Bu bölüm biraz daha farklı. Kitap kısımlar halinde olacak ve her bir kısım ilahi bakış açısıyla yazılacak. Bir sonraki bölümü yine Mehir'in ağzından yazacağım. Bilginiz olsun.
Keyifli okumalar. :)Bölüm müziği : Gary Junes - Mad World
Bazı, geceler vardı ruhları bedene kıstıran... Ve o gecelere yine aynı bedendi şahit olan. Ruhun özgürleşmesini istediği her anında ruh daha da diplere siniyordu sanki.
Küçük çocuk o gece sarı yıldızların hakim olduğu lacivert yorganının altına sinmiş iki adamın tartışmasını dinliyor bir yandan da sonunu bildiği senaryoyu kafasından silmeye çalışıyordu. Ufak çocuk biliyordu. Az sonra babası kemerini çıkaracak ve ağabeyine vuracaktı. Ama ilk kez öyle olmadı. Gelen birkaç takırtı ile ufak çocuk gözlerini yorgandan çıkardı. Bakışları korkakça etrafı tarıyordu. Kapının camından gözüken gölgeler birbiriyle boğuşuyor bir ileri bir geri hareket ediyordu.
Yaklaşık saniyeler sonra bedenlerden birisi yere düştü.
Küçük çocuk gözlerini dolduran bu kara gölgelerden öylesine korkmuştu ki tekrar kendi karanlığına, onu güvende tuttuğuna inandığı yorganın altına sindi. Sonra hıçkırarak ağlamaya başladı. On yaşında ki bir çocuğa göre ruhunun bedeninden çıkması düşüncesi ona fazlasıyla büyük geliyordu, bunun farkındaydı. Annesi öldükten sonra ona sonsuzluk anlamını katmış kadının ona bahşettiği hediyenin aslında sonsuz bir acıdan ibaret olduğunun farkına varmıştı.Yine de iki sene öncesine kadar onu koklayarak öpen annesine kızamıyordu. Hatta onun ölümünün kurtuluşu olduğunu düşünüyor, kendi kurtuluş gününü düşleyerek uykuya dalıyordu. Ve her sabah ölmemiş olmanın acısıyla uyanıp, hiçbir şey olmamış gibi hazırlanıp okula gidiyordu.
Az sonra odasının kapısı gıcırdayarak açıldı. Minik çocuk, hıçkırıklarını dizginleyebilmek adına elini ağzına kapattı. Yatağının yanına bir ağırlık çöktüğünde çocuk o huzur dolu varlığı hissetmişti.
Ağabeyi yavaşça yorganını sıyırdı ve çocuğun siyah dalgalı saçlarını okşadı.
''Bu gece birlikte uyumak ister misin, küçük prens?''
Minik çocuk gözlerini kapıya doğru dikti. ''Onu dert etme.'' Dedi ağabeyi. ''Yerinden kalkamaz.''Küçük çocuk yaşlı gözlerini ağabeyine dikti.
''Uyuyalım, tilki.''Ağabeyi çocuğun başını kolunun altına aldı ve sessizce mırıldandı. ''Vereceğim sır çok basit: İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülemez.''
Minik çocuk her seferinde yaptığı gibi tekrarladı. ''Gerçeğin mayası gözle görülemez.''Ve ölümü bekleyerek uykuya daldı.
Ertesi sabah üzerini giyinirken babanın olmadığını gördü. Ona baba diyordu. Babam demiyordu. Küçük çocuğa göre babalık biyolojik etkilerle oluşan bir bağ değildi. ''Baba nerede?'' diye sordu.
Ağabeyi tiksinmiş bir ses tonuyla konuştu.
''Yerine oturması gerekiyordu.''Ufak çocuk ne dediğini anlamamıştı. Ağabeyi gri gözlerini minik çocuğun gözlerine dikti ama hiçbir şey söylemedi. Minik çocuk bir şeyler olduğunu hissediyordu lakin bir türlü bu hisleri netleştiremiyordu.
''Hadi bakalım küçük prens. Çantanı al da gidelim.''
Çocuk kötü bir şeyler olacağını tam kalbinde hissetmeye başlamıştı ama hiçbir söylemeden çantasını sırtlanıp ağabeyi ile birlikte evden çıktılar.
Uzun bir süre yürüdükten sonra ağabeyi çocuğun önüne geçip yavaşça çöktü.
''Bak miniğim.'' Diye lafa girdi fakat çocuk sözünü kesti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ GÖLGE
Mystery / ThrillerBÖLÜMLER ARTIK YAYINLANMAYACAKTIR! "Bu şehirde adamın biri her öğlen bir deprem bekler." D. Madak Çaresizliği mesken bilmiş kalbi kaybettiği ruhunun son kalan artığıydı. İşte tam orada katilin parmağının isli dokunuşu duruyordu. Oradan kendine yo...