nine | and i want to see life

113 29 124
                                    

Kabul etmesi gerekiyordu ki Stiles her ne kadar Derek'i suçlamış olsa da kendisi de sütten çıkmış ak kaşık sayılmazdı. Daha verandadan içeri girerken yüzüne dikilmiş bakışlardan adamın görüşünün geri geldiğini anlamıştı ama ağzını açıp tek kelime etmemişti. Hey, hadi ama! Onca yolu "ups, görüyor musun, harika o zaman ben gideyim" demek için gelmemişti ya! Hem Derek zaten ona kendisi söylerdi. Ya da Stiles öyle sanmıştı ama Derek yeşil gözlerini yüzüne dikip durmaktan başka bir şey yapmamıştı. Stiles yanıldığını düşünmeye başlamıştı ----belki de adam hâlâ görmüyordu.

Ama bakışları... Yeşil gözlerindeki bakışlar önceki günden farklıydı. Önceki gün Derek ona bakıyordu bakmasına ama onu görmüyordu. Gözleri ya kulağına, ya alnına denk geliyor ya da gözlerine denk gelmesine rağmen boşluğa dalmış gibi görünüyordu. Ve Stiles gözlerini rahatça yüzünde gezdirebiliyordu. Ama şimdi? Nah, imkânı yoktu. Derek doğruca gözlerine, gözlerinin ardındaki zihnine bakıyor gibiydi ve onu görüyordu; Stiles daha ilk dakikadan bunu hissetmişti. Banyoda onu duvara dayayıp üstüne eğildiğinde o yeşil bakışlar öyle keskin ve öyle gerçekti ki Stiles gözlerini kaçırmak zorunda kalmıştı. Hadi ama, adam düpedüz görüyordu! Ve ne yani ----Stiles'ın bunu anlamayacak kadar aptal olduğunu mu sanıyordu? İsa adına.

Yine de Stiles onun oyununa katılmaya karar vermişti. Böylece başındaki ve sırtındaki yaraları kontrol edecek bahanesi olmuştu ve orada birkaç dakikadan fazla zaman geçirebilecekti. Unuttuğu tek bir şey vardı: Karşısındaki adam Derek Hale'di. Geçimsiz köpeğin tekiydi ve onu sürekli fazla umursamakla, işine fazla burun sokmakla filan suçlayıp delirtiyordu. Stiles'ın sabrı da bir yere kadar dayanabilmişti çünkü hasiktir! Oturup kütüphanede tozlu rafların arasında kurtadamlar hakkında araştırma yapıp önceki gün bahsettiği kitabı okumuştu ----bu muameleyi görmek için mi? Hm, ı ıh, hiç sanmıyordu.

Bunların hiçbiri canını, verandada üstüne yürüyen o yabancı yüzden daha fazla yakmamıştı. Gerçi bu da niye canını yakıyordu, bilmiyordu. Derek'in kendisine zarar vereceğine tek bir saniye olsun inanmamıştı ----parlayan kırmızı gözlerine ve sivri dişlerine ve yüzündeki o yırtıcı ifadeye rağmen. Hayır. Hiçbir şüphesi yoktu. Onu korkutan şey Derek'in ilk baştaki hâllerine döndüğünü görmekti. Ne yani, onca badireyi atlattıktan sonra Derek ona yine bir yıl önce ormanda karşılaştıkları zaman olduğu gibi soğuk mu davranacaktı? Şey, evet, adamın genel tavırları soğuktu zaten -----bunu açıklaması zordu tamam mı?----- ama iki yabancı olmaya dönmek daha zordu. Stiles onun Camaro'sunu kasabada görüp "hey, ekşikurt" diye seslenmek yerine görmezlikten mi gelecekti? Derek okul bahçesinde belirmeyecek, penceresine tırmanmayacak, ona tek kelimelik mesajlar atmayacaktı ----öyle mi? Her nedense Stiles boğazının kuruduğunu, Derek'in kalın kaşlarının arasındaki kırışığa bakarken gözlerinin yandığını hissetti. Ve gitmeye niyetliydi. Gerçekten.

Her nasılsa kendini Camaro'nun yolcu koltuğunda buluvermişti. Sam'e ve taş devrinden kalma o aptal hurdaya teşekkürler----- bütün yolu yanında oturan ve burnundan ateş soluyan Derek'le geçirmek zorundaydı. Alfanın onu eve bırakmayı teklif edeceğini bile düşünmemişti. Belki babasını arardı ve Hale arazisinde mahsur kaldığını söylerdi ve babası da pompalı tüfek ve bütün o kurtboğanlı fişeklerle kapıda belirirdi. Hm... Kulağa pek hoş gelmiyordu. Buna gerek de kalmamıştı zaten. Daha ne olduğunu anlayamadan Derek'i ceketini giymiş vaziyette Camaro'ya ----ahhh, siyah inci, Stiles ona bayılıyordu----- ilerlemeye başlamıştı. Veeee işte buradaydılar. Rahatsız edici sessizliğin ortasında oturmuş ormanı aşıyorlardı.

Derek'in çıtı çıkmıyordu. Uf. Gerçekten. Stiles bu kadar sessizliğe tahammül edemiyordu. Tek duyabildiği motorun ince sesi, tekerleklerin altında ezilen taşlar ve yaprakları hışırdatan rüzgarın oluşturduğu uğultuydu. Önlerindeki toprak yol farların ışığıyla aydınlanmıştı ama geri kalan her şey zifiri karanlıktı. Ürpermemek elde değildi. Bazen Derek'in de korktuğunu düşünüp içinden kıs kıs gülüyordu ama kimi kandırıyordu ki----- o kadar bokla uğraştıktan sonra suratsız kurdun korkacağı son şey karanlık olurdu muhtemelen. Göz ucuyla baktığında iki eli de gergince direksiyonu kavramış olan Derek'in, çatık kaşlarının altından dümdüz ileri baktığını görebiliyordu. Dirseğini cama yaslayıp yanağını yumruğuna bastırdı. Yol sonsuza dek sürecekti.

there is a light that never goes out | sterek [b×b]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin