5.BÖLÜM " GÖKKUŞAĞI "

93 16 2
                                    

Gözlerimi hiç sevmediğim ve yıllardır durmadan çalışıp, kendine ait bir sendrom çıkarmayı becerebilen pazartesi gününe açtım. Bugün okul vardı ve ben yine gitmeyecektim. Elif'te uyuduğuna göre hiç ses çıkartmazsam eğer saatin geçtiğini anlamayacaktı. Bu süper fikrin verdiği mutluluk ile tekrar gözlerimi yumdum. Beş dakika geçmemişti ve ben henüz uyuyamamıştım ki Elif'in;
" Uyan hadi bugün okula gideceksin " sözü ile mecburen ayaklandım. Kısa bir duş alıp hazırlandım. Dar paça bir kot, üzerine pudra pembesi bir tişört giydim. Onun üzerinede deri ceketimi aldım. Saçımı at kuyruğu yapıp, siyah bir bot geçirdim ayaklarıma. Çıkmadan ders programıma bakıp, Elif'i de öpüp çıktım evden. Bir saat sonra dersim vardı. Okula vardığımda İlk dersimin başlamasına daha yirmi dakika vardı. Hemen dersin bulunduğu amfiye doğru yürüdüm. Geldiğimde sınıft tek tük insan vardı. Rasgele bir yere oturdum. Hoca gelene kadar biraz kestirebilirdim sanırım. Başımı sıraya koyup gözlerimi kapadım. Henüz uykuya teslim oluyordum ki, başımın arkasından gelen acı ile başımı kaldırdımmak zorunda kaldım. Sanırım kafama bir şey atmışlardı. Hangi salak ilkokul şakası yapıyor diye arkama baktım. Arkamda ki enteresan tipli çocuk,
" Hey hoca sana diyor " dedi. Endişeyle önüme döndüm. Hoca sinirli bir şekilde bana bakıyordu.
" Uyumayı dışarıda devam edebilirsiniz küçük hanım " dedi.
Amfiden bir kaç kıkırtı yükseldi. Hoca hepsine ters bir bakış atıp, tahtaya döndü. Ben de daha fazla utanmamak için sınıftan çıktım. Hala kendime gelememiştim. Katta bulunan bir lavaboya gidip ellerimi ve yüzümü yıkamaya başladım. Ancak musluğu bir türlü kapatamıyorum. Biraz daha çabalayacaktım ki bir anda sular fışkırtmaya başladı. Her yerim sırılsıklam olmuştu. Halledemeyeceğimi anlayıp kapıya doğru yürüdüm. Üzerime baktığında baştan aşağıya ıslanmış olduğumu gördüm. Böyle dışarıya çıkarsam rezil olacaktım. Burada beklersem üzerimin kuruması saatlerimi alabilirdi. Üstelik oturacak bir yerde yoktu. Şansımız yaver gitmesi umarak lavobodan çıktım. Boş bir sınıf ya da gidip oturabileceğim bir oda bulmak için dua ettim. Duvara yapışık bir şekilde ilerlerken bir kapının açık olduğunu gördüm. Hiç kimse yoktu. Hemen içeri girip kapıyı kapattım. Burası orta büyüklükte bir tiyatro sahnesi bulunan bir odaydı. Sahnenin önünde nerdeyse otuz kişilik bir grubun oturabileceği koltuklar vardı. Sahneye doğru gidip oturdum. Canım sıkılıyordu. Görünen oydu ki bir müddet daha buradaydım. Kalkıp etrafı incelemeye başladım. Sahnede bulunan hoparlör sistemini, birkaç parça kostüm bulduğum her şeyi inceliyordum. Kostümlerin altında bir mikrofon dikkatimi çekti.Her zaman sesimin mikrofodan nasıl duyulacağını merak etmiştim. Bu odada merakımı gidermek için çok uygun bir yer gibi görünüyordu. Kimse yoktu ve ben sol kulağımda ki şeytanın sesini çok net duyabiliyordum. Kimse yok yap gitsin diyordu. Mikrofonu elime alıp düğmesini açtım. Tereddütlü bir şekilde çalışıp çalışmadığını anlamak için üflemeye başladım. Çalışıyordu ne şans ama. Bu sefer "merhaba" dedim. Sesim çok garipti. Hem bana ait hem benden çok uzak. Tekrar yaklaştım mikrofona.
" Hoş geldiniz " dedim.
Bu harikaydı. Kendimi önemli biri gibi hissediyordum. Tekrar mikrofona eğildim.
" Ben Ela. Ki zaten beni tanıyorsunuz. Beni dinlemeye geldiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. Bu parçam canım kardeşim Elif'e gelsin "
Önce eğilip selam verdim hayali seyircilerime. Sonra başladım şarkı söylemeye.
" Tuttu fırlattı kalbimi "
İğrençti, sesim çok kötüydü. Kahkaha atmaya başladım. Halim o kadar komikti ki. Ben çok eğleniyordum. Bunu daha sık tekrarlamalıydım.
"Tuttu fırlattı kalbimi,
Ezdi üstünü çiğnedi,
Zamanla geçer dedi,
Zamanla zamanla..."
İyice havaya girmeye başladım.
" Eğleniyor muyuz gençler ? O zaman hadi birlikte bir daha.
"Tuttu fırlattı kalbimi,
Ezdi üstünü çiğnedi..."
" Yeter lannn "
Korkudan çığlık attım. Odada biri vardı. Ama kimseyi göremiyordum. Hızla etrafı taradı gözlerim. Etrafta kimse yoktu.
" Kim var orada? "
Korkarak sorduğum sorunun ardından, oturacakların en arkasından bir kafa yükseldi. Tekrar çığlık attım. Odada biri vardı. Yirmili yaşlarında, gözlerini oğuşturan bir çocuktu bu. Siyaha yakın koyu renkli saçları ve kahve rengi gözleri vardı. Yüzünde sanki hayatında ki en iğrenç sesi dinliyormuş gibi bir ifade vardı ki, öyle olmadığına şüpheliydim. Hemen kulaklarını tıkayıp ;
" Kulakların içine sıçtın bi sus " dedi.
" Be ben çok özür dilerim burada olduğunuzu bilmiyordum. Yemin ederim. Bilsem zaten asla gelmezdim. Hadi geldim asla şarkı söylemezdim. Neyse ben çıkayım siz uyuyordunuz herhalde uyumaya devam edin " dedim.
Elim ile kafama vurmaya başladım. Cidden bu kadar salak olmak zorunda mıydım? Nasıl etrafı kontrol etmeden böyle bir hata yapabilirdim? Başından beri orada yatıyordu. Umarım kendimi tanıttığım bölüme şahit olmamış, uykusundan uyanmamıştı. Kafama vura vura dışarıya kadar yürüdüm. Kapıyı kapatıp, artık seslice kendime küfür etmeye başladım.
" İnanmıyorum sana Ela ya. Rezil oldun. Aptalsın kızım sen aptal. Of inşallah bir daha karşılaşmayız. Resman çocuk senin o iğrenç sesini duydu. Bence gidip kulakları falan yıkatsın. Yoksa kesin kabusuna falan girer zaten "
Arkamdabki kapı sertçe açıldı. Arkamı dönmüyordum çünkü kim olduğunu biliyordum.
" Hala sıçmaya devam ediyorsun " dedi.
Ne dediğini anlamayarak arkama döndüm. Suratıma sinirli sinirli bakıp, elimdeki mikrofonu işaret etti. Artık yeşilçam hayırımı atabilirdim. Hayııııır. Mikrofonla dışarıya çıkmıştım ve düğmesi hala açıktı. Konuştuklarımın hepsini duymuştu. Yüzüme sevimli olduğuna inandığım bir gülücük yerleştirip mikrofonu ona uzattım.
" Tekrar oyuyabilmeniz için ninni söylememi ister misiniz? " dedim.
Yüzüme malmışım gibi bakıp,
" Şaka mısın sen? "dedi.
Ben de durumu toparlayabilmek için, " Öyle olduğuma inanabilirsiniz. Hatta hala uyuyorsunuz ve bir kabus görüyorsunuz. Birazdan uyanacaksınız ve ben burada olmayacağım " dedim.
Hızla arkamı dönüp koşar adım oradan ayrıldım. Hiçbir şey söylemedi arkamdan, ki bu konuda ona minnettardım. Renkten renge giren yüzüm en son yeşilde falan kalmış olmalıydı. Okuldan çıkıp eve doğru gitmeye başladım. Iğrenç bir gün geçiriyordum. Her şey öylesine berbattı ki. Hiç acele etmeden yavaş yavaş yürüyordum. Hayatım hiç istemediğim bir şekilde, olmaması gereken bir düzende ilerliyordu. Yalnızdım kimsem yoktu. Elif ile bir şeyler paylaşmak için sabırsızlanıyordum ama onun derdini öğrenmeden, onun yaraları sarmadan, onu benim olan dertlere boğamazdım. Beni öylesine boğarken, onuda çekemezdim kendi dehlizime. Bizim sokaklar daima kalabalık olurdu. Eyüp'te oturuyordum. Bir çok insan şehir dışından bu semtte bulunan Eyüp sultan türbesini ziyarete geliyordu. Ben ise yıllardır her gün önünden geçmeme rağmen girmiyordum oraya. Çocukken annem beni ve Elif'i bir kaç kez buraya getirmiş, istediğimiz taktirde yaratıcımızın bize herşeyi verebileceğini söylemişti. İstemsiz olarak ayaklarım beni oraya sürüklüyordu. Türbe bu gün çok fazla kalabalık sayılmazdı. Bunu hafta içinde olmamıza verdim. İçeri girip usulca boş bir köşeye geçtim. Kadınlı erkekli bir grup başları önünde ellerini kaldırmış bir şekilde dua ediyorlardı. Zaten ağlamamak için zor tuttuğum gözyaşlarımı atmosferinde verdiği rahatlıkla rahatça dökmeye başladım. Yaşadıklarım, yaşayacaklarım beni o kadar çok korkutuyorlardı ki.
İnsan, en mükemmel ve aynı zamanda en karmaşık yaratılmış varlıktı. İnsan vücudu içinde bütün renkleri barındıran bir gökkuşağıydı. Hem soyut olarak, hem de somut olarak insan rengarenkti. Bedeninde her renk mevcuttu. Kanı kırmızıydı mesela. Yeşil ve mavi renkte damarları vardı. İç organları siyah, mor, beyaz ve daha bir çoğu ile renkleniyordu. Bu somut haliydi gökkuşağı olan insanın. Birde soyut kısmı vardı işin. Kırmızı cesaretin sembolüydü. Sarı zeka, yeşil huzur. Mavi özgürlüğü anlatırdıyordu. Beyaz saflık ve temizliği, siyah özgüven ve azmi, mor asaleti, pembe aşkı ve mutluluğu, turuncu heyecanı simgeliyordu. İnsanda bulunan her duygunun, karakterini oluşturan her hareketin bir rengi vardı. İnsan yaratılırken hamuruna her renk katılmıştı ama insanlardan bir takımı renklerini soldurup, sadece tek bir renge boyanmıştı. Etrafımda bulunan yetişkinlerin hepsi böyleydi. Çocuklar ise büyüyene kadar bütün renklerini kuruyup saklarlardı. Bu yüzdendi sanırım hepsinin sevimli olması.
Ben ise ne gökkuşağı olacak kadar renkli, nede tek bir renge boyanacak kadar yetişkindim. Renklerin bir araf'ı varsa eğer ben kesinlikle oradaydım. Boşluktu benim için hayat. Sürekli benliğimi içine çeken kara bir delikti.
Ellerimi kaldırıp dua etmeye çalaştım. Dua nasıl yapılıyordu onu bile hatırlamıyordum. Ne ara bu kadar kaybetmiştim kendimi? Annemin öğrettiklerini anımsamaya çalıştım. İçten yapılmalı dua demişti. Samimi olmalıydı. Beni benden iyi tanıyandan isteyecektim. Gözyaşlarım ellerime damlaya damlaya başladım yalvarmaya.
" Allah'ım. Sana kendimi nasıl anlatırım, ben bile bilmezken. Nasıl bir şeyler isterim, ne istediğimi anlamadan. Lütfen nerede bile olduğunu bilmediğim şu çıkış kapısını bana aç. Boşluklarımı doldur. Bir yerlerde sıkışmış olan ruhumu azat et. Ya yanlızlığımı bitirecek yâr ol, yada omzunu ıslatabileceğim bir yâren ver. "
Böylece bir müddet daha dua ettim. Omzuma konulan bir el ile döndüm gerçek dünyama. Yaşlı bir teyze şevkatle bakıyordu bana.
" Hadi kızım geç oldu, annen merak etmiştir "
Dışarıya baktığımda hava kararmıştı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Kaç saattir burada sebebini bilmediğim halde ağlıyordum. Ayağa kalkıp çıkışa yöneldim. Arkamdan biri seslenince durdum. Az önce ki teyze yanıma gelip bir şey uzattı bana.
" Edeptendir kızım. Bir daha geldiğinde bunun ile dua edersin " dedi.
Uzattığı şeyi elime alıp baktım. Bir şaldı bu. İçten bir şekilde teşekkür edip ayrıldım oradan. Uzun zamandır hiç olmadığım kadar huzur dolu bir şekilde evime gittim. Artık biliyordum sıkıştığım vakit kimin kapısını çalacağımı. Nefes almak için hangi limana uğrayacağımı öğrenmiştim. Üstelik benim kapım kapıların en büyüğü, benim limanım limanların en güzeliydi.

YANSIMA (İçimde ki ben)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin