Okulun dar koridorlarındaki kalabalığı aşmaya çalışırken, -sanki kurtuluşa ermiş gibi koşuşturan- öğrenciler yüzünden bir sağa, bir sola savruluyordum. En sonunda bıkarak, sesimi duyurmak adına çığırdım. Bazıları dönüp bakarken, bazıları fütursuzca devam etti aynı kabalığa.
Sonunda okulun bahçesine vardığımda yakamı silkerek, köşedeki banka yerleştirdim bedenimi. Diğer tüm banklar, dedikoducu tayfalar tarafından işgal edilmişken bu bankın boş olma sebebi de vardı elbet. Köşedeydi bu bank, en köşede. Kimse tarafından görülmezdi, ehemmiyete alınmazdı. Dört bacağına da çizikler atılmış, lacivert boyası fark edilmeyecek kadar silikleşmişti. Buna rağmen seviyordum.
Bu bankın yalnızlığı, ruhuma işliyordu. O kadar çok seviyordum ki, teneffüslerde burada oturup tuhaf düşüncelere dalmayı, günlük bir rutin haline getirmiştim. Gözlerimi yumup, beynimdeki düşüncelerin esir oldum yine. Ruhum büyük bir ahenkle mazimle dans ederken, zihnimdeki ve hatta kalbimdeki mahmurluk yok oluyor, fısıltılar sessiz çığlıklara dönüşüyordu.
Tam büyük bir sükunete gömülmüş, yalnızca ruhuma kulak asarken duyduğum ambulans sesiyle gözlerimi açtım ve oturduğum banktan doğruldum. Büyük bir topluluk okulun hemen yanındaki ambulansa göz dikmiş, kendi aralarında fısıldaşıyordu. Normalde bu tarz şeyleri pek önemsemezdim ama bu defa kalbim beni oraya doğru itiyordu adeta. Nereden gelivermişti bu his?
Kalbim pır pır atarken, birkaç adım attım ileriye doğru. Sanki tüm gözler üzerimdeymiş hissi oluştuğunda, yürümeye devam ettim. Kapıdaki güvenlik, öğrencileri susturmaya çalışırken ne yapacağımı düşündüm. Nasıl çıkabilirdim ki okulun dışına, nasıl gidebilirdim o ambulansın yanına?
Ne yaptığıma kendim bile anlam veremezken, köşede toplaşmış olan kız topluluğuna yanaştım.
"Kızlar, çok mu merak ediyorsunuz o ambulanstaki kişiyi?" diye sordum yapmacık bir tebessümle. Hepsi önce tuhaf bir şekilde bana baktı, son bir yıldır herkesle irtibatını kesmiş olan benden bu soruyu beklemiyor olmamaları gayet normal bir durumdu. Bir süre öyle şaşkınca durduktan sonra, evet anlamında salladılar kafalarını.
Sanki bir sır veriyormuş gibi fısıldamaya başladım yanlarına sokularak.
"Öyleyse siz güvenlik görevlisini oyalayın ve ben de gidip geleyim hemen. Tüm olayı size en ince detayına kadar anlatacağım. Hem..." dedim sinsice bir gülüş göndererek. "Okulun en yakışıklısını size ayarlarım, söz veriyorum. Tamam mı?"
Hepsi gözlerini berelterek bakarken, söylediklerim karşısında dudaklarını da ısırmaya başlamışlardı. Aferin, yola geliyorsunuz.
"Olur, sana güveniyoruz. " demeleriyle güvenlik görevlisinin yanına koşuşturmaları bir olmuştu. Aman Tanrı'm, bu kızlar sandığımdan da ahmak çıktılar! Şaşkın şaşkın onların arkasından bakarken hızlı adımlarla yapmam gerektiği gibi, bir dedektif misali sıyrıldım aradan.
Şanslıyım ki, ambulans yine aynı yerindeydi fakat iş az önceki gibi basit değildi. Artık yapmam gereken birkaç ahmağı kandırmak değil, koca görevlileri atlatmaktı... Kalbim en son hızıyla atarken, ayaklarımın komutu altında oraya doğru ilerledim.
Tam ambulans hareket edecekti ki, benim seslenmem ile duraksadılar.
"Bir şey mi oldu?" dedi görevlilerden biri, aceleci bir tavırla. Bu tavrı, mühim bir şey olduğunun ve hatta acilen cevap vermem gerektiğinin en açık kanıtıydı.
"Ben hastanın yakınıyım." dedim bir deli cesaretle. Bunu ben mi demiştim gerçekten? Tüm vücudum titrerken, aracın açılan kapısından içeri geçtim. Ardından tekrar kapı kapatıldı ve daha da titremeye başladım. Şuracıkta ölsem hiç şaşırmam...
Kahverengi gözlerimi korkarak sedyede yatan kişiye çevirdiğimde, ölüm tadı hissettim ruhumda. Dünkü o ihtiyardı bu, bana mektupları gönderdiğini söyleyen o adam...
***
"Kemal Bey'in bazen rastladığı bir durum bu, bayılma ve bazen de fenalık geçirme... Kendisi evde tek başına yaşadığı için ona yardımcı olabilecek biri yok. Ayrıca inatçı biri, ne desek de içmiyor o ilaçları..." dedi orta yaşlı, kızıl saçlı doktor. Ardından kıvrık olan saçlarını kulağının arkasına yerleştirip, daha adını bile yeni öğrendiğim ihtiyara çevirdi bakışlarını.
"Belki." dedi gülümseyerek. "Siz ona yardımcı olabilirsiniz."
Soru dolu bakışlarımla ona bakarken, kendisine ait olan siyah, döner koltuktan kalktı. Tertiple dekor edilmiş olan masasının küçük çekmecesini karıştırmaya başladı hızla. Kalp atışlarım benden bağımsız bir şekilde atarken, gülümsedi yine doktor. İstediği şeyi bulmuş olmalı ki çekmeceyi kapatıp, bana doğru yaklaştı.
Sesini ayarlamak için öksürürken, badem gözleri bir bana, bir de ihtiyara kayıyordu.
"Bu mektup sizin için." dedi elindeki zarfı hafifçe sallayarak. O an hatırıma, dün yaşananlar geldi. Bir yanımda bana mektup gönderen gizemli bir ihtiyar, bir yanımda elinde bana ait olduğunu söyleyen bir mektupla Doktor Hanım...
"Kemal Bey, bana vermişti bu zarfı ve hiç okumamı, buraya genç bir kız geldiğinde ona emanet etmem gerektiğini söylemişti. Bu hastanede en çok sevdiğim hastalarımdan biri olduğu için onu kırmadım ve sakladım. Şimdi de sahibine verme vakti... Biliyor musun, Kemal Bey sizden bahsederken aklımda canlanan görüntü ile çok uyuşuyorsunuz."
Şaşkın bir şekilde gözlerimi berelttim ve ne yapacağımı bilemez bir şekilde öylece durdum. Benim konuşmayacağımı anlayınca, devam etti sözlerine.
"Sana, siz diye hitap etmesem?" dedi tek kaşını kaldırıp, genişçe gülümseyerek. Sonunda kendimi toparlayarak bir mimik takındım ve onaylar anlamda başımı salladım. Ve o çok merak ettiğim soruyu yönelttim, kedi yavrusu gibi bakarak.
"O... Size, nasıl anlattı beni?"
Sesim titrek bir şekilde çıkmıştı, gerçi şu ruh halimde güçlü çıkması beklenemezdi ya... Gözleriyle beni süzerken, kınayıcı bir şekilde değil de, şefkatle bakıyordu sanki. Gözleri vücudumu değil, ruhumu görüyor gibi buruk bir tebessüm vardı yüzünde.
"Ruhu ölmüş, bedeni yaşayan körpecik bir kız çocuğu..."
***
Derin bir nefes alıp, elimdeki kağıt parçasına baktım son defa. Saatlerdir elimde tutuyor lakin bir türlü okumaya cesaret edemiyordum. Korkuyordum gerçeklerle yüzleşmekten, korkuyordum yeni bir acıyla daha karşılaşmaktan...
Korkuyordum tekrar ve tekrar daha ruhumu intihar ilmeğine dolamaktan...
Sonunda içime bir güç depolayarak, okuma gereği duydum. Buğulanmaya başlayan gözlerimi kağıtta gezdirip, titreyen dudaklarımı kıpraştırmaya başladım.
"Bu mektubu okuduğun zaman nerede olacağım, ne yapacağım? İnan hiçbir fikrim yok ve inan ki, pek de bir ehemmiyeti yok bunun. Şimdi sana söylemem gereken daha mühim şeyler var, birkaç kelamla anlatılamayacak ama anlatılması şart olan şeyler...
Senin hayatın bir kördüğümden ibaret Defne, bu kördüğümü kimin çözeceği dahi belli değil. Her şey yıllar önce başladı ve yine her şey yıllar sonra alevlendi... Bunları anlatmaya kalkışsam, zaten ölü olan ruhun bir kez daha ölür Küçük. Bu yüzden her şeyi akışına bırakacak ve şu an bilmen gereken tek bir şeyi açıklayacağım sana...
Ben senin amcanım Küçük, Kemal Ardınç'ım ben... Yıllardır yüzünü dahi görmediğin, ismini duymadığın bir adam aniden bunu sana açıklasa şaşırırsın biliyorum ama bazen mantığını değil, kalbini dinlemen gerek.
Hani, "Amca baba yarısıdır." derler ya... Senin baban gitti elinden. Amcan desen, yoktum bile hiç... Bu yüzden ruhundaki o boşluk... Lakin, kapanacak bu boşluk Küçük. Eğer bu mektubu okuduğunda ben yaşıyorsam, kapatacağım o boşluğu...
Küçük bir kız çocuğunun ruhu yaşasın diye, bedenimin ölmesine izin vermeyeceğim."
NOT: BÖLÜM DÜZENLENMİŞTİR.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Bir Umut #GPbenikesfet3
Ficción GeneralBir gece, gökyüzünün en küçük ama en güzel yıldızı yok oldu. O zaman karardı gökyüzü, o zaman kayboldu tüm yıldızlar. Umudu yitirilmiş insanların darmaduman öyküsü... Acı işlenirdi ilmek ilmek ruhlara, umut gömülürdü en derin ufuklara. Sıcak b...