9. Bölüm İTİRAF

107 7 8
                                    

Ertesi gün Savaş, hastahaneye gitmek için evden ayrıldı. Fakat ondan önce bara uğrayacaktı.

Barın önüne geldiğinde kıyafetlerini ve saçını düzelterek içeri girdi. Gözü Aslı'yı arıyordu. Etrafı adamakıllı taradı. Bulamadı. Tezgâhın yanında olan Ezgi'ye yürümeye başladı.
" Merhaba."
İşine odaklanmaktan Savaş'ı duymamıştı. Savaş, daha yüksek sesiyle,
" Merhaba."
Ezgi, dalgın bir şeklide kafasını kaldırdı .
" Merhaba. dedi.
" İyi misin ?"
" Evet. Sen."
" İyiyim."
" Aslı'yı gördün mü ?"
" Aslı bugün izinli."
" Peki adresini verebilir misin."
Ezgi, anında hızlıca kafasını salladı.
" Hayır olmaz. Yok olmaz. Sana numarasını verdim diye ölüyordum. Şimdi de adresini verirsem..."
" Lütfen Ezgi. Aslı'yla konuşmam gereken önemli bir şey var."
Ezgi,
" Yok olmaz. Vallahi söyleyemem. Kusura bakma."
Savaş'ın aklına Ömer, geldi. Ömer'den hoşlandığı pekala ortadaydı. Belki o zaman adresi verir düşüncesiyle araya Ömer'i soktu.
" Bu gece Ömer'de gelecekti ama neyse."
Ezgi, bir an fal taşı gibi açılan gözlerle Savaş'a baktı. Düşündü. Alt tarafı bir adresti. Ne olacaktı ki ?
" Tamam ama sana nasıl güveneceğim ?"
" Orasını sen merak etme. Ömer, senin için gelir."
Tekrar pörtlek gözlerle Savaş'a baktı. Gülümseyerek,
" Bekle."
Tezgâhtaki peçeteyi alarak cebinden çıkardığı kalemle adresi yazdı. Savaş'a uzattı. Savaş, mutlulukta,
" Çok teşekkürler."
Arkasını dönüp uzaklaşırken, Ezgi bağırarak,
" Unutma." dedi.
Savaş, peçetedeki adrese gitmek üzere arabasına bindi. Direksiyonu kırarak geldiği yönden gitmeye başladı. Aceleyle giderken yüzünde tarifsiz  bir gülümseme beliriyordu. Bu gülümsemenin yanında ölçülemeyecek derecede heyecan, birazda korku vardı. Sadece Aslı'yı görmeyecekti. O adres belki bir başlangıç belki de bir ayrılığın simgesi olacaktı.

Ve işte arabayı durdurdu. Aslı'nın evinin önünde duruyordu. Arabadan indi. Ağır adımlarla apartmana yürüdü. Diyeceklerini tekrarlıyordu. Başları güzel giderken, sonralarını karıştırıyor ve başa sarıyordu.

Apartmandan içeri girdi. Ayakkabılarının çıkardığı tok sesleri apartmanda yankılanıyordu.  Loş ışık içinde yürürken, kalp ritimleri de ona eşlik ediyordu. Yavaşça çıktığı merdivenlerden üzülerek hatta  ağlayarak inecekti. Ya da sevinçle, bir çocuğun ki kadar özel bir mutlulukta inecekti. Bu iki seçenek muhakkak olacaktı. Ama hangisi ?

Ağır ağır çıktığı merdivenlerin sonuna geldi. Kapının önünde ses tonunu ayarladı. Saçını düzeltti. Birde kıyafetini. Elini yavaşça ve korkakça havaya kaldırdı. Birkaç saniye duraksamanın ardından kapıyı tıklattı. Saniyeler birbirini kovalarken uzaktan gelen bir ses,
" Geliyorum." dedi.
Bunu duyunca heyecanı ikiye katlanan Savaş, orayı terk edip uzaklara gitmek isteğiyle doldu. Fakat ayakları buna itiraz edercesine yerinden kımıldamıyordu. Kapı açıldı. Aslı, karşısındaki adama bakakaldı. Gözlerine inanamıyordu. " Evimin adresini nerden buldu ? Buraya nasıl geldi ?" Sorularını düşünürken, adam, sadece sevdiğinin ağızından dökülecek sözlere bakmak istiyordu.
Savaş, kuruyan ağzıyla,
" Aslı, sana söylemem gereken bir şey var."
Aslı, şaşırmış gözlerle bakmaya devam ederken, eliyle içeriye davet etti.
Savaş, korkak adımlarıyla içeri girdi. Salona yürüdüler. Aslı,
" Otursana." dedi.
Yavaşça koltuğa oturdu Savaş.
" Ne içersin ?"
" Kahve olabilir."
" Tabi."
Mutfağa uçar adımlarıyla gitti. Hâlâ şok içerisinde fincanları çıkardı. Üst kattan kahveyi almaya çalıştı. Ki her zaman olduğu gibi ulaşamıyordu. Parmak uçlarına kalktı ama hâlâ erişemiyordu. Kapının ardından izleyen Savaş, usulca Aslı'ya yaklaştı. Uzanamadığı kahveyi aldı. Aslı'ya uzattı. Aslı'da sakince Savaş'ın parmaklarından kahveyi aldı.
" Te- te-teşekkürler."
Gülümseyerek,
" Bir şey değil. İstersen yardım edebilirim."
" Olur. Kahveyi nasıl içersin ?"
" Şekersiz."
" Şekersiz. Tamam."
Kahve paketini yırtıp, cezveye koydu ve suyu ekledi.
" Solundaki kırmızı dolabın en alttan ikinci çekmesini açar mısın ?"
Savaş, eğilerek çekmeceyi açtı.
" Açtım."
" Oradaki kurabiye kavanozunu verir misin ?"
Küçük kavanozu alarak Aslı'ya uzattı.
" Birde yukarıda sağ taraftan bir tabak verir misin ?"
Savaş, yukarıya uzandı. Uzandığında, hafifçe kalkan tişörtünden gözüken kasları Aslı'nın gözünden kaçmamıştı. Epeyce dikkatli baktı. Savaş, tabağı alarak kolunun inmesiyle izlemesi sona erdi. Tabağı da tezgâha koydu. Aslı'nın yanaklarına sıcaklık yerleşmişti. Yanakları al al olmuş, kızarmıştı. Savaş'ın yüzüne bakmadan,
" Şu tabağa biraz kurabiye koyar mısın ?"
" Tabi."
Kavanozdan kakaolu kurabiyeleri çıkararak tabağa dizdi.
Savaş,
" Tamamdır."
" Teşekkür ederim."
" Rica ederim."
" Az kaldı. Kahvelerde olmak üzere. Kusura bakma annem burada olsaydı senden yardım istemezdim."
" Ne yaptım ki. Alt tarafı kurabiye getirdim. Belgin Hanım nerde ?"
" Arkadaşlarıyla. Gezecekmiş."
" Bu arada Belgin Hanım'ın hastahaneye gelmesi lazım."
" Bugün konuşacağım."
" Tamam."
Aslı, cezvede ki kahveyi fincana boşalttıktan sonra,
" Hadi, içeri geçelim."
Salona geçtiler. Eski yerlerine oturdular. İlk birkaç dakika ikiside konuşmadı. Kahve höpürdetmeleri dışında ortam çok sessizdi. Dakikalarca sessizliğin ardından Savaş,
" Nasıl gidiyor ?"
Gözleri masaya dalmış olan Aslı, yavaşça kafasını kaldırarak Savaş'a baktı.
" İyi gidiyor. Ya senin ?"
" İyi."
Aslı, Savaş'ın diyeceği şeyi merak ediyordu. Ve sordu,
" Bana söyleyeceğin bir şey vardı sanırım."
Savaş, derin bir nefes aldı. Ağzını açtı. Söylemek üzereyken kapattı. Bir kez daha derin nefes aldı. Ağzını açtı ve,
" Aslı, ben... Ben, şey."
Bir nefes daha aldı. Gözlerini kapattı.
" Ben seni... Sev-sev-seviyorum."
Gözlerini açtığında, Aslı, gözünü kırpmaksızın baktığını gördü. Şaşırmıştı. Bu şaşırma korku şaşırmasından ziyade mutlaktan şaşırmaydı. Gözlerinin içi gülüyordu. Bu anı tekrar tekrar sarıp yaşamak istiyordu. Tekrar, tekrar ve tekrar...

Ard arda göz kırpıştırdı. O kadar konuşmak istiyordu ki. Sadece bir kelime. Bir kelime. " Bende." demeyi o kadar çok istiyordu ki ama dili buna cesaret edemiyordu. Dudaklarını hareket ettirmeye çalıştı. Kıpırdamıyordu. Dudaklarına mühür vurulmuş gibiydi. Ağzından tek bir harf dâhi çıkmıyordu. Savaş, tekrar ederek,
" Seni seviyorum."
Ard arda kırpışan gözleri bu sefer kapanmıştı. Çok huzurlu hissediyordu kendisini. Sanki yaşadığı bütün o şeyleri unutmuştu. Tek bir cümle. Yaşanan felaketler, cümlenin arkasına saklanmıştı. O cümle yaşananları yutmuştu.

Savaş, ayağa kalktı. Aslı'nın yanına oturdu. Aslı, gözlerini açtı. Yanındaki adama baktı. Adam, kadının tam gözlerinin içerisine, odağına bakıyordu. Kadın, adamın ağzından dökülen kelimelere kulak asmış, durmaksızın gözlerine bakıyordu. Savaş, elini uzattı.
" Sende beni sevecek misin ?"
Aslı, Savaş'ın gözlerinden gözlerini alıp, eline baktı. Uzatılan ele bakıyordu. O el bir başlangıçtı. İkisinin başlangıcı. Ve bu eli tutmak çok istiyordu. Aslı, uzatılan ele bakarken, Savaş, bir an olsun gözlerini Aslı'dan ayırmıyordu. Vereceği cevabı çok merak ediyordu. O heyecanla beklerken, Aslı, kararını vermişti. Ağır ağır elini kaldırdı ve uzatılan ele elini koydu. Kafasını kaldırdı. Savaş'a baktı. Savaş'ın yüzünde tarifsiz bir mutluluk vardı. Dudakları kıvrılmış, tebessüm ile sevdiğine bakıyordu. Elindeki eli sıkıca tuttu. Parmakları kenetledi ve diğer eliyle Aslı'ya sarıldı. Aslı'da diğer eliyle  Savaş'a karşılık verdi. Uzunca bir süre böyle kaldılar. Hatta o kadar uzun bir süreydi ki, o vaziyette uyuyakalmışlardı. Akşam olmuş hâlâ uyanmamışlardı. Ta ki Belgin Hanım içeriye gelinceye dek...

Belgin Hanım, eve gelmişti. İçeriye girdi.
" Aslı. Aslı... Kızım ?"
Salona geldiğinde, şaşkınlıktan Anahtarı yere düştü. Çıplak parkeden çıkan ses ikisinide uyandırmıştı. Yavaşça kafalarını kaldırırken birbirlerine baktılar. İkisininde yüzüne bir gülümseme yerleşti. Ardından Belgin Hanım'ın olduğu tarafa bakınca hemen olduğu vaziyetten kurtuldular. Savaş, ayağa kalktı.
" Sanırım geç oldu. Gitsem iyi olacak. İyi günler Belgin Hanım."
Belgin Hanım'ın yanından geçerken, arkasını döndü, Aslı'ya göz kırptı ve evden çıktı. Şimdi o çıktığı merdivenlerden mutlulukla iniyordu.

Aslı, kendini tutamayıp güldü. Belgin Hanım tek kaşını kaldırmış bakıyordu.
" Kızım ? Ne oluyor ?"
Aslı, hâlâ gülüyordu.
" Tamam anlatacağım ama Savaş'ın yanında imalı şeyler yapmayacağına söz verirsen."
" Tamam tamam. Anlat sen."
" Bekle. Sana bir kahve yapayım. Öyle anlatayım."
" Hadi çabuk yap o zaman."

Koşarak mutfağa gitti. Hemen bir kahve yaptı. Aceleyle yaptığı kahveyi götürürken yarısını döktü. Peçete alarak, annesinin yanına oturdu. Dakikalarca, saatlerce anlattı. Geceyi bulmuştu. 

Belgin Hanım, kızını keyifle dinliyordu. Bazı yerleri tekrar anlattırıyordu. Ölmeden önce kızının ilk erkek arkadaşını gördüm diye mutlu oluyordu. Ama onu asıl üzen, bugün aldığı haberdi. Bugün ne arkadaşlarıyla buluşmuştu ne de gezmişti. Bugün hastahaneye gitmişti ve üç- altı ay kadar bir zamanının kaldığını öğrenmişti. Ölüyordu... Belgin Hanım ölüyordu.

Geriye kalanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin