eleven | oh, please, don't drop me home

97 28 48
                                    

Kendini Camaro'nun yolcu koltuğuna bırakırken soluk soluğa kalmıştı. "Vuhu! Tam zamanında! Sen bile geç kaldığım hakkında söylenemezsin ıslak burun."

"Alkış bekliyorsan unut bunu."

Çantayı ayaklarının dibine bırakıp arabayı çalıştıran adama döndü. "Her zaman bu kadar suratsız olmak için evde özel olarak ayna karşısında egzersiz yapıyor musun yoksa bu Hale kanının getirdiği sıkıcı ve gıcık özelliklerinden biri mi?" Büyük kötü kurt karşılık olarak hırlarken dikiz aynasında kendini görüp irkildi. "Aaah, dostum, hadi ama! Gözlerimin altında kanalizasyon çukuru oluşmuş ve sanki biri beni durmadan yumruklamış gibi siyah halkalarım var. Aman ne güzel! Bazen bu doğaüstü saçmalıkları hayatıma girmeden önce ne kadar huzurluydum diye düşünüyorum." Yalandı. Stiles'ın hayatının hiçbir dönemi şuankinden iyi olmamıştı. Hep kötünün iyisini seçmesi gerekmişti ve inanın ya da inanmayın, doğaüstüler kötünün iyisiydi. İyinin de iyisi. Hiç olmazsa işe yarıyordu ve panik atakları için geçerli nedenler ediniyordu. "Lanet cinayet dosyalarını incelerken gözüm bozuldu. Babamın doktorundan randevu alsam iyi olacak."

Onu dinlemek kendisine baş ağrısı veriyormuş gibi kaş çatan Derek göz ucuyla ondan tarafa baktı. Stiles utanmazca gözlerini üzerine diktiği için utanıp önüne döndü. Doğru ya, Derek kendisine bakılmasından da kendine dokunulmasından da hazzetmiyordu. İyiydi hoştu da bir sorun vardı---- hem Mister America gibi görünüp hem de bakılmaktan hoşlanmamak mantıklı mıydı? Stiles'a sorarsanız değildi ama suratsız Hale'in işine karışacak kadar canına da susamamıştı. "Takılıp düşmek istiyorsun sanırım."

Gözlerini kırpıştırıp başını eğdi. Elbette. Dişlerinin arasından bıkkın bir homurdanmayla dizini yukarı kaldırdı ve Derek'ten "koltuğa basarsan ölürsün" azarını işittikten sonra bacağını torpidoya yaslayarak bağcığını bağlamaya çalıştı. "Alarma asla uyanamadığım için uyuyakaldım ve sen de fazla dakik bir dört ayaklı olduğundan gözümü açtığım gibi duşa girmem gerekti, üstümü değiştirmek için çırpınırken---- dosyalar da odamın her yerine saçılmış vaziyetteydi onları da toplamam----- bu arada da yemek yemek istedim ama tabiki vaktim olmadı----- ah, telefonumu odamda unutup tekrar yukarı----- ama neyseki tam vaktinde hazır olmayı başardım."

"Biraz yavaş konuş," diye söylendi Derek McCalların sokağına dönerken. "Torpidoda yiyecek bir şeyler olabilir."

"Hah? Aman. Tanrım. O kadar şanslıysam eğer----" Torpidoyu açıp birkaç fişi kenara çekti ve bingo! "Kutsal kitaplar ve melekler ve şans perisi ya da her kimse teşekkürler! Ağh, bu sandviçlerin ne kadar güzel olduğunu biliyor musun? Özellikle de son yirmi dört saati doğru düzgün bir şey yemeden geçirdiysen daha da lezzetli oluyor----- bekle. Jennifer Blake mi?" Stiles fişlerin arasından düşen kartı elinde sallayıp hayretle Derek'e döndü. "Bu da ne?"

Derek bir elini direksiyondan çekip Stiles'ın aşırı pornografik bulduğu bir hareketle çenesini kaşıdı. "Benzin istasyonunda karşılaştık. Birkaç öğrencisi tarafından rahatsız ediliyordu." Yeşil gözler bir an kahverengilerle buluştu. "Okulda çok ahmak var anlaşılan."

Beacon Hills Lisesi güzel bir yerdi; yıkık dökük olmasının çok ötesinde, Stiles için güzel anılar barındırıyordu ama güzel anılar barındıran her yerin birkaç kırık tahtası olurdu. İç çekip "Bana mı anlatıyorsun?" diye hayıflandı. Anılar onu ürpertince gözlerini kapatıp silkelendi. "Huh, adamım, cehennem azabı gibiler. O kadar çok baş belası var ki. Bugüne kadar hayatta kaldığıma şaşırıyorum." Stiles her ne kadar Derek'in öyle söylemesinden nefret etse de savunmasız ve zayıf bir öğrenciydi ve lisenin ilk iki yılını zorbalar tarafından kafası tuvalete sokularak geçirmişti. Kara günler.

Camaro'yu McCallların evinin önüne park ederken "Bekle," dedi Derek kaşlarını çatarak. "Seninle mi uğraşıyorlardı?" Yüz ifadesi Stiles'a, seni aptal zayıf insan kendini savunamıyorsun bile, diyordu.

there is a light that never goes out | sterek [b×b]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin