Bölüm Müziği: Sezen Aksu - Vay
Huzurun çıplak koynunda, başımı koyduğum bir nokta var şimdi: Bütün geçmişinin sonuçlarını içinde biriktirdiği her çırpınışında göğüs kafesinde kuzguni bir acı bırakan, kalbinin tam üzeri. Bedeninde onu o yapan her organ sanki farklı şekilde çalışıyor, tüm bedenini bir araya getiren o koca sistem kalp atışının önderliğinde bir senfoni çalıyor gibiydi.
Huzur dedim. Huzurun koynu. Baray... Huzur kelimesi ilk defa bu kadar somut, bu kadar saf ve teskin edici olmuştu. Bedenimi saran acılarla oluşan o paslı ve dikenli tellerin acısını dindirici ve unutturucu bir etkisi vardı. Huzur, sanki onun koynunda yeni bir umut gibi doğmuştu.
Odanın içindeki koltukta oturuyorduk. Benim başım onun sert göğsünün üzerinde duruyor, gözlerim pencerenin ardında duran koyu, kasvetli gözüken, gri gökyüzüne bakıyordu. Onunsa gözlerinin tam karşısındaki duvara baktığını anlayabiliyordum. Dakikalardır böyleydik. Tuhaf olansa onunla hangi ara bu mesafeye gelmiş olduğumuzu hatırlayamamamdı.
Bir iki saat sonra uçak kalkacaktı ve biz o uçakta İstanbul’a gidecek yolculardan sadece ikisiydik. Aslında pek iyi sayılmazdım. Çünkü İstanbul’da buraya gelmeden önce vücudumdan dışarı çıkan ve tekrar tenimden içeri süzülmek için can atan acılar vardı. “Şu şehre bizi kapatsalar,” dedim gözlerimi pencereden ayırıp. Onun gözlerine baktığımı anlayınca yüzünü bana çevirdi.
“Gitmek istemediğin, şu koltuğun çarşafına sımsıkı tutunuşundan belli,” dedi. O an parmaklarım arasında kalan çarşafa baktım. Çarşafı öyle sıkı tutmuştum ki parmak boğumlarım sarımtırak bir beyazlıkla çevrelenmişti. Yavaşça parmaklarımı gevşettim ve bir nefes verdim. “Şu üç gün de buraya çok alıştım,” dedim. “Gitmek çok zor geliyor. Öyle ki adım atacak halim yok.”
Kollarımdan sımsıkı tutup beni karşısına aldı. “Oraya her şeyi bitirmeye gideceğiz.” Gözlerinde ki kararlılık etrafımıza sarılmış tüm alevleri söndürecek kadar güçlüydü. “Ve her şey bittiğinde, Mehir. Dünyadaki en güzel kasabalara götüreceğim seni. Çünkü sen güzel yaşamayı hak ediyorsun.”
“Hiç gitme,” dedim zamanında bana demiş olduğu gibi. O ise sımsıkı tuttu ellerimi, benim zamanında yapmadığım şeyi… “Seni asla bırakmayacağım.”
“Bırakmayacaksın,” dedim. Ona bir iple bağlı oluşum beni inancımla birlikte sürükledi. Artık emindim. Yolun ucunda bir uçurum yoktu.
İçimden bir ses konuştu. Buraya gelmeden önce konuşan sesin aynısıydı bu. Kendim.
O kadar emin olma, dedi.
Onu susturmaya çalıştım fakat tekrar etti.
O kadar emin olma! Ya yolun sonu uçurumsa?
Sımsıkı gözlerimi yumdum ve onun sesinin derinlere doğru çekilmesi için bekledim. Sonra onun parmakları tenime dokundu. “Bir şey mi oldu?” diye sordu Baray. Kafamı iki yana salladım zihnimdeki sesleri duymazdan gelmeye çalışarak.
“Hayır,” dedim. “Hiçbir şey olmadı.”
Dudaklarını birbirine bastırıp yavaşça ayaklandı. “Gidelim mi?”
Çaresizce, “Gidelim,” dedim. İstemeye istemeye adımlarım valizime doğru gitti. Parmaklarım irademden bağımsız olarak valizin sert kulpunu kavradı ve aklım duygularımı bir kenara bırakıp artık bu evden çıkmam gerektiğini söyledi. Bende aklıma uydum. Bu evin samimi duvarlarına dokundum son kez ve o kapıdan çıktım. Artık her şeyi tam anlamıyla bitirmeden asla buraya gelemeyecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ GÖLGE
Mystery / ThrillerBÖLÜMLER ARTIK YAYINLANMAYACAKTIR! "Bu şehirde adamın biri her öğlen bir deprem bekler." D. Madak Çaresizliği mesken bilmiş kalbi kaybettiği ruhunun son kalan artığıydı. İşte tam orada katilin parmağının isli dokunuşu duruyordu. Oradan kendine yo...