Lyra gece yarısı, kabusların pençesinde ter ve gözyaşı içinde uyandı. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyor, kalbi ise bir kuş misali çırpınıyordu. Rüyanın izleri hâlâ zihninde yankılanırken, titreyen elleriyle battaniyesini sıkıca kavradı. Karşısında ise loş odanın karanlığına karışan bir figür belirdi. Kapı yavaşça açıldı ve odaya Aldric girdi. Üzerinde hâlâ mahzenin o soğuk havası vardı. Bakışları her zamanki gibi sert ve duygusuzdu. Lyra, bir an için kalbinin duracağını sandı; Aldric'in bu ifadesi, ona tarif edilemez bir korku veriyordu.
Hiçbir şey söylemeden, Aldric hızla yanına geldi ve onun ince bileğini sertçe kavradı. Lyra acıyla inledi, ama sesi duyulmayacak kadar zayıftı. Kendini çekip kurtarmaya çalıştıysa da Aldric'in gücü karşısında çaresizdi. Bir oyuncak bebek gibi sürüklendiği mahzene doğru götürülürken, karanlığın derinliklerine doğru ilerledikçe korkusu daha da büyüyordu.
Mahzene vardıklarında, oradaki manzara Lyra'yı dehşete düşürdü. Karanlıkta beliren işkence aletleri, paslı zincirler ve demir kancalar mahzenin her yanına dağılmıştı. Lyra'nın içi ürpertiyle doldu. Aldric, onu bir sandalyeye doğru zorla oturttu ve ellerini, ayaklarını bağladı. Lyra, bu durumun ne kadar korkunç olduğunu anlayarak kaçmaya çalıştı, ama gücü tükenmişti. Bedeninde kalan son enerjiyi toplayarak güçlerini kullanmaya çalıştı. Yıllardır eğitildiği o özel yetenekleriyle Aldric'e karşı koymak istiyordu. Ancak güçlerini kullanmak istediğinde, onları hissedemedi. Sanki tüm gücü çekilip alınmış gibiydi. Gözleri panikle Aldric'e çevrildi.
Aldric, Lyra'nın çaresizliğini gördüğünde, yüzüne soğuk ve tatmin olmuş bir gülümseme yerleşti. "Boşuna uğraşıyorsun," dedi sakin ama tehditkâr bir sesle. "Burada, mahzenin büyüsü altında güçlerini kullanman imkânsız. Artık sadece zayıflığınla baş başasın."
Lyra, çaresizlik içinde Aldric'e bakarken içinden bir şeyler koptu. Ne kadar güçlü olduğunu düşünse de şu an acımasız babasının karşısında yapabileceği hiçbir şey yoktu. Aldric yavaşça elini kaldırdı, ve o an Lyra'nın kabusu gerçeğe dönüştü. Aldric'in ilk darbesi, Lyra'nın yüzüne sertçe indi. Yüzü bir yana savruldu, ama ne bir inilti çıkardı ne de gözlerinden bir damla yaş aktı. Sessizce acıyı kabullenmek zorunda kaldı.
Aldric, onun bu sessiz direnişine karşı daha da hiddetlendi. "İnleme, ağlama, acını gösterme... Yoksa işkence süren daha da uzar, acıların artar," dedi soğuk bir tonla. Sonra bir yumruk daha indirdi. Bu kez darbeler hızla artmaya başladı. Her vuruş, daha sert, daha acımasız hale geliyordu. Aldric, kızının acı içinde kıvranmasını istiyordu. O sessizlikle mücadele ederken, bedeni adeta ateşten bir dağ gibi yanıyordu.
Zaman geçtikçe Lyra'nın gücü azaldı. Aldric'in yumrukları ve tekmeleri hız kesmeden devam etti. Saatler boyu acımasızca dövüldü. Nihayet, Lyra'nın direnci kırıldığında, acı dudaklarından küçük bir inilti olarak dışarı taştı. Aldric, bu iniltiyi duyar duymaz durdu. Onun istediği tam da buydu. Yüzünde karanlık bir zevkle dolu bir ifade belirdi ve gözleri şeytani bir tatminle parladı. "İşte, sonunda..." diye fısıldadı ve daha şiddetli darbelerle devam etti.
Lyra, artık acıya dayanamaz hale gelmişti. Çığlıkları mahzenin taş duvarlarında yankılandı, yankılar ise Aldric'e bir zafer müziği gibi geliyordu. Her çığlık, Aldric'in zevkini daha da artırıyor, darbesini daha da sertleştiriyordu. Lyra'nın dayanıklılığı kırılmış, vücudu tükenmişti. Son bir çığlık attıktan sonra gözleri karardı ve bedeni artık bu işkenceye dayanamayarak bayıldı.
Aldric, kızının bayıldığını fark ettiğinde onu küçümseyen bir bakışla süzdü. Bir süre hareketsizce ona baktı, sonra kollarına aldı. Bir oyuncak bebek gibi kolayca taşıyordu. Yukarı kata çıktığında, Elysia onları o halde gördü ve şok içinde kocasıyla yüzleşti. Lyra'nın bitkin ve darp edilmiş bedenine bakarak gözyaşlarını tutamadı. Elysia'nın kalbi acı içinde burkuldu. Gözlerindeki yaşlar Aldric'e olan öfkeyi ve kederi açıkça belli ediyordu.