Odunların yanmasıyla çıtırdayan sobanın yüz yakan ısısı, tüplü televizyonda oynatılan filmin cızırtılı çıkan sesi, ve oturduğu koltuğun sırtına batan telleriyle genç kadın sıkıntılı bir nefes vermişti. Derya, kucağında kendisini uykunun kollarına bırakmış olan oğluna baktı. Hafifçe kıvrıldı dudakları, erenayın gidişinden günler sonra ilk defa tebessüm etmişti.
Çamaşır suyundan dolayı tahriş olmuş, çatlamış ellerini nazikçe uzattı kucağına saçılmış sarı saçlara. Her bir telini hafifçe, kıyamaz gibi özenle okşadı. Gözlerinin önünde canlanan siyah kıvırcık buklelerle duraksadı, günlerdir hasret kaldığı çocuğun hayali bile bütün dengesini alt üst etmeye yetebiliyordu genç kadının. Yutkundu, erenayın yokluğunu yeniden hatırlamasıyla tekrar hayal kırıklığına uğrayan kadın gitmek istedi. Nereye gideceğini bilmiyordu, bildiği birşey varsa o da yeterince rahatsız edici olan bu salondan çıkmasıydı, hemde bir an önce.
Bir eli koltuğun kolçağının yanında duran yastığa uzanırken, diğer eli ömerin kafasını yasladığı dizden kaldırmıştı. Yavaşça ayağa kalkan derya, koltukta bıraktığı boşluğu eline aldığı yastıkla doldurmuştu. Ömerin kafasını yavaşca yastığa bıraktıktan sonra sarı saçlarına uzanıp kokulu bir öpücük bırakmıştı, annesinin dizleri kadar rahat olmasa da bir elini yastığın altına koyup huzurlu uykusuna devam eden ömer annesinin yüzünü bir kez daha güldürmeyi başarmıştı.
Televizyonda verilen filme dalmış olan merihe ve sobanın üstünde kızaran kestaneleri almaya çalışan fatma teyzeye bakan derya, onlara yönelik bir cümle kurmuştu. "Çay kaynamıştır ben bir ona bakayım, demlenecekse demleyeyim" Merihle göz göze gelen derya bakışlarını kaçırmıştı, mavi gözlerindeki buğuyu merih görsün istemiyordu. En zor günlerde bile umut ışığıyla parıldayan o gözler yoktu, deniz gözlerinin içinde ne gemiler batıyordu genç kadının bir de merihin gözlerinde kaybolursa iyice alabora olurdu.
Fazla durmadan arkasını döndü, yürümeye başladı. Mutfağa gideceğim diye planlamıştı fakat ayakları ondan izinsiz haraket ediyordu, kendini günlerdir kapısının önünden bile geçmediği erenayın odasının önünde bulmuştu. Oğlunun özlemiyle dolup taşmıştı, hissedeceği acı umrunda bile değildi artık. Ondan kalan birşeye ihtiyacı vardı ve şimdi kendini hazır hissediyordu, titreyen eli yavaşca sardı kapı kulpunu. Açılan kapıyla beraber burnuna dolan tanıdık koku sızlatmıştı burun direklerini, dolan gözleriyle beraber bir adım attı odanın içerisine, bir adım daha, sonra bir adım daha. Ayağının altında hissettiği bilyelerle durdu, ağlamaya hazır duran dolu gözlerindeki yaşlar firar etmeye başlamıştı. Bacaklarının artık onu taşıyamayacağını hisseden kadın kendini yere bıraktı, dizleriyle beraber elleri de yerdeydi. Yanaklarını ıslatan yaşların bilyelerin üzerine düşüşünü izliyordu. Yerinde doğruldu, yeşil renkteki cam bilyelere uzandı. Avucunun içindeki bilyeleri okşarken istemsizce gülümsedi, Erenay koca adam olmuştu ama hala bilyelerle oynuyordu. Küçüklüğünden beri saklardı bu bilyeleri, bir gün yine bilyelerle oynarken ağzından kaçırmıştı 'Sencede ardanın gözlerine benzemiyor mu yenge, yeşil ve parlak' bu cam bilyeleri neden bu kadar sevdiği o zaman belli olmuştu genç oğlanın.
Derya zihnine dolan anılarla ağlamasını durdurmayı başarabilmişti, biraz olsun sakinleyen kadının gözleri, iliştiği yerle birlikte tekrar dolmuştu. Erenayın evden çıkmadan önce üzerinden çıkarıp yatağa bıraktığı beyaz tişört. Avcunun içindeki bilyeleri daha sıkı tutan kadın güçlükle ayağa kalkmayı başarabilmişti, Ağır adımlarla erenayın yatağına ulaştı. Sağ elinde duran bilyeleri nazikçe yatağa bırakırken, sol eliyle erenayın yatağa fırlatılmış kırışık tişörtünü kavramıştı. Derya tek eliyle tuttuğu tişörte, boşta kalan diğer elini de çıkartmıştı. İki eliyle sıkıca kavradığı beyaz tişörtü yaşlı gözleriyle seyrediyordu genç olan, yüzüne doğru yaklaştırdığı tişörtün kokusunu soluduğunda kendini tutamadı. Ağlamaktan şişmiş, kızarmış olan gözlerini yumdu. Tişörtü kavrayan elleri yumruk oldu, çok daha sert kavradı. Dizleri yine görevini yapmayı bırakmıştı, anlını erenayın yatağına koyan derya hıçkırmaya başlamıştı. Günlerdir kaçak göçek ağlıyordu, ev cenaze evi gibiydi ortamı iyice germek istemiyordu. Fakat bugün kendini tutamamıştı, sabahtan beri üzerine çöken ağırlık sonunda patlak veriyordu. Doğruldu, dizleri üzerinde arkasını döndü. Artık anlı değil sırtı buluşmuştu yatakla, tıpkı erenay gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Medcezir - Arfer
Romance80'lerde sen muhafazakar sağcı ben anarşist solcu olsak, bir tenhada denk düşünce sana bıçak çekmezdim.