Çevreye öylece bakınmakla meşguldüm. Kesin birşey olmuştu. Birşeyler ters gitmişti. Zaten işler ne zaman yolunda gidiyordu ki? Sanki hayattaki herşey yolunda gitmemeye yemin etmişti. Bu kadar yıkım insanoğluna fazlaydı. Yaşantısından dolayı artık çökmüştü. En önemlisi de ben, Kıvanç beyi beklerken çökmüştüm.
"Beni mi arıyorsun?" dedi tanıdık bir ses. Bu kişi Kıvanç'tı. Sonunda gelebilmişti, donmuştum.
"Nihayet. Hadi bin arabaya." Anahtarı bana doğru fırlattı bende havada kaptım. Sürücü koltuğuna oturup anahtarla arabayı çalıştırırken birden gaza yüklendim. Buradan bir an önce gitsek iyi olurdu çünkü biraz daha durmaya devam edersek kurtlar sofrasında yem biz olacaktık. Ben bu durumda yüzümü buruşturmakla yetinsem de Kıvanç, bana bakıp sırıtmakla meşguldü.
"Ne sırıtıyorsun sen öyle? Hadi diyelim beni bıraktılar. Sonuçta bir suçum yok. Seni bırakacaklar mı sanıyorsun? Bu borcu ödeyene kadar peşindeler oğlum senin." Bu adamlardan borç aldığına göre biraz yüklü bir miktar almıştı ve bu kadar parayla ne yaptığını düşünmeye çalışıyordum. Aslında herhangi bir düşüncem yoktu. Kafamdaki düşüncelerimi netleştirmeye çalışırken bir an önce eve gitmek için can atıyordum. Bugün için bu kadar panik ve heyecan yeter de artardı.
"Sen beni düşünme. Polis tanıdıklarım var. Paralarını verip çenelerini kapatırım." Ukala. Parayla ne yapabilecek çok merak ediyorum. Gerçi, istediği herşeyi yapabilir ya neyse.
"Tefecilere borcun var ve sen polisle bu konuyu kapatabileceğini mi zannediyorsun?"
"Zannetmiyorum, öyle." Gerçekten zengin olmanın o kadar çok avantajı vardı ki...
"Nasıl biliyorsan öyle yap." Bu çocukla konuşulmazdı. Kendi dediği yanlış olsa bile zeytinyağı gibi üste çıkmayı başarırdı. Böyle insanlardan nefret ediyordum. Benim tabirimle tam bir ukala insanoğluydu.
Arabayı daha hızlı çalıştırırken virajlardan rahat bir şekilde dönüyordum. 17 yaşındaydım ve ehliyetim yoktu ama küçükken yurttan kaçtığım zamanlar araba kullanmaya giderdik. Bir büyüğümüz bizlere araba kullanmayı öğretirdi. Onun sayesinde ince detayları öğrenebilmiştim.
Evin önüne geldiğimizde hızlı bir şekilde kapıya en yakın olan tarafa arabayı park ettim. Evet belki onlardan birisi arabayı burada gördüğünde evde olduğumuzu anlayabilirdi ama daha iyi planlarım vardı. Bunları uygulamak için çok erken diye düşündüm ve daha sonra uygulanacaklar listesine ekledim.
"Kapıyı aç," dedim sinirle. Anlamamış gözlerle bana bakıyordu. Zaten genelde hep böyle bakardı.
"Anahtar bende değil," dedi gözlerini benden ayırmayarak. Yüzümü buruşturdum.
"Ah, pardon bendeydi." Sağ cebimden anahtarı çıkartıp kapıyı açtım. İçeri girdiğimde üçlü koltuğa attım kendimi.
"Sayende günüm berbat oldu." Kolumu kıpırdatacak halim yoktu, bugün sadece uyumak istiyordum.
"Borç benim borcum. Seni kaçıracağı aklımın ucundan bile geçmemişti." Beni kaçırmasının da mantıklı bir açıklaması olamaz diye geçirdim içimden. Değerlisi falan değildim neden kaçırmak istemişti ki?
Telefonumu kurcalayıp ön kamerasından kendimi inceledim. Tamam, telefonun ön kamerası pek iyi değildi ama şuan bende iyi değildim. İğrenç gözüküyordum. Kıvanç nasıl benden soğumamıştı?
Kendimi görüp korkmam bir olmuştu dolayısıyla telefonu koltuğa attım. Başım çok fena ağrımaya başlamıştı. Genelde yorulduğum veya halsiz olduğum zamanlar ağrırdı. Bu seferki kesinlikle yorgun olmam yüzündendi.
"Rabia," dedi Kıvanç yüzüme dik dik bakarken. Yine ve yine yüzünde hiçbir hat oynamamıştı. Doğruyu söylemek gerekirse şaşırmamıştım.
"Efendim Kıvanç, yine ne oldu? Başımız bir kere olsun dertten kurtulmamak zorunda mı?"
"Başımızda bir derdin olduğunu nereden anladın?"
"Zor durumlarda çenende sadece küçük bir çizgi ve alnında bir hat beliriyor. Bunu anlamak zor değil,bayım." Yapmacık bir şekilde gülümsedim. Onun yüzünden başım belaya giriyordu ama yaşantımın da eğlencesi çıkıyordu. O olmasaydı ben nasıl sevinecektim?
"İyi çözmüşsün. Özelden birisi arıyor da onu söyleyeyim dedim, belki merak edersin." Ben? Onu? Merak mı edeceğim? Hahaha. Bak işte en çok buna gülerim.
"Ah... öyle çok merak ediyorum ki. Acaba kim arıyor..." Tabiki borçlu olduğu adamlardan birisi arıyordur. Yada dur.. kesin eski sevgilisi Derya, merak etmiştir de ulaşamayınca -eve gelemediği için- telefonla aramaya kalkmıştır. Hayır, bunlar olamaz. Neden özel numaradan aramaya çalışsınlar ki?
"Şimdi bunları konuşmak istemiyorum. Susar mısın, uyuyacağım." Gerçekten uyuyabilsem müthiş olacaktı ama sonuç olarak uyuyamamıştım. Zaten ben hiçbir zaman kafasını yastığa koyup uyuyanlardan olmamıştım. Yurtta kaldığım zamanlar Ecrin'le yatmadan önce birbirimize masallar anlatırdık. Sıra bende olduğu zaman, hikayeyi bitirmeden Ecrin uyurdu. Onun varlığı beni en çok sevindiren şeydi ama şimdi Kıvanç'ın yanımda olduğunu hissetmem bile mutlu olmama yetiyordu."Rabia uyudun mu?" Kıvanç'ın sesini tam onu düşünürken duymam ürpermeme neden olmuştu. Nasıl bir insandı ki böyle bir duruma denk getirmişti?
"Uyudum. Hala uyuyorum." Aslında böyle bir durum söz konusu değildi. Ben hiçbir zaman bir anda uyuyamamıştım. "Birşey mi diyecektin?"
Arkam dönük olsa da bana dik dik baktığını görebiliyordum. Genelde gıcık olduğunda bunu yapardı.
"Sabahlayalım mı diyecektim, ben bu saatte uyuyamam." Sanırım beyfendinin benim uykuma kastı vardı.
"Sabahlarsak beni kaldıramazsın." Sabahladığım zamanlar akşama kadar yatıyordum ve beni uyandırmak imkansız bir hal alıyordu.
"Sen yarın okula gitmeyecek misin?" Kaydımı dondurmuştum ve Kıvanç bunu bilmiyordu. Bunu ne kadar söylemek istiyordum bilmiyorum ama söylemeye niyetim yok gibiydi.
"Okula gitmek istemiyorum, evde yatarım diye düşündüm." Evet, güzel düşünmüştüm fakat asıl soru 'Kıvanç bunu öğrenince hangi küfürleri edecekti?' Bunu hangi ara cevaplayacağım bilmiyordum sonuçta cevaplanacaklar listesi tıka basa dolmuştu.
"Güzel düşünmüşsün. Ben filmleri seçeyim sen de mutfağa gidip mısırları patlat." Emir verilmesinden hoşlanmazdım ama bunu söylerken emir kipi kullanır gibi bir halde değildi. Çareyi kabul etmekte buldum. Zaten bu saatte uyuyamazdım ama film izlemek isteyeceğim en son şeydi.
Kafamla onayladım ve koltuktan doğrularak mutfağa gittim. Yürürken biraz sendelemiştim, uyku sersemi olunca böyle oluyordu. Mutfağın yönünü başta şaşırsam da, başımın dönmesi geçince hatırlayabildim. Herşey güzel de tencereni yeri neredeydi?
"Kıvanç, bir gelir misin?" Fazla uykulu olduğum için sesim çıkmamıştı ama o kadar da çok rahatsız edici değildi. İlk zamanlarda bu eve geldiğimde Şebnem hanım'ın Kıvanç'a seslenişini hatırladım. Aynı benim gibi seslenmişti. Bu durum hafif sırıtmama sebep olmuştu.
"Tencerenin yerini soracaksın değil mi?" Bu çocuk benim içimi mi okuyordu?
"Nereden anladın?"
"Az önce dışından konuştun." Sırıttı. Bu sırıtması çok güzeldi. Acaba içimde ona karşı birşeyler mi oluşuyordu? Aşk? Nefret? Öfke? Hayır. Bunlar değildi, olamazlardı da. Ben ona karşı içimde birşey besleyemezdim. O bana uymuyordu. Biz farklı dünyaların insanlarıydık.
"Ah çok güzel... şimdi gel ve tencereyi çıkar." Ağır hareketlerle yanıma geldi. Yüzüme hiç bakmadan alt raftaki tencereyi çıkartıp tezgahın üzerine koydu. Buraya geldiğimden beri hiç yemek yapmamıştım. Hatta bir ara yaparken bile Kıvanç yüzünden vazgeçmiştim. Kendi kaşınmıştı, ben ne yapabilirdim?
"Sağ ol," dedim tezgahın üstünden tencereyi alırken. Mısırın bir kısmını tencereye koydum. Tencereyi ocağa alırken yağı da bir yada iki tur üzerinde gezdirdim ve ocağın altını çakmakla yaktım. O orada olurken kahvenin suyunu koydum.
"Kahveleri sen alırsın, hepsini taşıyamam." Biraz nazlı bir kız olduğumu kabul edebilirdim. Kıs kıs güldüğünü duyarken bunun 'evet' demek olduğunu düşündüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARAY'IN KIZI
Chick-Lit"O an kalbime bir bıçak saplanmıştı. Kıvanç benim gibi değildi. O, asla ve asla sır perdesini kendisinden başkasına aralamayan, ölümden korkmayan ve gayet soğukkanlı biriydi. Ben ise onun aksine, her dediğine inanabilecek saf bir kızdım. İkimiz de z...