Bir çift eli tutmak değildir aşk. Uzun uzun sarılmak da değildir. Aşk kendini kaybetmektir. Aşk tutamadığın elleri düşlemektir...
Ne güzel de demiş değil mi yazar? Aşk; ne dokunmaktır ne de yan yana yaşamaktır. Aşk hissetmektir. Tüm iliklerine kadar yaşamaktır. Kalbi heyecanlandırmaktır aşk, yüzün masumane kızarmasına neden olmasıdır. Aşk her şeyden öte hayal kurmaktır. Ona dokunduğunu, elini tuttuğunu, öptüğünü düşlemektir. Bende onu düşlüyorum biçare, bende hayaller kuruyorum biçare. Hayatım boyunca gerçekleştiremeyeceğim hayaller kurmak bana göre olmamıştır. Herkes başını yastığa koyduğu an ya düşüncelerin içine dalış yapar ya da hayaller içinde bulur kendini. Bense direk kendini uykuya teslim edenlerdendim. Hayal kurmak bana göre değildi çünkü. Ben anı yaşamak isteyenlerden olmuşumdur her zaman. Ama son bir aydır eski 'ben' yoktu ortalıklarda. Yerime tamamen zıttım olan bir kişi gelmişti ve bu yeni kişilik beni hem hayal kırıklığına uğratıyordu hem de tamamen yeni bir 'Kelebek' oluşturuyordu. Buzlar Kraliçesi değil de Aşk Kraliçesi olarak davranıyordu. Ben bu değildim. Ben soğuğun vücut bulmuş hali, herkesin uzak durduğu Buzlar Kraliçesi'ydim. Aşk yoktu benim kitabımda, olmamalıydı da. Peki neden şimdi her yastığa baş koyduğumda 'onun' silüeti beliriveriyor gözlerimin önüne? Neden sürekli onunla ilgili düşünceler akın ediyor beynime? Neden onun da içinde olduğu hayaller kuruyorum? Kurtulmak istiyorum bu duygudan, kurtulmak istiyorum bu benlikten. Kurtulmak ve eski benliğimde hayat bulmak!..
Kitaptan başımı kaldırıp bakışlarımı her gün bilgisayarda haber okuyan Çenebaz'a çevirdim. Okuduğu haberlere sürekli aynı eylemi gösteren 'cık cık cık' ifadesi sinirimi bozsa da yine de tepki gösteremiyordum. Uyardıktan bir dakika sonra yine kendi bildiğini okuyacağını bildiğimden o sesleri duymamaya çalıştım. Ben çok uzun evvel bıraktım haber izlemeyi, gazete okumayı. Ne televizyonlarda, ne gazetelerde, ne de radyo haberlerinde doğru düzgün haber yoktu. Var olan tek şey; ya şehitler, ya kadın şiddeti, ya da tecavüz haberleri... Ülkemizde olup bitenler sadece bunlardan ibaret olduğu için haber izlemeye ya da okumaya gereksinim duymuyordum. İnsan yüreği de belli bir noktaya kadar dayanabiliyordu bu vahşetlere, bu acılara. İnsan çok şey demek istiyor bu yürekleri bunaltan olaylara, bu yaşanan boktan şeylere. Her ne kadar ülkemizde demokrasi ve özgürlük olsa da kimse istediğini hür bir şekilde dile getirmiyor. Daha doğrusu getiremiyor. Çünkü ağzını açsan suçlu oluyorsun, vatan haini olarak damga yiyorsun. Kendi doğrularından çok başkalarının doğruları doğrultusunda yaşamak zorunda kalıyorsun. Hani nerede özgürlük, hani nerede demokrasi? Neyse... Haber okumaya tamamen dalmış olan Çenebaz'ı umursamayarak kitabıma geri dönüş yaptım.
Göz kapaklarım kendini yavaştan uykuya teslim edeceği sıralarda ''Kelebek'' diye seslenen Çenebaz'ın sesiyle irkildim. Şaşkınca etrafa göz gezdirirken gözlerim, anlamsız bir ifadeyle bana bakan Çenebaz'a takıldı.
-Saat 5'e geliyor, hazırlanmayacak mısın? Diye sorduğunda bakışlarım bu sefer masamın üzerinde duran ve en yakın arkadaşım olan Elif'in bana hediye ettiği saate çevrildi. Saatin beş olmasına beş dakika vardı. Hızlı hareketle çantama telefonumu, ajandamı ve şarj aletini koydum. Tabiri caizse tıkıştırdım iyice. Çantamı hazırladıktan sonra açık olan bilgisayarımı da kapattım ve odadan çıkışımı yaptım. Çenebaz kapıyı kitlerken bende yavaş adımlarla merdivenlere doğru yol aldım. Kapıyı kilitleyip yanıma gelen Çenebaz'la merdivenleri aheste aheste iniyorduk. Her zaman ki gibi lakabının hakkını veriyordu. Arada nefes almayı unutma, diyeceğim ama bozulmasından çekiniyordum. Ama bu kadar hızlı konuşmaya devam ederse nefesi artık başka yerinden alacaktı. Okul kapısına yaklaştığımız sıralarda yanımıza yaklaşan arabayı görmemle, kalbimin atışlarındaki düzensizliğin başlaması uzun sürmemişti. Bir insan birinin varlığıyla bu denli heyecanlanabilir miydi? Bir insan konuşmadığı halde bir insanın elini ayağını birbirine dolayabilir miydi? Onu her gördüğümde kalbim adrenalinin doruk noktasını yaşamışçasına gümbür gümbür atmaya başlıyor. Onu her gördüğümde elim ayağım birbirine dolanıyor ve nasıl hareket edeceğimi bilemez hale geliyorum. Heyecandan soğuk soğuk terlemelerimi saymıyorum bile. Varlığı yetiyordu beni heyecanlandırmaya, varlığı yetiyordu kendimi kaybetmeye. Nesin sen böyle be adam?..