Bölüm Müziği: Hozier - Arsonist's Lullabye
Odamın içerisindeyim. Bir kez daha sorguluyorum varoluşumun anlamını, bir kez daha yedinci dibe ulaşıyorum. Mesnetsiz umutların bu kadar büyük yangınlar doğuracağını, sonra o çukurdan kaçmak için umuttan daha fazlasına ihtiyacım olduğunu parmak uçlarıma değen alevlerin acımasızlığından anlıyorum. Biz farkında olmadan defalarca geleceği olmayan umutlara gebe kalıp kanayan yaralarımıza bir ilaç olacağını düşünmüştük. Biz yanılmıştık. Hiçbir karşılığı olmayan umut, insanı kendi mezarında diri diri yakıyormuş. Ruhum yandığında anlamıştım ama umut tüm o hatalardan alınan dersten daha güçlüydü. Yoksa defalarca dibe vuruşumun hiçbir mantıklı açıklaması olamazdı.
Yine o tüm acılarımı saklayan kutuyu açıyorum. Ve ilk annem karşılıyor beni.
"Merhaba anne," dedim. "Ölmek üzere olduğum gün konuşmuştuk seninle. Nasılsın?"
Sanki bir cevap alacakmışım gibi susup onu dinlemeye başladım fakat o hiçbir şey söylemedi.
"Konuşmayacaksan ben anlatayım o halde: Ne halde olduğumu zar zor kavradığım bir noktadayım. Üç nokta üzerindeymişim meğer... O kadar zaman sonra anca kavrayabildim. Bu ne demek oluyor biliyor musun? Bu acı çeken bir yazarın cümleleri ve o cümlelerin sonunda hiç nokta yok. Ama sonunda bitecek. O yazar bir cümlenin sonuna nokta koyacak ve bu koca hikâye bitecek anne. Ve ben bu hikâyenin sonunu görür gibiyim."
İçimi dalgalandıran umutsuzluğun korkunç bulantısını hissettim. Karışıklığımın vermiş olduğu o kasvetli ruh halinden kaçışım olmadığını anlamıştım. Ben artık biliyordum. Bu hikâyenin sonunda birileri ölecekti ve ben bilmiyordum o cesetler kimlere aitti...
Kapım çalındı. Gelenin o olduğunu biliyordum. Yavaş adımlarla ilerleyip kapıyı açtım.
"Gelsene..."
İçeri adım attı ve beni takip etmeye başladı. "Seni daha önce annemle tanıştırmadım değil mi?" diye sorduğumda şaşkınca gözlerimin içerisine baktı. "Ölmüş olan annemle..."
Vücudunun gerildiği gördüm. Yüz hatlarına kadar kaskatı kesilmişti ama acı dolu bir gülümsemeyle karşılık vermeye çalıştı. "Pek çok ortak yönümüz var... Tek fark ben anne sevgisini hiç tatmadım."
Hiçbir şey söyleyemedi. Zaten bu durumda ne söylenebilirdi ki?
"Gel hadi," dedim ben de. "Üzülme çünkü ben üzülmüyorum."
İki kişinin bildiği gerçeğin, yalanını söylüyordum ama önemli değildi. Bunun adı zaten acıdan kaçıştı. Benimle birlikte odama girdiğinde yatağa dağılmış kâğıt parçalarını gördü. Sonra dikkatlice yüzüme baktı. "Bunlar ne?"
"Biriktirdiğim acılar."
Dudaklarını birbirine bastırıp kaşlarını çattı. Yatağa oturduğumda öylece dikilen ona gözlerimle işaret ettim. "Gel, otur şöyle."
Dediğimi yapıp yanıma oturduğunda halen yüzüme bakmaktaydı. "Bana öyle bakma," dedim. "Korkulacak bir şey yok."
"Emin misin?" diye sorduğunda dürüstçe başımı aşağı yukarı salladım. Sonra annemin resmini elime alıp bir süre gözlerimi onun mor kazağında gezdirdim. Kağıt parçasına güya yüzüne dokunurmuş gibi dokundum ve hissetmeye çalıştım. Hiç hissetmediğim anne sevgisini... Hiç hissetmediğin bir şeyi hissetmeye çalışmak tıpkı bir şeyi yoktan var etmeye çalışmak gibiydi. Doğa yasalarına aykırı olan ama netice de uğraşılan.
"Bak," dedim resmi ona çevirerek. "Bu beni dünyaya getiren kadın."
Baray kaşlarını çatıp resme baktı. Sanki o noktada gördüğü farklı bir şeyler vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ GÖLGE
Mystery / ThrillerBÖLÜMLER ARTIK YAYINLANMAYACAKTIR! "Bu şehirde adamın biri her öğlen bir deprem bekler." D. Madak Çaresizliği mesken bilmiş kalbi kaybettiği ruhunun son kalan artığıydı. İşte tam orada katilin parmağının isli dokunuşu duruyordu. Oradan kendine yo...