Her gün aynı kâbusun içine doğmuş gibi hissetti Lyra. Aldric'in acımasız ellerinde, her yeni sabah aynı korkuyla başlıyordu. Her gün mahzene götürülmek, her gün yeni bir işkence türüne maruz kalmak... Zamanla bedeni bu acılara alışmış gibi görünse de, ruhunda açılan yaralar daha da derinleşiyordu. Aldric her defasında yeni ve daha zalim işkence yöntemleri icat ediyordu. Lyra'nın vücudu kadar zihni de bu acımasız döngüden nasibini alıyordu. Ve bu döngü, günlerce, haftalarca, hatta aylarca sürdü.
Bu sabah ise farklıydı. Aldric, odaya adım attığında her zamanki soğuk ve sert bakışlarını üzerinde hissetmişti Lyra. Yine aynı çaresizlik, aynı korkuyla gözleri Aldric'in her hareketini izliyordu. "Bu gün nasıl bir işkence yöntemi deneyecek?" diye düşünüyordu istemsizce. Korkusu büyüdükçe, zihninde yankılanan çığlıklar daha da derinleşiyordu.
Her zamanki gibi mahzene inmek için yola koyulduklarında, Lyra'nın içindeki huzursuzluk büyüyordu. Mahzene girdiklerinde, odanın ortasında ne bir sandalye ne de işkence aletleri vardı. Bu durum Lyra'yı daha da korkuttu. Çünkü bu, Aldric'in yeni bir planının olduğunu gösteriyordu. Gözleri hızla odanın ortasındaki tek nesneye takıldı: Bir tabut. Kalbi aniden hızla atmaya başladı. Nefesi kesilir gibi oldu. Bu, daha önce hiç karşılaşmadığı bir şeydi. Gözlerini korkuyla tabuta dikti, zihni bu görüntüyü anlamlandırmaya çalışıyordu.
Aldric, alaycı bir gülümsemeyle Lyra'ya döndü. "Hadi bakalım, geç yanına," dedi soğukkanlılıkla.
Lyra, ne yapacağını bilemez bir halde Aldric'e baktı. "Ama... ama burda sadece bir tabut var," dedi, sesi korku ve şaşkınlıkla titriyordu.
Aldric gülümsemesini sürdürerek, "Evet, bugünkü işkencen bu," dedi, sanki bu normal bir şeymiş gibi.
Lyra'nın kalbi hızla çarpıyordu. Gözleri tabutun üzerine sabitlendi, ne yapacağını bilemez haldeydi. "Anlamıyorum," diye fısıldadı, sesi güçsüz ve çaresizdi.
Aldric, bir adım daha yaklaşarak, sert ve buyurgan bir ses tonuyla konuştu. "Anlayacaksın. Lafımı ikiletme. Acele et."
Lyra korkuyla ayağa kalktı, tabutun yanına yaklaştı. İçine bir ürperti yayıldı, çünkü bu, şimdiye kadar maruz kaldığı işkencelerden farklıydı. Fiziksel değil, çok daha derin bir korkuya hitap eden bir şeydi bu. Zihni, bu tabutun ne anlama geldiğini henüz çözmeye çalışıyordu, ama bedeni adeta onu tabutun içine sürüklüyordu.
Aldric, tabutun yanına yaklaşarak, "Gir," diye emretti.
Lyra titreyerek tabutun içine girdi. Kalp atışları daha da hızlandı, derin bir karanlığa adım attığını hissetti. Bu, ölümle yüzleşmek gibi bir şeydi. Aldric'in bu işkencenin ardında ne planladığını anlamıyordu, ama çok korkuyordu. Tabutun kapağı kapandığında, karanlık ve dar alanda sıkışmış hissetti.
Aldric, tabutun üzerine kalın zincirler geçirmeye başladı. Zincirlerin sesi mahzenin duvarlarında yankılanıyordu, her çınlamada Lyra'nın korkusu daha da büyüyordu. Tabutun içindeki hava daralıyor, sanki nefes almak her geçen saniye zorlaşıyordu.
Oda sessizliğe büründü, ancak bu sessizlik uzun sürmedi. Aniden, tabutun içini yankılayan bir ses yükseldi. İlk başta ince bir fısıltı gibiydi, ama sonra giderek yükseldi. Çığlıklar... Acı dolu çığlıklar, yalvarışlar, gözyaşları... Lyra'nın zihnine adeta bir bıçak gibi saplanıyordu bu sesler. Kulaklarını elleriyle kapatmaya çalıştı, ama hiçbir şey işe yaramıyordu. Aldric bu kez ona fiziksel değil, zihinsel bir işkence yapıyordu. Bu çığlıklar sadece bir ses değildi, adeta Lyra'nın ruhunu işgal ediyor, ona derin bir korku ve çaresizlik hissi yayıyordu. Sesler, duvarlardan değil, tabutun içinden geliyordu. Kendi zihninde yankılanıyor gibiydiler.