Multimedya: Gözde (Ben böyle hayal ettim ama temsili bir resim, yine size bırakıyorum.)
Hâlen bu düşüncelerle meşgul olduğum için, yanıma gelen yeni takım arkadaşımız Gözde'yi fark etmem biraz geç olmuştu. Elini bana doğru uzattığında afallayarak öylece durdum yerimde.
"Gözde ben, umarım iyi anlaşırız." diyerek yapmacık bir tebessüm takındığında, midemin ekşidiğini hissettim. Gülmek istemiyorsan gülme, ne diye o yüz kaslarını zorluyorsun ki arkadaş?
"Ben de Defne. Umarım..." diyerek düz bir ifadeyle karşılık verdiğimde, havada kalan elini sırf ayıp olmasın diye sıktım. Bir süre sonra elimi geri çektim ama halen yanımdaydı. Gitme gibi bir niyeti yoktu anlaşılan.
"Niçin basketbol oynuyorsun?" diyerek tek kaşını havaya kaldırdığında öylece baktım. Bu ne demekti şimdi? Anlamadığımı fark edince gülmeye başladı.
"Basketbol oynarken ne hissediyorsun yani? Ne katıyor sana demek istiyorum. Merak ettim de."
Bir süre düşündükten sonra gözlerimi karşımdaki potaya yönelttim ve aklıma bir şey geldiğinden parmaklarımı şaklattım. Durgun ruhum kendine oyun arıyordu sanki. Belki de biraz canlanma vaktiydi artık...
"Bunu sana anlatabilmem için o anı şimdi yaşamalıyım." diyerek solgun yüzüme bir tebessüm takındım. Birkaç saniye durduktan sonra, karşımızdaki potayı işaret ettim.
"Basketbol oynayalım mı? Sadece biz, ikimiz."
Genişçe gülümseyerek kollarını göğüs hizasında birleştirdi ve coşkulu bir sesle "Olur." dedi. Bunun üzerine önce üniformalarımızı giymek için kabinlere doğru yol aldık. Biraz yürüdükten sonra kabinlerin olduğu yere varabilmiştik. Cebimdeki anahtarı çıkarıp, kendime ait olan dolabın kilidini açtım ve içerisinden üniformalarımı çıkardım.
Kabine girdiğimde ise üzerimdeki okul kıyafetlerimi çıkarıp, yerini rahat basketbol üniformalarına bıraktım. Kabinden çıktığımda Gözde mavi gözlerindeki heyecanla, elindeki basketbol topunu sektiriyordu yerde. Beni fark edince, elini ileriye doğru işaret etti ve yürümeye başladık.
Potaya ulaştığımızda derin bir nefes aldım ve elimdeki basketbol topuna baktım. Şuan tüm içimdekileri atmak istiyordum. Bu topu potaya atmayı başardığımda, içimdeki dertleri de atmayı başarabilecek gibi... Sanırım bundan kaynaklanıyordu tüm enerjim.
Genişçe gülümserken, topu yerde sektirmeye başladım. Gözde profosyonelliğini ortaya koymuş, şimdiden etrafımı sarmalamıştı. Her hamlem için bir plan kuruyormuşcasına sinsi bir tavrı vardı. Topu tüm gücümle potaya doğrulttuğumda direğe çarpıp, yine yere düşmüştü.
Keyfim biraz bozulsa da, kendimi teselli etmek için mırıldandım.
"Tüm dertlerini bir anda atamazsın. Başaracaksın, sadece inan Defne."
Topu ele geçiren Gözde, kendinden emin tavırlarla etrafta sektiriyordu. Topu kapabilmek için koştursam da beceremiyordum bir türlü. Sanırım bu kız fazla iyiydi bu işte...
Potaya topu atmak için bir hamle yaptığında, benden çok daha başarılı olmuştu. Top potaya girdiğinde sırıtarak bana bakmaya başladı. Biraz kötü hissediyordum. Hayır, bu kadar çabuk pes edemezdim! Belki de edebilirdim. Sonuçta ben her zaman başkalarının mutluluklarını izleyip, kendi üzüntülerime şahit olan bir zavallıydım.
Süre bittiğinde tüm enerjimizi kaybetmiştik. Gözde beni yenmiş olduğu için gururum incinmişti. Sonuçta onu bu maça davet eden bendim ve aynı zamanda kaybeden de... Elimin tersiyle alnımdaki terleri silerken, bakışlarımı yere uzanmış olan Gözde'ye çevirdim.
"Çok iyiydin, tebrikler."
Birden bir hareketlenme olmuş, uzandığı yerden doğrulmuştu. Alnındaki terleri silerken, vücudunu da dikleştirdi aynı zamanda. Boyu epey uzundu. Aslında ben de uzundum ama Gözde'nin yanında biraz olsun kısa görünüyordum.
"Teşekkürler dostum." diyerek sırıttığında, son sözünü epey bastırmış olması ilgimi çekmişti. Birden sabah izlediğim videolar aklıma gelince, beynimde tuhaf düşünceler oluşmaya başladı. Gözde Aray hakikaten ilginç birine benziyordu.
Bir an duraksadıktan sonra, kalın ve bir o kadar da biçimli olan kaşlarını çattı.
"Sana sorduğum sorunun cevabını alabilmek için bu basketbol maçını yaptık ama cevabı alamadım."
Dedikleri gerçekten de mantıklıydı. Sanırım hislerimi aktaramamıştım. Burukça gülümserken, yanıtımı verdim.
"Doğru söylüyorsun. Öyleyse cevabımı şimdi vereyim. Basketbol oynarken o topu potaya attığımda, ruhumdaki tüm kötü hisleri de atmayı başarabilmiş gibi hissediyorum. Tüm heyecanım, enerjim, tutkum... Bu düşüncemden kaynaklanıyor. İşte bu yüzden basketbol oynuyorum."
Söylediklerim bittiğinde muzipçe sırıtarak, dudaklarının arasından dökmeye başladı o acı sözcükleri.
"Ama bu defa başarılı olamadın Defne Ardınç. Ne topu potaya atabildin, ne de dertlerini..."
Söylediği sözler yüzüme, okkalı bir tokat misali çarpılmıştı. Aklımdaki deli sorular türemeye de başlıyordu aynı zamanda. Derince yutkundum. Bu kız benim soyismimi nereden biliyordu? Ayrıca neyi ima etmeye çalışıyordu ki?
Tam ağzımı açıp bir şey söyleyecektim ki, kulaklarımıza ulaşan Sinan Hoca'nın sesi buna mani oldu.
"Kızlar haydi antremana!"
***
Yeni bir güne gözlerimi açtığımda, yorgunluk denen illetin halen bedenimle sarmaşık olduğunu hissettim. Gözlerimi açtıktan sonra, bir süre boyunca ellerimle ovuşturdum. Savaş açmış olduğum yatağımda kıpırdaşırken, ayaklarım yardımıyla üzerimdeki örtüyü üzerimden çekebilmeyi başarabilmiştim.
Yataktan doğrulup, yeri süpüren battaniyemi alıp özensizce buruşturdum ve yatağa fırlattım. Çıplak ayaklarımla adımlar atarken, lavaboya varabilmiştim. Musluğu açıp avcumu suyla doldurdum ve terlemiş olan yüzüme serptim. Az da olsa ayılabilmiştim. Musluğu kapatıp, lavabodan çıktığımda karnımın guruldamasıyla bu defa da mutfağa yöneldim.
Ayak üstü bir şeyler atıştırırken, evin hava alması için penceleri de açtım. Ağzım tıka basa doluyken, bileğimdeki kol saatine bakındım. Hayret, bu defa okula geç kalmamıştım. Hatta bolca vaktim vardı. Sanırım dün beynimi altüst eden düşünceler uyumama izin vermemişti.
Birden gözlerim penceredeki görüntüye takıldı. Postacı, evimizin önünde duran ama yıllardır hiç kullanılmayan, eski posta kutusuna bir mektup bırakıyordu. Kimeydi acaba bu mektup? Merakıma yenik düşerek elimdeki ekmek arasını masaya bıraktım ve masada duran anahtarı cebime attıktan sonra kapıyı açıp, dışarı fırladım.
Ben dışarı çıktığımda postacı gitmişti ne yazık ki. Ama posta kutusunda yarısı görünen mektup oradaydı. Şaşkın bakışlarımla posta kutusuna doğru ilerledim. Ellerim kutuya yöneldiğinde, üzerindeki tozlar ne kadar eski olduğunun kanıtıydı aslında. İğrenerek, elimi içine daldırdım ve buruşuk kağıdı elime aldım.
Zarfın üzerinde "Sevgili Defne Ardınç'a" yazıyordu. Bu yazıyı okur okumaz, gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Zarfın üzerindeki kırmızı kurdelayı çekip açtım. İçindeki kağıdı çıkardığımda ise iyiden iyiye şaşkına dönmüştüm. Kocaman kağıdın üzerinde sadece bir satır yazı vardı.
"Belki de artık her şeyi öğrenme vaktidir ha, ne dersin?"
Ne kadar da tuhaf bir bölüm :DD Ruhunuzu merakla sarmalamak istedim, umarım başarabilmişimdir. Lütfen oy ve en çok da yorumlarınızı eksik etmeyin. Esen kalın!
NOT: BÖLÜM DÜZENLENMİŞTİR.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Bir Umut #GPbenikesfet3
General FictionBir gece, gökyüzünün en küçük ama en güzel yıldızı yok oldu. O zaman karardı gökyüzü, o zaman kayboldu tüm yıldızlar. Umudu yitirilmiş insanların darmaduman öyküsü... Acı işlenirdi ilmek ilmek ruhlara, umut gömülürdü en derin ufuklara. Sıcak b...