Elimdeki telefona hala şaşırmış şekilde bakınıp duruyordum. Aynı mesajı belki onuncu kez okuyuşumdu ama hala idrak etmekte zorlanıyordum. Dudak kenarlarım benden bağımsız hafif yukarı doğru kıvrılmıştı. Kıvrılmanın ardından dudaklarımda birbirinden ayrılarak dişlerimi ön plana sokuyordu. Herkesin deyimiyle otuz iki diş sırıtıyordum yani. Kartal Hoca bana mesaj atmıştı. Bu.. Bu çok şaşırtıcı bir durumdu. Hem ortada mesaj atmasını gerektirecek bir durum yoktu hem de numaramı kendim vermemiştim. Sahi bu adam numaramı nereden bulmuştu?
Numaranın üstüne tıklayıp, rehbere kaydet bölümüne girdim. En azından onun numarasına ulaşabilmiştim. Kendi sayesinde.. Telefonun klavyesi açıldıktan sonra 'Kartal Hoca'yı ne olarak kaydetsem?' diye düşünmeye başladım. 'Kartal Hoca' yazsam çok basitleştirmiş olurdum. 'İmkansızım' yazsam bu da çok ergence olurdu değil mi? Ne yazsam... Ne yazsam... Buldum!
YEŞİLİN İMKANSIZLIĞI!..
Rehbere kaydettikten sonra tekrar mesaj bölümüne giriş yaptım. Dakikalardır beynimi yiyip, bitiren soruyu sordum nihayetinde.
Gönderilen: Yeşilin İmkansızlığı
Mesaj: Merhabalar! Kabalığım için kusura bakmayın ama numaramı nereden buldunuz acaba? Açıkçası çok şaşırdım mesajınıza.
Gönderildiğine dair ileti mesajının gelmesiyle, elimde telefon heyecanla beklemeye koyuldum. Aradan beş dakika geçmişti ama hala mesaj gelmemişti. Umudumu kesmiştim artık gelecek olan mesajdan ve yatağımdan hızla kalkarak giysi dolabımın önüne geldim. Kapağını açtıktan sonra pijamalar bölümünden gri polar takımlarımı çıkardım ve dolabın kapağını geri kapattım. Önce alt kısmını daha sonra da üst kısmını üstüme geçirdikten sonra, çıkan kıyafetleri de kirli sepetine postaladım. Giyinmemin ardından, soluğu mutfakta aldım. Mutfak tezgahının önüne geçmiş, ne pişireceğimi düşünüyordum ama aklıma bir fikrin geldiği yoktu. Sahi ev hanımları ve analarımız her gün her gün nasıl menü oluşturuyorlar usanmadan? Gerçekten kıymet bilinecek varlıklarımız onlar. Özellikle analarımız... Onlar eli öpülesi en değerli varlıklarımız. Bilelim analarımızın kıymetlerini, öpelim ve sarılalım doyasıya.
Hala ne pişireceğim konusunda bir karar verememiştim. En iyisi her zaman ki yerden ev yemeği siparişi vermekti. Sonuçta onları da yapan bir anne eliydi. Yatağıma doğru yöneldim ve yatağımın üzerinde duran telefonumu alarak, her zaman sipariş verdiğim yerin numarasını rehberden buldum ve arama tuşuna bastım. İki çalmadan sonra ahizeden yanaklarını sıkmamak için zorlandığım ton ton teyzemin sesi yankılandı ve sevinçli bir şekilde:
-Buyurun Anne Eli Ev Yemekleri.
+Merhabalar Hediye Teyzem nasılsınız? Diye şakıdım. Seviyordum bu teyzeyi. O kadar tatlı ve şeker bir suratı var ki, insanın yanaklarını sıkıp öpesi geliyordu. Her zaman ki sevecen sesiyle:
-Sana da merhaba kızım. İyi diyelim iyi olsun evladım. Bugün ne yemek istiyorsun bakalım?
+ Nelerin var bakalım pamuk teyzem? Dediğim de ahizenin diğer ucunda kıkırdadığını duydum. Onunla beraber bende kıkırdamıştım.
-Kuru fasulyem, sarımsaklı köftem, mantım, nohut yahni, et ve tavuk sote, meyhane pilavı... Varda var kızım. Senin ne istediğin belli aslında. Sarımsaklı köfte dediğimde ağzının suyu akmıştır eminim. Pek seversin sen kuzum, dediğinde kahkaha attım. Benim neleri sevdiğimi benden iyi biliyordu doğrusu. Annem pek yapamazdı böyle yemekleri. Herkesin bildiği soğan, yağ, salça üçlüsünden oluşan sulu yemeklerden başka pek bir şey bilmezdi. Bizde her zaman dışarıda yapılanlardan yerdik. Ton ton teyzemi hiç bekletmeden siparişimi verdim: