Birce Sağlam, Diyarbakır'da görev yapan bir Türk askeridir. Kendisine gelen telefonla, ''Pençe'' isimli özel bir time alındığını öğrenir. Görev için gittiği Hakkari'de hayatının aşkını bulacak, aynı zamanda geçmişten gelen bir gölgeyle savaşacaktır...
Merhabalar! Bölümü bir geçiş bölümü olarak düşünebilirsiniz. Bu bölümden sonra aramıza yeni karakterler katılıyor. 🔥 Her hafta elimden geldiğince bölüm atmaya çalışıyorum. Bunun için bile bir yorum ve oyu hak ettiğimi düşünüyorum. 💖 Okuyan herkes oy verse, bir de yorumlarını benimle paylaşsa emin olun bu benim için teşvik edici bir şey olur. 🙏🏻 Şimdiden iyi okumalar.💖
Bu kitaptaki tüm karakterler ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür.
Instagram/Tıktok/Twıtter:monsoleil777
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
İçimde adını koyamadığım bir duygu kıpırdanıyordu. Onat'ı ilk gördüğüm andan itibaren hoşlandığım gerçeği inkâr edilemezdi ama onunla zaman geçirdikçe her şey bambaşka bir boyut kazanmıştı. Yanındayken kendimi çocukça bir heyecan içinde buluyor, bana dokunduğunda ise içimdeki arzunun önüne geçemiyordum. Ne olduğuna dair kesin bir tanım yapamıyordum belki ama bunun sıradan bir yakınlık olmadığını tüm benliğimle hissediyordum.
Dudaklarımız buluştuğunda zaman durmuş gibiydi. Sanki yarınımız yokmuşçasına, her şeyi unutturacak bir tutkuyla öpüyordu beni. Ona karşılık verdikçe, öpüşünün şiddeti arttı; kalp atışlarımız birbirine karıştı. Ama kapının aniden çalmasıyla irkildim, refleksle geri çekildim. Onat'ın kaşları çatıldı, gözleri birkaç saniye benimkilere takılı kaldı. Derin bir nefes alarak kapıya döndü.
"Gel," dediği anda içeri erlerden biri girdi.
"Yüzbaşım, albayım sizi odasına çağırıyor."
Onat başını sallayıp erin çıkmasına izin verdikten sonra bana döndü.
"Güvenlik önlemlerini artıracak," dedi sakin bir tonla.
Başımı onaylarcasına salladım. Anlayabiliyordum. Ben olsam, ben de aynısını yapardım. Hiçbir zaman "bana bir şey olmaz" gibi boş özgüvenlerle hareket eden biri olmamıştım. Çünkü özgüvenin fazlası insanı hataya sürüklerdi; bunu da acı tecrübelerle öğrenmiştim.
"Çıkalım," dediğinde onun önünden ilerlemeye başladım. Derin bir nefes aldım. Kendi ölümümden çok, sevdiklerime bir şey olma ihtimali ürkütüyordu beni. Benim için ağlayacak kimse yoktu, ama diğerleri için aynı şey geçerli değildi. Albayın odasına geldiğimizi, Onat'ın belimdeki nazik dokunuşuyla fark ettim.
"Sonuç her ne olursa olsun buradayım, Birce. Artık yalnız değilsin," dedi.
Göz bebekleri, söylediği her kelimeyi destekliyordu sanki. Bir insanın varlığını kelimelere dökmeden hissettirmesi gerekse, hiç düşünmeden Onat'ı örnek gösterirdim. Başımı eğip derin bir nefes aldım, sonra kapıyı çaldım. İçeriden kararlı bir ses duyuldu:
"Gel."
Onat önden, ben ardından odaya girdik.
"Gelin çocuklar. Oturun," dedi albay. Karşısındaki ikili koltuğa oturduk. Gözleri doğrudan Onat'a çevrildi.