10. Bölüm

64K 3.3K 85
                                    

Yorumlarınıza cevap veremedim, lütfen affedin.

En kısa zamanda cevaplayacağım :*


***


Sevda yüreğe bağlanmış kara çaputları koparıp en parlak renkler ile nakşetmekti kalp hizasına. Ruhun her bir yerine tuvalden fırlayan en canlı renkleri bezemekti belki de. Bazı yürekler vardı ki kara çaputları söküp yine zift karası bir yol yaptırırdı benliğe. Bazen ölmek de sevmek kadar sıcak gelir, bazen de buz tutmuş bir kalp kadar soğuk...


Ölüm salt bir acıydı. Giden için, kalan için ciğerleri boğan bir çığlıktı. Bağıra, bağıra kazımaktı içini yakan hissi bedenine. Birinin ölümünden haber almak, birinin ölümünde yanında bulunmak, birinin ölümüne eşlik etmek... Zaman geçiyor, yapılacak işler, gidilecek yerler, okunacak şeyler varken, tüm ciddi problemleri önüne serdiklerinde hepsi unutuluyor sanki. Sanki bir anlığına sende ölenle ölüyorsun, fakat aynı zamanda nefes alıyorsun. Doktor Tayfun kardeşi bildiği adamı hayata döndürmek için gözlerinden akan yaşları dahi silemiyordu.


"Durumu nasıl? İyi mi?" diyen yanındaki mesai arkadaşına yutkunarak baktı. Mesleği gereği soğukkanlı olması gerekirken, kanı kaynıyordu.


"Hayır, lanet olsun... Onu kaybediyorum!"


Sesler netleşmiyordu çünkü Cesur'u alan şeye karşı koyuyordu Tayfun, elindeki cihaz sanki tonlarca ağırlıktaymış gibi, sanki eline yapışmış gibiydi. Gözyaşlarını geri iteleyerek derin bir nefes alıp burnunu kabaca çekti. Bir kaç çizgi görebilmek ne güzeldi, çizgiler bile yaşadığını söylüyordu. O çizgilerin birleşerek sonsuzluğa uzanışını izlemek istemiyordu. Kalk, kalkalım diye geçirdi içinden. Sanki Cesur onu duyabilecekmiş gibi içten içe onla konuşuyordu.


"Bakmıyor, hiç oralı olmuyor..." diye mırıldandı istemsizce. Ardından çaresizce fısıldayarak devam etti. "Nefes al! Şekillendirilmiş bu dünya havası gönderiyorum, hiç oralı olmuyorsun, hiç bakmıyorsun, duymuyor musun? Cesur!"


Ritim yok. Kalbinin üstünde, yanında Tayfun... Karanlık ve ses bulanık bir yankıyla geliyor, gelmesin demenin hiçbir şeye hayrı yok. Elinden düşen cihazlar ile gözyaşları tekrardan akmaya başladı. Sesler yerine oturmaya başladığında, gözleri bulanık bir hayalden çıkıyormuş gibi terli, yorgundu.


Adım adım, hızlanarak süreç kendini bitiriyordu. Tayfun yorgun adımlarını çıkışa yöneltti. Kapılar açıldığında dışarı çıktı ve başını kaldırdı. Bakışlar, dualar, korumalar, kargaşa, sonunda sessiz bir çığlığa dönüştü kısa bir süreliğine umutsuzluk. Uzaklaşan uzaklaştı. Kalan eli yüzünde, adı dilinde, ardı ardında, acı içerde, yanık kokusu odada kaldı. Ölüm haberini vermek, yanan insan cildinden yükselen dumandır. Kimse duymayı sevmez, ama duyulur sonunda.


"Tuncel baba... Cesur'u-"


Tuncel baba dolu gözlerini genç doktora çevirdiğinde sanki hastane dönüyordu. Gidenin geri gelmeyeceğini anladığı, iliklerinde hissettiği ve çok özlediği zaman iplerin koptuğu, perdenin kapandığı, şalterlerin indiği andı.


"Gir lan içeriye! Gir ulan Tayfun!" diye kükrediğinde tüm hastane çalışanları sıçrayarak yaşlı adama çevirdiler başlarını. Tayfunda yüzündeki yaşları silip, başını eğdi ve "Baba-" dedi fakat Tuncel baba onun sözünü hızla kesti.

KOR KIZILI #wattys2022Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin