5. Bölüm/Darmaduman

321 70 55
                                    

Her şey üzerime doğru geliyor, nefes dahi alamıyordum. Hastanenin bunaltıcı kokusu burnuma hapsolurken, ayaklarım zemin üzerinde duramayacak kadar bitap düşmüştü. Elimdeki mektup titreyen parmaklarımın arasında düştü düşecekti. Sanki kırk yılın yorgunluğu üzerime çökmüş gibi, boşta kalan elimi duvara yasladım.

Birkaç göz üzerimde gezindiğinde daha da kötü hissettim, kim bilir ne kadar da kötü görünüyorumdur şu an? Daha fazla dikkat çekmemek adına onun odasına doğru ilerlemeye başladım zoraki... Sağ elimi yumruk biçimine getirip kapıyı tıklattım. İçeriden herhangi bir ses gelmediğinde uyuduğunu varsayarak açmayı düşündüm. Gözlerimi yumdum, amcam olduğunu öğrendiğim bir adamın karşısına nasıl çıkacaktım ki? Ne denirdi bu vaziyette, ne gelirdi elden?

Bir süre öylece durduktan sonra, ani bir hareketle açtım kapıyı. Henüz kapının orada olduğum için yalnızca silueti görünüyordu gözlerime. Derince yutkunup, birkaç adım attım içeriye doğru ve kapıyı kapattım. Biraz da sert kapatmıştım, sesten ötürü beni fark etmesini amaçlayarak.

Bunu boşa yaptığımı anladım, mavi gözlerinin yumulu olduğunu gördüğümde. Belki de bu benim için bir avantajtı; beni görmediği bir vakitte, benim onu görmem daha da kolaylaşırdı zira. Hasta yatağının yanındaki iskemleyi çekip, bedenimi yerleştirdim ve onu izlemeye başladım çocuksu bir merakla.

Göz kapakları gökyüzü mavisi gözlerini kapatırken, seyrek olan kirpikleri de süslüyordu yüzünü. Göz altları yaşı itibariyle kırışmıştı. Elmacık kemikleri domates misali kıpkırmızı ve oldukça sevimliydi. Yüzü yaşlıydı lakin gülüşü çocuksuydu. Dünkü o eşsiz, şen şakrak kahkahaları zihnimde canlandığında istemsizce tebessüm ettim ve hayali olarak bir gülümseme yerleştirdim onun da yüzüne.

Ellerimi ürkek bir şekilde solgun yüzüne değdirdim, şimdi karşımda duruyordu babamdan bir parça. Fiziki olarak her ne kadar benzemese de, onun kanından olduğunu bilmek bile güzeldi.

"Ölme sakın." dedim sesimin titremesine aldanmadan. "Ben yaşamadan, sen ölme."

Normal bir durumda asla bu kadar çabuk inanmazdım bir şeye ama bu defa ne ben normaldim, ne de yaşadığım olaylar... Bu hayat bana ait miydi? Şüphe duyuyorum. Yahut, ben bu hayata ait miydim? Keza, bundan da şüphe duyuyorum.

Kapının açılma sesi kulaklarıma ulaştığında, içeriye birinin girdiği kanaatine vardım. Kahverengi gözlerim o badem gözlerle temas kurduğunda, Doktor Hanım'ın geldiğini anladım.

"Merhaba." dedi genişçe gülümseyerek. Bu kadına içten içe doğan samimiyetimle ismiyle hitap etmek istedim ve bu yüzden üzerindeki beyaz gömlekte asılı olan karta diktim bakışlarımı: Dr. Esin Soyalp.

"Size de merhaba Esin Hanım." dedim gözlerimi karttan geri çekerek. Yüzündeki tebessüm eşliğinde döner koltuğa oturdu ve dirseklerini masasına dayadı.

"Kemal Bey'in durumu iyi, zaten daha önce de bahsettiğim gibi bazen gerçekleşen bir durum bu. Ona yardımcı olabilecek biri olduğu takdirde, hiçbir sıkıntı yok. Ha bir de, ilaçlarını düzenli bir şekilde kullanırsa..."

"Ne zaman çıkacak peki hastaneden?"

"Siz ne zaman isterseniz... Şimdi bile çıkabilir." dedi kendisinden emin bir tavırla. Buna hazır değildim, o uyandığı zaman ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim dahi yoktu ve bu beni öylesine korkutuyordu ki...

Hırkamın düğmeleriyle oynamayı bırakıp, dilimin ucundakileri döktüm çekinerek de olsa.

"Benim biraz düşünmeye ihtiyacım var, o zamana dek de onunla konuşamam. Lütfen ona bunu söyler misiniz? Benim gitmem gerek, ruhumda biraz da olsa bir canlılık sezdiğimde... Geleceğim."

❁ ❁ ❁

Geçen seneden şu ana dek ne yaşadıysam, terk edildiğim andan itibaren anlattım Büşra'ya. Bu kadar yük fazla geliyordu bana, kendi yükümün altında eziliyordum. Dayanamıyordum, tüm uzuvlarım inlerken acıyla. Dayanamıyordum, iliklerime kadar işlerken çaresizlik...

Kalemin ucundaki mürekkep gibi dağılıyordum şu lanet olası hayatta, acılarımı damlata damlata...

Büşra, uzun bir vakitten beri gözlerini berelterek dinliyordu beni. Tüm kelamlarım bittiğinde, gözlerimdeki ıslaklığa eşlik etti o da. Belimde olan kollarını hissettiğimde, kafamı yasladım omzuna.

"Sen... Sen nasıl dayandın bunca acıya Defne?" dedi ağlamaklı bir sesle. İlk defa beni gerçekten anlayan biri vardı, ilk defa derdimi anlattığımda "Neden daha önce anlatmadın?" değil de, "Nasıl dayandın bu acıya?" diyen biri vardı. Ve bu, yüreğimdeki bir buz kütlesinin alevler içinde erimesine izin vermişti...

Burnumu çekerek ayrıldım kollarından, ikimiz de küçük bir çocuk gibi görünüyorduk şu halimizle. Tüm bunlara rağmen genişçe gülümsedi, ne kadar da güçlü bir yapısı vardı Büşra'nın...

"Bırakalım şimdi bu kederleri, bak sana unut gitsin demiyorum. Çünkü, bu asla unutulabilecek bir şey değil. Sadece hem acını, hem de mutluluğunu yaşa. İşte o zaman güçlü olursun. Bak, ilk defa ciddiyetle konuşuyorum. Normalde bilirsin ne deli dolu olduğumu." dedi sonlara doğru kıkırdayarak.

"Bugün Gözde aramıştı beni, bana uğrayın dedi. Gidelim mi, ne dersin?"

Öyle masum bakıyordu ki, onu kıymaya bile kıyamadım. Çok naif kızdı be Büşra, bunu şimdi daha iyi anladım! Onaylar manada kafamı salladığımda, tekrar kollarını doladı belime. Kemiklerim kırılana dek de ayrılmadı...

❁ ❁ ❁

Siyah duvarlar birtakım posterlerle, insanın zihnini zorlayan tablolarla dekor edilmişti. Öyle ki, içeri girdiğim ilk an birkaç dakika tablolara şaşkınca baktığımı dahi hatırlıyorum, ta ki Büşra'nın bana seslendiği vakte kadar...

Şimdi ise bedenlerimizi geniş, kahverengi sandalyelere teslim etmiş ve koca bir yemek masasına karşı karşıya dikilmiştik. Büşra, benim dibimde oturuyordu ama Gözde tam ikimizin karşısına, o tuhaf bakışlarını rahatça iletebileceği bir yere kurulmuştu. Bugün tuhaf bakıyordu, çok tuhaf...

Öylesine bir sükunet kaplamıştı ki ortamı, çatal seslerinden başka bir ses çıkmıyordu. Arada birkaç bıkkın nefes sesi, çatal ve bıçakların porselen tabaklara dokunduğunda çıkan o tiz sesi ve ruhumuzda deli gibi atan kalplerimizin atış sesi...

Gözde, bakışlarını bizden çekip tek bir noktaya doğrulttu. Ben de bunu fırsat bilerek incelemeye başladım bir türlü çözemediğim bu garip kızı. Sarıya kaçan kumral saçlarını bukle bukle yapmış, omuzlarının üzerine salmıştı. Zarif bedeni siyah, omuzları dantelli, beli ince bir kemerle süslenmiş muazzam bir kıyafetle örtünmüştü.

O karmakarışık bakışları buğulandığında, ahenkli sesiyle böldü tüm bu sükuneti.

"Ben sandığınız gibi biri değilim..."

NOT: BÖLÜM DÜZENLENMİŞTİR

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

NOT: BÖLÜM DÜZENLENMİŞTİR.

















Son Bir Umut #GPbenikesfet3Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin