"18 Mart 2013"
Yılların getirdiği özlem, adamın gözlerinde toplanmıştı. Sevdiği kadını kaybedişinin 15. yılıydı zira. Şimdi acılar bir bütün olup kalp damarlarını tıkayan bir pıhtı haline dönüşmüştü. Sanki 15 yıldır adamın kalbi atmıyordu. Parmakları arasında duran resme baktı ve iç çekti. O resmi çektiği an hala o günkü gibi aklındaydı.
8 Temmuz 1996 yılıydı. Akşamüstü dışarı çıkmışlardı. Sevdiği kadının üzerinde turuncunun hakim olduğu desenli, ince askılı bir elbise vardı. Kadının bileklerini hafifçe kavrayıp yanağına bir öpücük kondurmuştu ve sonra omzuna astığı çantadan fotoğraf makinesini çıkarmıştı.
Öylece etrafını izleyen kadına seslendiğinde, kadın yüzünü çevirir çevirmez deklanşöre basmıştı. Ve o an onun için ölümsüzleşmişti. Belki sevdiği kadın ölmüştü ama hala o günkü güzelliğiyle parmaklarının uçlarında duruyor ve hiç solmayan o güzel gülüşüyle adama gülümsüyordu.
Adam yaşlanmış gözlerini elleriyle sildi. O sırada içeriye oğlu girdi. "Gel Baray," dedi. Baray yedi yıl önce hayatını kurtaran çocuktu. Onu evlat edindiğinde daha on iki yaşındaydı ama şimdi karşısında on dokuz yaşında olan koca bir delikanlı görüyordu. Olduğundan daha olgun gözükmesinin sebebini çektiği acılara bağlıyordu adam. Baray'la her konuştuğunda onun on dokuz yaşında olduğuna inanmakta zorluk çekiyordu hep.
Bir keresinde, Baray'ı kitap okurken gördüğünde durup ona sormadan edememişti.
"Neden bu kadar çok kitap okuyorsun?"
Baray acıyla gülümseyerek cevap vermişti: "Birini arıyorum. Kelimelerde değişip yoğrulabilen fakat sonucunda nasıl biri haline gelecek olduğunu bilmeyen birini. Bir arkadaş, bir anne, bir sevgili, daha az acı çeken biri, bir rehber... Hayatımın sonuna kadar bana eşlik edecek birini: Kendimi arıyorum."
O günden sonra Baray'ın sanki tüm insanlığın bilmediği bir gizi aradığını düşündü. Fakat adam o aradığının kendisi olamayacağını bilmekteydi. Çünkü çektiği acıların içinde, ölümüne dek kanayacak bir yara gibi kalacağını biliyordu. Onun aradığı giz tıpkı onun gibi biriydi. Ruhsuz, kalbinde kanayan yaralarla dolu bir beden... Sessiz ama içinde çığlık çığlığa kalan...
Düşüncelerinin onu bir anlık fırtınaya yenik düşürdüğünü hissettiğinde adam kendine geldi ve yanına oturan oğlunun bakışlarına maruz kaldı.
"Kim o?" diye sordu Baray adamın elindeki resmi göstererek. Adam gülümsedi. Ona daha önce sevgilisini, sevgisini anlatmamıştı. "Sevdiğim kadın," deyiverdiğinde Baray şaşırdı.
"Daha önce bahsetmemiştin.""Bugün onun ölüm günü," dedi Baray'a. "O kadar yıl geçti ben hala sevmekten vazgeçmedim."
"Ne kadar oldu?" diye sordu Baray.
"15 yıl," dedi o da. Sonra elindeki resmi sıkıca tutup Baray'a döndü. "Bir gün gelirde bir kızı seversen eğer, oğlum; onun için her şeyi yapacak kadar gözükara ol. Gerekirse onu bırak. Ama eğer onun da seni sevdiğini bilirsen; onu bırakmamak için her şeyi yap. Ona tutun. O sana tutunsun. Ben bunu yapmadım. İyiliği için sevdiğim kadını bıraktım, ellerimden kayıp gitti. O öldü ya toprağın dibine girdi. İşte benim ruhumda onun mezarı kadar soğuk şimdi."
Babasının sözleri aklını zapt etmişti. O an fark etti genç adam her aynaya baktığında gözlerindeki soğukluğun sebebini... Yaşattığı hisler, bedenler öldüğünde yansımıştı gözlerine ölümün soğukluğu... İşte o an anladı. O içinde koca bir mezar taşıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ GÖLGE
Mystery / ThrillerBÖLÜMLER ARTIK YAYINLANMAYACAKTIR! "Bu şehirde adamın biri her öğlen bir deprem bekler." D. Madak Çaresizliği mesken bilmiş kalbi kaybettiği ruhunun son kalan artığıydı. İşte tam orada katilin parmağının isli dokunuşu duruyordu. Oradan kendine yo...