Çatalını tabağının kenarına bırakıp, sırtını iyice yasladı sandalyesine. Dirseğini masaya dayayıp, elini çenesinin altına yerleştirdi. Sanırım konuşma pozisyonuna geçmekti amacı.
"Öyle garip garip bakmayın... Kimse sanıldığı gibi değildir, yanlış mı?" dedi oldukça sakin ve yumuşak bir ses tonuyla. Sahiden kimdi bu kız, neydi derdi? Çözemiyordum cidden, hiçbir şekilde çözemiyordum. Büşra, bir süre düşündükten sonra ince sesiyle ortaya atıldı.
"Öyledir. Ama bazen öyle insanlar olur ki, kendinden daha iyi tanırsın, kendinden daha çok güvenirsin, seversin."
Gözde, alaycı bir tavırla güldü. Vereceği cevabı öylesine merak ediyordum ki, dudaklarından çıkacak olan her bir kelimeyi zihnimde tartıyordum. Büşra ile pür dikkat onu seyrederken, masada duran sudan bir yudum aldı.
"Tanımak diye bir kavram yoktur, kimse tam anlamıyla tanınmaz. Bir insanın neyi sevdiğini, neyle ilgilendiğini bilebilirsin ama hiçbir zaman zihninden ne geçtiğini, her saniye atan o kalbinin içinden hangi hislerin pompalandığını bilemezsin. Mesela..." dedi dudağının ucuyla gülerek.
"Şu an benim ne düşündüğümü biliyor musunuz ya da, ne hissettiğimi? Söylesene Büşra, söylesene Defne."
Zihnimde tüm söylediklerini düşünürken, bizim konuşmayacağımızı anlayarak devam etti.
"Sevmek diye bir kavram da yoktur aslında. Tanıyamadığımız insanlara karşı bir şeyler hissetmek sizce de çok abes bir düşünce değil mi? Biz insanlar sadece, hormonlarımızı tatmin etmek, ben de seviyorum diyebilmek ve en önemlisi karşı taraftan da aynı hisleri almak için kendimizi kandırırız. Tanımadığımız ve asla tanıyamayacak olduğumuz insanlardan kura çeker gibi birini seçer ve beğendiğimiz fiziklere, hayalimizdeki karakterleri yansıtırız. Sırf bencilliğimizden bunlar..."
Dedikleri kulağımda yankılanırken, hayata karşı hiçbir zaman böyle bir bakış açım olmadığını hatırladım. Sevmek için yaşadığımız bu Dünya'da, sevmek yalan mıydı sahiden? Öyleyse boşa dememişler, "Yalan Dünya" diye...
"Tanımak yalansa, sevmek yalansa... Gerçek olan ne?" dedi Büşra, tek kaşını kaldırarak. Sanki ben başka bir evrendeymiş gibi ikisi soru/cevap şeklinde konuşuyordu. Ben de put kesilmiş gibi bir Büşra'ya, bir Gözde'ye çeviriyordum bakışlarımı. Kafamdaki deli sorulara geleceksek eğer... Oralara hiç gelmeyelim zira, ben hiçbir zaman beynimin bu denli kurcalandığını hatırlamıyorum.
Bu defa iki dirseğini de masaya dayadı ve öyle bir güldü ki, bu gülüşün altında binbir zehir aktı sanki.
"Gerçek olan nefrettir. Her insanda nefret edilecek bir şey vardır ve onu bulduğumuz zaman o insanı tam olmasa dahi tanımışız oluruz."
Bu konuşma iyiden iyiye çetrefilleşiyor ve ben boğuluyordum resmen. Soru dolu bakışlarımızı ilettiğimizde, sandalyesinden doğruldu.
"Bugünlük bu kadar karmaşa yeter, biraz da yalan dünyanın yalan mutluluklarına uyalım." dedi muzipçe gülümseyerek ve odadan çıktı büyük adımlarla. Büşra'ya baktığımda en az o da benim kadar şaşkın duruyordu. Tam bir şeyler söyleyecektim ki, parkelerden gelen adım sesleriyle vazgeçtim. Artık karşımızda uzun boylu, basketbolcu ve sürekli sırıtan bir kız yoktu neticede. Artık tam anlamıyla bir yabancıydı o benim için, fazlasıyla yabancı...
Gözde, elinde bir radyo ile gelmişti.
"Umarım güzel şarkılar çıkar..." derken, eskimiş olan radyoyu geniş yemek masasının bir köşesine bıraktı. Uzun parmaklarıyla düğmelere bastığında, şansımıza olmalı ki reklam çıkmıştı. Aşina olunan bir erkek sesi, satılık dairelerin reklamını yapıyordu. Hepimiz şansımıza küçük çaplı bir kahkaha patlatırken, Gözde atıldı yine ortaya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Bir Umut #GPbenikesfet3
General FictionBir gece, gökyüzünün en küçük ama en güzel yıldızı yok oldu. O zaman karardı gökyüzü, o zaman kayboldu tüm yıldızlar. Umudu yitirilmiş insanların darmaduman öyküsü... Acı işlenirdi ilmek ilmek ruhlara, umut gömülürdü en derin ufuklara. Sıcak b...