4 MELEK- BAŞLANGIÇ

605 59 46
                                    

 *Merhaba, küçük bir duyuru. İlk altı bölüm iki yıl önce yayınlanmıştı bu yıl kitabımı düzenleyerek kasım ayının beşinde yeniden yayınlamaya karar verdim. ilk altı bölümde /DÜZENLENDİ./ yazması bu yüzdendir. Bu arada kitabımı okuduğun için şimdiden teşekkür ederim.  

/DÜZENLENDİ./

İstanbul... Ruhunu teslim ettiğin, bedenin her şeye inat ayakta tuttuğun şehir. Anılarına, sığdırdığın günahlarına ortak ettiğin şehir. Yaşam sevinciyle, ölüm kokusunun karıştığı şehir; İstanbul.

İlk olarak Lidya... Babası kendi alanında gayette iyi olan bir cerrahtır. Özel bir hastanede çalışmakta. Annesi ise hostes fakat uzun bir süre önce mesleğini bıraktı. Onları yaşadıkları şehirden Ankara'dan, ayıracak şey babasının çalıştığı hastanenin İstanbul'daki hastanesine tayin etmesi. Elbette İstanbul'a taşınacaktılar fakat Lidya'nın kafasını karıştıran şey babasının bunu kabul etmesiydi. Çünkü babası Ankara'yı çok fazla seviyordu. Ama kafasında dolaşan bu soruyu pek önemsemeyip aklının en ücra köşelerine göndermişti. Belki babası Ankara'yı çok fazla seviyordu ama onun pek sevdiği söylenemezdi. O kaybolmayı severdi, kaybolmak ve yalnız kalmak...

Bazen kendi içinde, duygularında bile kaybolurdu. Kendini bulması zaman alırdı tabi. Sonra eskisinden daha karışık olurdu, duyguları ve düşünceleri sanki ona inat daha bir dağılır ve birbirleri içinde kaybolurdular. Ama Ankara'da bu mümkün değildi. Ezbere bilirdi tüm sokakları, nasıl kaybolacaktı ki ezberine bildiği sokaklarda. Ama yeni bir şehir ona iyi gelebilirdi. O İstanbul'da kaybolacaktı, o gizli sokaklarda bilmeceleri bulmaya çalışırken kaybolacaktı. Son kez adımlarını atıyordu ezberine bildiği bu sokaklara.

Korhanımız... Onu en belirgin özelliği kesinlikle soğuk bakışları. Sıcacık bakışları bile buza çevirebilecek bir soğukluk. Mezar taşına dokunurcasına düşünün onu. Zaten o da yaşayan bir ölüydü. Onu bu hayatta tutan bir şey yok aslında ama sanki geçmişindeki "Çıkıp gitmedim buradayım." diyecek gibi yaşıyor işte. Ki karşısına çıkıp buradayım dese ne yapacağını da bilmiyor ama neyse...

Yaşadığı şehri pek sevmezse de İstanbul'dan kurtarıyordu onu, Geçmişinin izini taşıdığı o sokaklardan. Antalya da tek başına yaşıyor. Ailesi ise İstanbul'da yaşıyor ve gayette maddi durumu iyi olan bir aileye sahip. Buraya taşınmasın da onların pek izni olmasa da Korhan'ın bunu umursamadıklarını biliyorlardı. Elbette bu ülkeden gidecekti ama şimdi zamanı değildi. Tabi farkında değildi geçmişinin izi dolu olduğu o şehre hapis olacağından. Günün sonunda babasının onu arayıp sert ve bir o kadar otoriter sesi ile "İstanbula geliyorsun!" demiş ve Korhan'a cevap hakkı vermemişti. Ve elbette Korhan gitmeyecekti. O nasıl umursamıyorsa çevresini, çevresi de artık onu umursamıyordu. Umurunda mıydı? Hayır. Yalnız kalmaya, terk edilmeye alışmıştı o. Hep bir şeylerden kaçtı, kaçmaya da devam ediyor. Bazen insanlardan, bazen anılarından ama en çok geçmişinden. Şimdi en çok kaçtığı şeyin ana merkezine gidecekti. İstememesi umurunda değildi kimsenin.

Alina... Bu yolculukta sürekli tereddüt edecek kişi o. Hep bir yerde duraklayacak kişi. Güçsüz değil! Sadece sessiz biri o. Öylece kendi dünyasında sıkışıp kalmış. Bir süre sonra kendi isteğiyle kalmıştı o dünyasında. Ne onu kurtaran vardı, ne sessiz çığlıklarını duyan.

İzmir'i seviyordu. Ailesi ile birlikte yaşıyordu. Babası savcı, annesi ise özel bir şirkette çalışıyordu. Onların İstanbul'a gitmesi, babasının tayini ve annesinin İstanbul'daki büyük bir şirketten teklif almasıydı. Ailesini sorgulamazdı. Sessizliğine aldanmayın onun, sevmediği bir şey olduğunda sessizliği bozulur, kimsenin o duymadığı çığlıklarını dışa vururdu. Ruhsuzdu o. Ama yine de her şeye karşı gülümseyebiliyordu. Onu anlatan bir cümle ya da bir kelime yok. Belki aralarında ki en farklı olmasını kılan şey bu.

Erkin... Her ne kadar sessiz bir yapısı olsa da o sessizliğinde bile kendini belli eder. Sabırlı olması sessizliğiyle birleşince daha da gizemli oluyor. Onu gizleyen birçok şey var. Gizlediği birçok şey gibi.

Bodrumda öylesine yaşayan okuluna bir giden bir gitmeyen biriydi. Tüm tanıdıklarını, tüm yaşadıklarını geride bıraksa da onlar onu asla bırakmıyordu. Düşünmek istemedikçe düşünüyordu. Sanki zihni ona düşman gibi onun inadına itekliyordu aklına geçmişini, yaşadıklarını. Şimdi ona her bir adımında zihninin soru sorduğu, daha fazla düşünmesini zorlayan yere çağırıyordu annesi. Gidecekti ama aklında planladığı gibi gidip gelemeyecekti. Orda düşünceleriyle sıkışıp kalacaktı, aynı zamanda yeni bir yola adım atacaktı.

Onları yeni bir yol, yeni bir hayat bekliyordu. Yapboz gibi her şey yerine bir bir oturacaktı. İlk parçaları her birinin kapıları önünde buldukları karta ki takma isimleriydi... Azrail, Cebrail, Mikail ve İsrafil. Evet, belki kanatları yoktu onların ama geçmişleri vardı, yaşadıkları vardı. Onları bir araya getiren gizem vardı. Onların kanatları ruhlarıydı.

Bütün her şey geride kalacaktı... Onlar yeni yolla başlıyordular ve bu yolda sadece birbirleri olduklarını zamanla fark edeceklerdi. İşte o zaman daha çok baglanacaktılar birbirlerine. Onları zor ve gizemli bir yol bekliyordu... Oldukça zor ve gizemli.

*Her birine gelen kartları simgeliyor

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

*Her birine gelen kartları simgeliyor. 

4 MELEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin