12.

278 47 29
                                    

Tutsağım, bedenim bir zindanda hapis

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Tutsağım, bedenim bir zindanda hapis. Ellerim ise tavana sabitlenmiş bir kütüğün üstünde, demirlerle bağlı. Gözlerimin üzerine sıkıca bağladıkları siyah ıslak bez görüş açımı engelliyor, başımı ağrıtıyordu. İki gündür mideme giren tek şey, bana atılan yumruklardan sonra kanayan çenemden mideme sızan kanımın ıslaklığıydı. Zihnim sıkıcı, korkunç, karşı konulmaz bir düşüncenin esiriydi. Bütün bunlara rağmen benim tek düşüncem, tek inancım ve tek gerçekliğim vardı, Arda..

Bana istediklerini yapmakta özgürlerdi, kaç gün geçtiğini anlayamıyordum fakat tahmin edebiliyordum. İki gün, yaklaşık iki gündür bu boktan hücredeydim. Ne yemek ne su, ne görmek ne de konuşmak serbestti. Kollarım iki gündür havada asılıydı, bacaklarımın beni taşıyacak dermanı kalmamıştı. Vücudumun heryeri hiç almadığım kadar darbe almıştı, sikimde değildi.

Ama arda, ardaya ne yapmışlardı. O dayanamazdı, bu kadar darbeyle yaşayamazdı. Zaten çelimsiz bir çocuktu birde yemek yemediyse iyice güçten düşmüştür, hiç dayanacak gücü kalmamıştır. İşte, işte iki gündür beni varlığıyla donduran, ağırlığıyla ezen bu düşünceyle yaşıyordum.

Kendi düşüncelerim arasında boğuşurken hapishaneyi korkunç bir gürültü kaplamıştı, ya da ben sessizliğe alıştığım için bu sesler bana yabancı kalmıştı. Kapıların açılıp kapandığını, sürgülerin çekildiğini, merdivenlerin hızlı adımlarla titreşmesini ve gardiyanın anahtar destesinin şıkırtısını duyuyordum. Son duyduğum ses çok yakından gelmişti, hücremin kapısından.

Jopunu hücrenin kapısına vurarak içeriye giren askerlerle derin bir nefes almıştım, muhtemelen günlük dayağımı yiyeceğim diye düşünmüştüm. Ta ki askerler ellerimin bağlı olduğu kütüğe uzanıp kollarımı çözene kadar. Serbest kalan kollarımla beraber yere düşmüştüm, ne bacaklarımın ne de kollarımın dayanacak bir dermanı kalmamıştı. Gözlerimin üstüne bir perde gibi örtülen siyah bez parçası sonunda kalktığında, normalde baksam gözüme kapkaranlık gelecek olan bu oda aydınlık gelmişti. Gözlerimde hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum, ellerimi gözlerime çıkarıp ovalarken konuştum. "İyiydi burası ya, bir iki gün daha kalsaydık." Sesimle beraber üzerime eğilip beni kollarımdan kavrayan askerlerden kısa olanı konuştu. "Kaldın ya dört gün, yetmedi mi" Dört gün..

Gün içerisinde defalarca kez uyuyup uyandığım için zamanı fark edememiştim evet, ama bu kadar uzun süre kaldığımı asla tahmin etmiyordum. Hücremin açılan kapısıyla beraber dışarıya çıkmıştık, ıslak ve karanlık koridorda uzunca süre ilerledikten sonra başka bir hücrenin önüne geldik. Gözlemleyebildiğim kadarıyla önceki hücremden biraz daha küçük olan bu odada iki kişi daha vardı. Uzun minderlerden oluşan dip dibe girmiş üç yer yatağı, ve yatakların biraz uzağında kalan alaturka tuvaletin iğrenç görüntüsü. Göt kadar olan bu odada üç kişi kalacaktık, burda yemek yiyecek burda uyuyacak ve burada tuvaletimizi yapacaktık.

Hücrenin kapısının eşiğinde öylece beklediğimi arkadan beni iten askerler sayesinde fark etmiştim, arkamı dönüp beni iten askere ters bir bakış attıktan sonra içeriye girdim. İçeriye girmemle beraber sertçe çarparak kapanan ve kilitlenen kapı gözlerimi yummamı sağlamıştı. Sakin olmalıydım, sinirle haraket edemezdim. Ardayı görmeden onun iyi olduğunu bilmeden kendimi riske atacak birşey yapamazdım.

Gözlerimi açtım, odada birkaç adım attıktan sonra minderlerinde oturan çocuklara baktım. Kıvırcıklarımı geriye attıktan sonra onlara yönelik bir cümle kurdum. "Selamünaleyküm gençler" Çocuklar kafa sallayarak yanıt verdiler "aleykümselam abi"

Oturdukları minderin önüne doğru dizlerimi kırıp çöktüğümde onlara yönelik bir soru sordum. "Adınız ne sizin" Sağ tarafımda kalan sarışın genç yanındaki arkadaşını işaret ederken yanıtladı beni. "Benim adım kerem, onun adı da yunus." Adının kerem olduğunu öğrendiğim çocuğa kafa sallarken yanındaki arkadaşı yunus da bana bir soru yöneltmişti. "Senin adın ne birader, seni sormayı unuttuk" Acıyan dizlerim yüzünden yüzümü buruşturarak ayağa kalktım, elimi onlara doğru uzatırken konuştum. "Erenay bende, memnun oldum"

Onlardan da aynı şekilde olumlu bir yanıt aldıktan sonra gözüm hücrenin sol köşesinde bulunan megafona çarptı, megafonun burada ne işi olduğunu çözememiştim. Kendi minderimin üzerine çıkarak megafona uzandım, gözlerimi kısarak kurcalamaya başladım. Tam o sırada megafondan yükselen ses geriye doğru sendelememe ve kulaklarımı kapamama neden oldu.

'Kahraman ırkıma sızmış ihanet bütün yüreklerde acı ve nefret'

Keremle yunusa döndüm, şaşkın ve sinirli yüz ifademle megafonu işaret ederken konuştum. "Bu ne amına koyayım, bu şarkı ne alaka" Kerem kulağını kapatmaya başlarken konuştu. "Bilmiyoruz ki bizde yeni geldik, herkesi üçerli hücrelere az önce dağıttılar."

'Düşmanların mert değil, hepsi de namert Türk'e Türk'ten başka yoktur dost nimet'

Şarkının neden çaldığını sormuştum fakat ben zaten biliyordum, anlamıştım. Bu da bir çeşit işkenceydi, kendi sesimizi zor duyuyorduk. Şarkının sesi o kadar yüksekti ki nasıl uyuyacağımızı bilmiyorduk, bu dört duvar arasında delirmemizi istiyorlardı.

Sıkıntıyla nefes verdim, hücrenin kapısına doğru yürüdüm. Hücre kapısının koridora bakan demir parmaklıklı küçük penceresine yasladım anlımı. Bunlar bir tür işkenceydi, ilkinden sağ çıktıysan sıra bundaydı. Psikolojiden vurmaya çalışıyorlardı ki bence işe yarıyordu.

Aklıma yine ardanın melekleri kıskandıran yüzü düşmüştü. Ne yapıyordu o çocuk sahi? Aç mıydı, susuz muydu, üşümüş müydü, sıkılmış mıydı. İç bunaltıcı düşüncelerimle derin bir nefes vermiştim, alnımı yaslamış olduğum demirden kaldırıp hafifce vurarak geri yasladım.

'Ata'nın verdiği ilkelerle coşalım onun gösterdiği hedeflere koşalım'

...

'Türkiyem Türkiyem, cennetim benim eşsiz milletim'

Anlımı yasladığım demir parmaklıktan kaldırdım, erenayı özlemiştim. O da böyle hücrelerden birinde miydi, yoksa hala işgence mi görüyordu. Zihnimi dolduran düşüncelere direnip duvar kenarındaki minderime doğru ilerledim. Eğilip oturdum, sırtım duvarla buluştuktan sonra dizlerimi de karnıma doğru çektim.

'Türklüğün, gençliğin önderi Atam senin eserindir, bu yüce vatan'

Başımda şiddetli bir ağrı vardı, alnım alev alev yanıyordu. Ayağa her kalktığımda beynimin kafatasımın çeperlerine çarptığını hissediyordum. Gözlerim duman içinde kalmışım gibi yanıyordu, dizlerim kollarım ağrıyor görüş açım bulanıklaşıyordu. İşkenceden sağ çıkmıştım evet, ama sağlam çıkmamıştım. Hastalıktan her tarafım kırılıyordu, ki ikinci günün ortasında bayılmış diğer günleri baygın geçirmiştim.

Vücudumun heryerinde izler vardı, abilerimin hep  ısırarak kızarttığı beyaz tenim şuan morluk içindeydi. Morartan kişi sevgiden morartmamıştı, abilerimin yaptığı gibi aşırı sevgiden dolayı bilinçsiz kullanılan bir gücün esiri olmamıştım bu sefer.

Erenaydan gelecek bir habere ihtiyacım vardı, kendimi avutmam için olsa da onunla ilgili birkaç şey duymam lazımdı. Hücremi paylaştığım kişilerin hiçbir bilgisi olmadığını biliyordum, fakat yine de sormak istedim. Yaklaşık bir saat önce adının Abdülkerim olduğunu öğrendiğim esmer uzun boylu abiye bir soru yönelttim. "Abdülkerim abi, herkesi üçerli hücrelere mi koymuşlardır"
Abdülkerim abim elindeki tespiği çekmeye devam ederken uykulu gözleriyle konuştu. "Koymuşlardır aslanım koymuşlardır" Esnedikten sonra konuşmaya devam etti "hadi ben uzanacağım, bu gürültüyü görmezden gelebilirsem uyuyacağım. Sende çok kalma yat"

Onu kafa sallamamla onayladıktan sonra minderime uzandım, biraz olsun şu sesi kesebilmek için başımı minderle yastık arasına aldım. Uyuyamayacağımı bile bile yumdum gözlerimi..

'İzindeyiz milletçe aşk ile coşan yaşa var ol cumhuriyet ey, aziz vatan'

___

1980 darbesinde müzikli işkence için kullandıkları şarkıyı bulmam biraz uzun sürdü..

https://open.spotify.com/track/0BBph72s4NMfTFICP4vsXv?si=-hOSYPwTQU-Mt2QFJmAcvw
muhittin abi kapat şu şarkıyı

Medcezir - ArferHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin