Kalbim deli gibi çarpıyordu bunun sebebini bende anlayamıyordum. 2 gündür tanıdığım birisine karşı en fazla ne hissedebilirdim? Belki aşk, belki nefret. Bana kötü birşey yapmamıştı, dolayısıyla nefret duygusunu silip attım. Geriye aşk kalıyordu. Aşık olmam imkansızdı. Tanıştığımız süre oldukça kısaydı. En fazla hoşlantı olurdu.
Gözlerimi yavaş yavaş aralayacak kadar iyiydim artık. Dün gece Kıvanç, ıslak bir bez koymuştu. Kendimi dinç hissetmiyordum ama dün geceye bakılırsa ayakta durabilirdim. Sabah olduğunda odama gelip perdeleri sonuna kadar açtı. Hala söyleniyordu. Ama bu sesler sabahın ilk ışığında bana ninni gibi geliyordu.
"Dün geceden sonra farkettim ki," camları açtıktan sonra yanıma oturdu ve devam etti. "İnatçılık konusunda seninle başa çıkamam." Gülümsedi. Tatlı bir gülümsemeydi bu sefer. Ne hırs vardı ne endişe ne de korku.
"Abartma," dedim olduğum yerden doğrularak. Baş ucumdaki su bardağına göz attım. "O kadar inatçı birisi değilimdir. Sadece benimle zıtlaşıldığında boynuzlarımı çıkarırım."
"O boynuzlar hiç gitmeyecek anlaşılan."
"Sana bağlı." Çapraz bir gülümseme attım. Ama bu halimle bile çok çirkin göründüğüme yemin edebilirdim. Daha elimi yüzümü bile yıkamamıştım. Yurtta olsaydım Esma hanım beni kesinlikle böyle masaya oturtmazdı diye düşünürken yine dalmıştım. Kahretsin, rezillikti.
"Ne düşünüyorsun böyle sürekli?" diye sordu ben onun yüz hatlarını incelerken. Alnında bir kaç sivri çizgi oluştuğunda gülümsedim. Bu ona çok yakışıyordu. Gülünce gözlerinin kısılması da müstesna.
"Yurttaki anılarımı." Sahiden yurtta anılarım var mıydı benim? Esma hanımdan yediğim birkaç tokat dışında hiçbir anım yoktu. Bunu ona anlatamazdım, değil mi?
"Sen yurtta yaşıyordun değil mi?" İ harfini uzatmıştı. Bu kadar şaşılacak bir şey söylediğimi sanmıyordum. Annemin beni parkta bir başıma bırakmasının kötü bir yanı vardı, o da yalnız olmamdı.
"Cidden yaşıyor muydum bilmiyorum. Çok disiplinli bir ortamda kim 17 sene dayanır?"
"Haklısın. Bazı yerlerde birşeyler için sabretmek gerekir. Sabrın sonu selamettir diye boşuna dememişler." Bunu bana bu kas yığını mı söylüyordu? Öğüt vermesi hoşuma gitmemişti. Tamam benden büyük olabilirdi ama ben ondan tavsiye falan istemiyordum.
"Her neyse," diyerek geçiştirmeye çalıştım. "Bana bir bardak su verir misin?"
Kafasını salladı ve mutfağa gitti. Biraz oyalandıktan sonra elinde bardakla içeri girdi.
"Al," dedi bardağı uzatırken. "Afiyet olsun."
"Teşekkürler." Oldukça şirin bir kız çocuğu gibi gözüktüğüme emindim. Bu şirin kelimesi benim yaşımda bir kıza uygun olmasa da gülmemeyi başarabildim.
"Rica ederim. Bak ne diyeceğim," biraz duraksadı ve devam etti. "Bugün ofiste iş görüşmesi var. Biliyorum hastasın ama toplantıya katılmam gerekiyor. Seni burada yalnız başına bırakırsam içim el vermez. Benimle gelir misin?" Toplantı mı? Ben gelirsem herşeyi berbat ederdim. Hayır gitmemeliydim. Yada gitsem fena olmazdı. Evde dursam canım sıkılırdı. Hem, kendimi de iyi hissediyordum.
"Tabii." diyerek kafamı salladım. Ne giyeceğim söz konusu olduğunda ise yüzümü buruşturmakla yetindim.
"Ne oldu?" diye sordu merakla.
"Ne giyeceğimi bilmiyorum."
Olduğu yerden doğruldu ve dolabıma yöneldi. Birkaç küçük hareket yaptıktan sonra bordo rengi bir elbiseyi önüme koydu. Üstünde krem rengi çizgileri vardı. Bu iki rengin birbirine zıt olduğunu düşünsem de bir hayli abartılıydı. El mecbur söylediği kıyafeti giymek zorunda kaldım. Üstümde fazla güzel durmasa da bugünlük idare edecektim. Saçlarımı dağınık topuz yaptım. Makyaja gerek yoktu yine de malzemeleri yanıma almam şarttı orada yapabilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARAY'IN KIZI
ChickLit"O an kalbime bir bıçak saplanmıştı. Kıvanç benim gibi değildi. O, asla ve asla sır perdesini kendisinden başkasına aralamayan, ölümden korkmayan ve gayet soğukkanlı biriydi. Ben ise onun aksine, her dediğine inanabilecek saf bir kızdım. İkimiz de z...