Bazen öyle anlar oluyordu ki insan, kendi duygularının içinde boğulacak raddeye geliyordu. Kulaklarımı ismini koyamadığım birkaç şey tırmalasa da bazı şeyleri yerle bir etmek zorundaydım. Bu olmasa, benim hayatım daha da zorlaşabilirdi. Zorlanmıştı, daha ne kadar zorlaşabilirdi ki? Kıvanç'la uzun zamandır birlikteydik. Artık herşeyi birlikte yapıyorduk. İş toplantıları, seyahatler, iş yemekleri ve daha bir sürü şey..
Sabahın ilk ışıklarında henüz yanmamış olan sobaya baktım. İçerisi soğuktu hatta donacak dereceye gelmiştim. Kardan adam olma ihtimalim yüksekti. Ama o buna aldırmamakla birlikte, üstü çıplak geziyordu. Gerçi daha kalkmamıştı ama en azından dün öyleydi.
Kahvaltı hazırlayamazdım, çıkmam gerekiyordu. En iyisinin not bırakmak olduğuna karar verip kağıt kalem aramaya başladım. Mutfakta tezgahın üstünde duruyordu.
"Sevgili Kıvanç...
Sen bunu okuduğunda ben çok uzaklarda olacağım. Okulda. Beni arama ve kendi kahvaltını kendin yap. Görüşürüz." Zaten Neslihan abla işten bir süreliğine ayrılmıştı. Artık beni beklemesi saçmaydı. Bir şekilde kendi işini kendisinin görmesi lazımdı.Altıma siyah bir pantolon geçirip evden çıktım. Acaba nasıl görünüyordum? Saçlarımı düz seviyordum ama hiçbir zaman kendiliğinden düz olmamıştı. Sürekli dalgalıydı. En iyisinin toplamak olduğunu düşündüm ve ince saçlarımı küçük bir tokayla at kuyruğu yaptım. Pantolon oldukça dardı ve ben dar giysilerin içinde rahat edemiyordum. Herkesin bana baktığını falan düşünüyordum ama tabiki böyle birşey yoktu. Yani kısacası paranoyaklaşmıştım.
Elimi pantolonun cebine soktuktan sonra telefonumu çıkardım ve karıştırmaya başladım. Ecrin'den mesaj gelmişti.
"Canım arkadaşım, nasılsın?" Özlemiştim. Görüşmeyeli kaç zaman olmuştu.
"İyiyim bir tanem sen nasılsın? Nasıl gidiyor?" Belki de onu bırakıp gittiğim için bana kızgındı? Okula gitmek yerine onun yanına gitmeliydim. Aramızın açılmasını istemiyordum. Tek arkadaşım Ecrin'di.
Yurt bizim eve oldukça yakındı. Eğer vaktim kalırsa okula da uğrayabilirdim. Ders dinleyecek halim yoktu ama mecburdum. Bir süreliğine dondurmuştum, gitmesem olmazdı.
Yurt kapısının önüne geldiğimde eski anılarımı hatırladım. Fakat sonra hatırlamamam gerektiğini anladım. Burada hiç iyi anım yoktu, hep bir bağırışmalar, kavgalar, gürültüler... Ecrin'i gördüğümde sımsıkı sarılmak için koştum. Elimi boynuna doladım.
"Nerdeydin sen?" dedi beni görünce. "Ah pardon. Yeni ailen almıştı değil mi seni?" Geri çekildi.
"Yapma böyle. Sen benim tek arkadaşımsın." Arkadaş... görüşmemek de arkadaşlıktan sayılıyor muydu? Ne yapsa haklıydı, uzun zamandır ne aramış ne de sormuştum.
"Gerçekten arkadaş mıyız Rabia? Bu mu arkadaşlık? Bir tek gittiğin zaman görüşmüştük bir daha ne ses var ne seda..." Yurtta diğer kızlarda yanımıza gelmişti. Aslında hiçbirisiyle konuşmuyordum ama çoğu Ecrin'in arkadaşıydı.
"Kızlar bakın, Saray'ın Kızı gelmiş." Orada yaşıyorum diye beni zengin zannetmişlerdi. Halbuki zenginlik nedir hala bilmiyordum. Parayı çarçur etmek mi, yoksa istediğini yapmak mıydı zenginlik?
"Kızı doldurmayın. Hem, işinize baksanıza siz." Herşeye burunlarını sokmasalar olmazdı.
"Biz artık arkadaş değiliz," dedi Ecrin gözleri dolarak. "Git ve yuvana dön. Zengin kızısın sen. Benim gibi yetimle bir işin olmaz." Bağırmak geliyordu içimden. Bütün herşeyimi dışa savurmak. Yapamazdım, çünkü bu sefer o haklıydı. Zenginlik herşeyi değiştiriyordu. En önemlisi paraydı. İnsanı başka bir biçime sokan oydu. 1 ay önce buradan çıktığımda kıyafetlerimin çoğu eskimişti. Şimdi... yepyeni kıyafetler giymiştim. Ailem vardı. Daha tanımamış olsam bile.
Koşarak içeri girdi Ecrin. Bende gittiğini gördükten sonra Saray'a gitmek için yol almıştım bile. Artık kimsem yoktu. Herşeyimi kaybetmiştim. 17 senem yok olmuştu. Gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum. Hepsi birer birer dışarı çıkmak için can atıyorlardı. Elimin tersiyle sildiğim gözyaşlarının haddi hesabı yoktu.
Telefon çalıyordu. İçimde savaştığım gürültüyle telefonun sesi karışmıştı. Ne konuşacak ne de elimi kaldıracak halde değildim. Kendimi hissetmiyordum. Duygularım birbirleriyle savaşıyorlardı. Ve maç bitmişti. Kazanan yine her zaman ki gibi yalnızlık olmuştu. Ben yalnızdım. Bunu kabul etmem gerekirdi. Hayatımdaki herkes yok olacaktı dünyanın sonu gelmeden. Günden güne eriyecektim bunu biliyordum.
Israrla çalmaya başlayınca açmak zorunda kaldım telefonu. Kimin aradığına bile bakmamıştım.
"Alo?" Sesim boğuk çıkmıştı.
"Rabia birşey mi oldu, sesin kötü geliyor?" Evet olmuştu. Ama bunu ona nasıl söyleyebilirdim? Yurtta olduğumu bile bilmiyordu.
"Kıvanç, yorgunum sadece. O yüzden halsizim." Söyleyecek başka bir yalan bulamamıştım. Hem, bu yalan değildi, gerçekten yorgundum. Beden olarak çökmüş hissediyordum. Ruhsal olarak da dengemi kaybetmiştim, takla atıp düşebilirdim.
"Pekala," dedi ve birşeyler yaptığını duydum. "Eve gelmek istersen kahvaltı hazırladım." İyi birisiydi o. Kötü niyeti olabiliyordu ama şuan benimle en kötü insan bile konuşsa iyi niyetli gelirdi.
"Geliyorum." Bu halde gidemezdim. Gözyaşlarım göz altlarımı morartmıştı. Ağladığım her halimden belli oluyordu. Peki şimdi ne yapacaktım? Telefonumun ön kamerasını açtım ve kendime baktım. Çok kötü gözükmüyordum. Üstelik bir de yağmur yağmaya başlayınca ıslandığımı söyleyip birşeyler uydurabilirdim.
Telefonu kapattım ve yola devam ettim. Kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra saçlarım ıslak bir şekilde içeri girdim. Keşke montumu alsaydım diye küfür ederken salonda oturan Kıvancı, televizyon izlerken buldum. İlk defa bir şeyi pür dikkat seyrediyordu. Yüzü kızarmış, alnında bir sivri hat belirmişti. Anahtarımı portmantonun üstüne asarak yanına oturdum.
"Ne oldu?" diye sordu. Nereden anladığını bilmiyordum. Tuhaf olan da buydu.
"Birşey olduğunu nereden biliyorsun?"
"Telefonda konuşmuştuk ya. Sesin kötü geliyor demiştim hani." Aa doğru ya. Salak kafam!
"Acıktım ben. Hani kahvaltı hazırdı? Pis yalancı." Evet konuyu değiştirmek için yapabiliceğim başka birşey yoktu. Dolayısıyla bu yola başvurmuştum.
"Hazır işte. Bak orada." Eliyle kahvaltı masasını gösterdi. Çoktan masanın baş ucuna oturmuştum bile. Kıpırdamadan öylece televizyona bakıyordu.
"Sen yemeyecek misin?" diye sordum. Kafasını benim olduğum tarafa çevirdi.
"Yok ben yedim. Çıkacağım şimdi." Olduğu yerden doğruldu ve yukarı çıktı. Ben gelmeden önce niye giyinmemişti? Tuhaflık abidesi olduğunu bir kez daha kanıtladı doğrusu. Geldiğim günden itibaren Şebnem hanımı ve Sinan beyi hiç görmemiştim. Tatile çıkmışlardı ama bu kadar uzun bir tatil olamazdı. Ben böyle düşünürken Kıvanç çoktan beyaz gömleğini ve kot pantolonunu giymişti bile. Benim anahtarımı portmantodan aldı ve ince bir hareketle kapıyı açtı.
"Nereye gidiyorsun?" diye sormadan edemedim. Bakışlarını üzerimde kilitledi.
"Unutma ki, benim bir işim var. Senin gibi aylak aylak gezinmiyorum." Ne yani ben mi aylak aylak geziyordum? Bu çocuk fazla nankördü!
"Ne kızıyorsun be! Tamam git bişey demedik." 'Zaten diyemezsin' der gibi bir bakış attı ve kapıyı sertçe kapattı. Ne diye önemsiyordum ki sanki? Bu çocuğu sevmiyordum, davranışlarını da öyle. Çok soğukkanlı ve değişik bir insandı. Hatta insan mıydı onu bile bilmiyordum. Gidecek yerim olsa tabiki burada kalmayı seçmezdim. Zaten beni istemediği ortadaydı. Sığıntı gibi yanında kalmaktan çok yalnız olmayı tercih ederdim. En azından yalnız olduğunda kimsenin sert bakışlarını çekmek zorunda kalmıyorsun. Kahvaltı masası öylece duruyordu. Hiçbirisine dokunmamıştım. Adamda iştah mı bırakırdı!
Sandalyeyi arkaya itip masadakileri birer birer mutfağa götürmeye başladım. Sonunda bittiğinde, mutfakta bir yığın bulaşık çıkmıştı. Sadece bununla da kalmıyordu. Çamaşır makinesinin üstü Kıvanç ayısının kıyafetleriyle doluydu. Yatağının üstü dağınıktı. Bütün bunları nasıl toplayacaktım!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARAY'IN KIZI
ChickLit"O an kalbime bir bıçak saplanmıştı. Kıvanç benim gibi değildi. O, asla ve asla sır perdesini kendisinden başkasına aralamayan, ölümden korkmayan ve gayet soğukkanlı biriydi. Ben ise onun aksine, her dediğine inanabilecek saf bir kızdım. İkimiz de z...