Bana ulaşmak için,
Twitter: sinemimerr
İnstagram: sinemimersDerin bir nefes alarak kalemimi kağıdın üzerine bıraktığımda gerçek düşüncelerimin bu olması beni şaşırtmıştı. Hala babamı bir özlemle bekleyebiliyor olmak beni yaralıyordu. O soğuk adamı, bana bir kez bile içten sarılmamış o adamı hala özleyebiliyordum, bana bir kez bile babalık yapmamış, sadece o sıfata sahip olan adamı.
"Çıktı mı bir şeyler?" Gözlerimi Yelda'ya çevirdiğimde kulağından çektiği kulaklıkları çantasına atıyordu.
"Pek sayılmaz." Okulun dergisi için yazmaya çalıştığım yazıyı babama hitaben yazıp yazmamak istediğimden emin değildim. Onu özlememi haketmiyordu. Bu zamana bir kez bile arayıp sormamıştı. Gerçekten silmişti bizi. Belki de kendine yeni bir hayat kurmuştu; yeni bir iş, belki yeni bir aile, yeni bir çocuğu vardı belkide. Ah. "Boş derste ancak böyle saçma bir yazı çıkabilirdi zaten."
"Yazan senken, saçma olmasını gözümde canlandıramıyorum," diyerek düşünür gibi yaptığında kafamı iki yana sallayarak defteri kapattım. Hüzne boğulmuş gibi hissediyordum, bu olmamalıydı. Sorunlarımın arasında sorumsuz bir babayı aklımda misafir etmek istemiyordum.
"Bu sefer gerçekten saçma," dedim içimdeki kasvetli havadan kurtulmaya çalışarak. Güldüm. "Neyse. Öğle arasında ne yapıyoruz?"
"Ben açım," derken gözlerini büyütmüştü. Bir kez daha güldüm. Bu kızı gerçekten seviyordum. "Yani ya yemekhane, ya da okul dışı?"
"Hmm," diye mırıldanırken düşünüyordum. "Bugün hava bozuk gibi. Yemekhane daha iyi bir seçenek olabilir."
Zile beş dakika kalmıştı. Öğle arasına çıkacaktık, ve ben de ciddi anlamda acıkmıştım. Midem sırtıma yapışacakmış gibi hissediyordum. En son dün Soner'le pizza yemiştim, tek buydu. Kahvaltı yapmamıştım çünkü sabahları pek bir şey yiyemiyordum. Ve, Soner, ah. Zihnimin kapılarını aralamasına izin vermeden toparlandım.
Yemekhanenin olduğu bloğa geçerken Soner her an bir yerden çıkabilirmiş gibi hissediyordum. Onu görmek istediğimi sanmıyordum, ama bir yandan da yarası ne durumdaydı deli gibi merak ediyordum. Dün akşam dikişlerini o kadar zorlamıştı ki, dikişlerin açılmaması bir mucizeydi. Dün akşam. Evet, gerisini hatırlamak istemiyordum. Kesinlikle.
Soner'i yemekhanede görmeyi beklemiyordum. O buraya pek uğramıyordu. Masalardan birinde oturuyordu, tekti. Bir an gözlerimiz buluştuğunda kalbimde bir şey hissettim. Boğazımı temizleme isteği duyarak nedenini sorgulamadım.
Dudaklarımı dişlemek istemimdışı gerçekleşirken, gözlerimi Soner'den çekmiştim. Yemek sırasına doğru ilerliyorken gözlerim yine Soner'i buldu. Bu kez gözlerini çekme sırası ondaydı. Umursamaz bir havadaydı, her zamanki gibi.
"Sen yemekleri al, ben geleceğim." Yelda bir an ne oldu der gibi baktı ama ben yürümeye başlayınca sorgulamadı. Soner'in yanına gidip gitmemeyi düşünürsem eğer, gitmeme kararı alacağımı bildiğimden düşünmeden ilerledim. Onu öpmüş olduğum için utandığım doğruydu ama o bunu takmıyormuş gibi görünüyordu. O kasmıyorken, benim kasmam saçma olurdu. Lanet olsun, kimi kandıracaktım? Apaçık utanıyordum işte.
Oturduğu masaya geldiğimde oturma gereksinimi duymadan direkt konuya dalmak istedim. Gözleri yavaşça beni bulurken,"Yaranı merak ettim," dedim, umursamaz bir tavır sergilemeye çalışarak. Az çok başarmış olmayı umuyordum.
Omuz silkti, tam da ondan beklenecek bir şekilde. Cevap vermeye tenezzül etmeyişi, yarasını umursamıyor oluşunu bir kez daha gözler önüne seriyordu. O kendini umursamıyorken, benim onu düşünüyor olmam fazla anormal bir durumdu sanırım. Ama kim olsa aynı şekilde olacağıma emindim. Emindim? Evet.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneşin Gölgesi
ActionDüzenlenmiş bir oyun. Kurulan planlar. Kurtarılması gereken bir aile. Ödenmesi gereken bir bedel. Yolunda gitmeyen şeyler. Yıkılan kurallar. Ve,en önemlisi...Hissedilmemesi gereken duygular.