizi halletmiştik. Müthiş bir gün geçirdiğimi söyleyebilirdim. İlk olarak saçlarımıza güzel bir bakım yaptırmıştık, Tuğçe boyasını da yeniletmişti. Sonrasında tırnaklarımızı yaptırıp alışverişimizi yapmıştık. Güzel bir soğuk kahve ve tatlıyla günü tamamlamıştık. Kızlar gruptan hain olduğumuzu söyleyen mesajlar atıyorlardı. Onlara gülüyor bir yandan da üzülüyordum. Çocukları büyüyene kadar böyle ilerleyecekti sanırım.

before i die / barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin