Bölüm 27 ° "Hakikat"

808 42 2
                                    

Bölüm Müziği: Mabel Matiz & Ceylan Ertem - Kör Heves

Bulamadığım seçeneklerin verdiği, gerçeklere ulaşma meramıyla baş başaydım. Bir seçenek bulabilirsem eğer her şeyi sona erdirecek... İşte o zaman belki yaşam anlamsızlığından bir miktar kaybedecek, belki tüm bu curcunanın içinde yaşamak biraz daha kolaylaşacaktı.

İçimdeki ses konuşmaya başladı.

Senin hayatının tablosunu çizen ressamın paletinde siyahtan beyaza doğru sıralanan renkler var... Sanki sana ait olan tüm acıları kapatmak için beyazı kullanmış fakat yetmemiş... Sonra o ressam tüm o cümlelerin, tüm duyguların gerçek bir kaosa ait olduğunu, tüm gerçeklerin acıdan meydana geleceğini paletindeki beyaz boyanın bitmesinden anlamış ve sonra en geniş fırçasını alıp senin zihnine kocaman bir siyah darbesi vurmuş. Sanki siyah darbeleri sertleştikçe hayatının anlamının daha bir dile getirmeye değer olduğunu düşünmüş. Siyahı vurmuş zihnine... Ve o koca bütünden ressamın elinde kalan sadece kapkara bir kadın silueti... O siluetin ardında kalan beyazdan siyaha doğru giden her renk işte senin hayatının mücadelesini anlatıyor.

O ressam kim sevgili ben, diye sordum.

O ressam biziz sevgili ben, dedi. Herkes kendi hayatını resmeder, fırçaları gelişi güzel sallamadan önce elindeki boyalara bakmak zorundasın. Yoksa sonuç içinden çıkılmayan bir kaostan ibaret olur.

Tüm beyaz çıktı mı yani hayatımdan, diye mırıldandığımda Eray gözlerimin içerisine baktı.

"Bir şey mi dedin?"

"Sonum hakkında ne düşünüyorsun?" diye sorduğumda, "Açık konuşmamı ister misin?" diye sordu. Ben de dürüst olmasını dilercesine gözlerine baktım.

"Bu şekilde devam edersen sonunun kötü olacağını düşünüyorum," dedi. "Artık çektiğin acıyı bir kenara bırakıp, olacaklara hazırlanmalısın."

Gülme isteğiyle doldum. Sitem dolu bir gülüştü içimden gelen fakat kendimi tuttum. Her seferinde daha güçlü ve hırçın bir Mehir olarak ayaklanmaya kalktığımda hayat sanki işaret parmağıyla omzuma dokunup beni ittiriyordu ve "Orada dur bakalım küçükhanım," diyordu. "Senin her ayaklanman dibe vurmaya mahkûm."

Fakat Eray'ın söylediklerini kabullenip onu acı çekmediğime inandırmaya çalıştım. Kendimi de. İnsan başkalarına yalan söyleyeceği zaman istemeden kendini de inandırıyordu. Belki bu çektiğim acının bir nebze olsun azalmasına yardımcı olurdu.  Önümde duran kahveden bir yudum aldım ve sakince öylece durdum. "Daha iyi misin?" diye sordu Eray. Bu ikinci sorusuydu. "Evet," dedim ben de. "Daha iyiyim."
Önümdeki kahveyi kenara çekti ve "Daha fazla içme," dedi. "Yoksa uyuyamayacaksın."

Tüm yaşananlardan sonra zaten uyusam da uykunun gerçek bir tadı olmayacaktı. Ama direnmedim. "Haklısın," dedim. "Biraz uykuya ihtiyacım var."

Olduğum yerde doğrulduktan sonra odama gidip dolaptan yastık ve yorgan çıkarıp Eray'a götürdüm. "Burada kalabilirsin."

Kollarımda duran ağırlığı Eray aldı ben de zoraki bir gülümsemeyle aramızdaki diyalogu bitirip onun yanından ayrıldım. Üzerimdekileri değiştirip yatağa girdiğimde bu koca günün aslında tam anlamıyla tezatlıklar üzerine kurulduğunu fark etmiştim. Her şey için mücadele etmek için uyanmıştım şimdi mücadele edecek tüm uzuvlarım yok olmuş bir şekilde uykuya dalacaktım. Fakat neye şaşırıyordum ki? Benim hayatım zaten en acı veren tezatlıkların üzerine kurulmamış mıydı?

Gözlerimi kapattım. Elimde olmayan bir çaresizliğin varlığıyla zamanın geçişini hissettim. Her şey benim için kararmadan önce kalbimin ortasında yakıcı bir acı hissettim ve sonrası zaten belliydi: Gecemi dar edecek bir kâbus her yeri kuşatmıştı.

İKİ GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin