‘’12 Mart 2015’’
Gri bulutların hâkim olduğu bir perşembe sabahı adam, elini yüzünü yıkamak için banyoya girdi. Günler öncesinin cinayeti halen ellerindeydi sanki. Bu korkunç eylem adamı gülümsetiyordu zira bu başarısı onu hiç olmadığı kadar yükseklere çıkarmıştı. Aynaya baktığı her an işlemiş olduğu cinayetin başarısı gözlerinin önüne geliyordu ve adam derinden gelen bir kahkaha atıyordu. Adam bir an ellerine baktı. Elleri kan içindeydi. O an tam karnının ortasında yakıcı bir acı hissetti. Ve bağırdı. Bu haykırış ona yetmedi, daha çok bağırdı. Tam karnının ortasında kurşun delikleri vardı. Kan akıyordu. Kan adamın ellerine bulaşmıştı. Daha çok bağırdı, tüm gücüyle bağırdı ve sonra kahkalarla gülmeye başladı. Şimdi nefret adamın beyin damarlarına makûs bir karanlıkla işlenmişti. Sanki, sanki adamın zihninden çıkan durdurulamaz kıvılcımlar sonunda sönmüştü. Zihnine bulaşan bu karanlık ona kadim bir güç vermiş, artık adamı yenilmez yapacakmış gibi hissettiriyordu.
Dinen acısını hisseden adam tekrar aynaya baktı. Karnındaki kan silinmiş, kurşun izlerinden arınmıştı. Elleri kendi kanından arınmış ve beyazlamıştı. Hiçbir şey olmamış gibi eğildi, musluğu açtı ve yüzünü yıkadı. Aynaya biraz daha bakıp gözlerinde ki kötülükle bir süre daha övünmek istiyordu lakin odasında çalıp duran telefon adamın dikkatini dağıtıyordu. Adam banyodan çıktı ve yatağına atmış olduğu cep telefonunu eline aldı. Şah’ı arıyordu. Heyecanla açtı adam telefonu.
‘’Buyurun, efendim.’’
Şah’ı kadifeli bir sesle, ‘’Bugün beni ziyarete gel.’’ Dedi.
‘’Emredersiniz, efendim.’’ Bir süre ikisi arasında parazitli bir sessizlik oldu, sonra
Şah telefonu kapattı.
Adam gülümsedi fakat sonra yüzünde ki gülümseme silindi. Şah’ının ses tonunda bir sorun var gibiydi. Bu düşünce onu korkuttu fakat düşünmekten çok vakit geçirip Şah’ı bekletmek istemiyordu. Hızlıca banyosuna gitti, dişlerini fırçaladı ve koşa koşa dolabına ilerledi. Takım elbisesini giyip kravatını güzelce boynuna taktı ve sessiz sedasız evinden çıktı.
Etrafında ne siyah takım elbiseli adamları vardı ne de silahı çünkü Şah’ını ziyarete giderken yanında ne silah taşıyabiliyordu ne de adamlarından herhangi birini. Onu koruyacak hiçbir şey olmaması kendisini savunmasız hissettiriyordu. Adam Şah’ın neden onu çağırdığını merak etmekle birlikte, tam göğsünün ortasında uzun zamandır hissetmediği bir şeyi hissediyordu. Korkuyu. Korku zihnini geri geri gitmesi için uyarıyordu fakat Şah’ına karşı duyduğu sadakat zihninden çıkabilecek her türlü geri çekilme eylemini reddediyordu. Adam arabasına bindi ve onu bekleyen Şah’ına doğru çevirdi rotasını.
Bir süre sonra o ürkünç binanın önünde durdu. Arabasından indi ve tedirgin adımlarla kapıya doğru ilerledi. Kapıda duran adamlardan biri binanın kapısını açtı. Adam girmekle girmemek arasında sıkışıp kalmışken adamların ona karşı tuhaf bakışları içeri doğru attığı ilk adımı tetikleyen etkendi. Adam tozlu merdivenleri arşınlanmaya başladı. Tozun ve koyuluğun hüküm sürdüğü bu binada duran Şah’ını anlayamıyordu. Oldukça zengin olduğunu biliyordu fakat burada kalmasına hiçbir anlam veremiyordu.
Adam kahverengi ahşap kapının önüne geldi. İlk önce soluna sonra sağına baktı. Dar koridorda ki tek pencere etrafı zor aydınlatıyordu. Adam bu atmosfer yüzünden kusacakmış gibi hissetti fakat kendisini zor da olsa toparlayabildi. Derin bir nefes alarak kapıyı tıkladı ve içeriye girdi.
İçerisi karanlık ve kasvetli bir havaya maruz bırakılmıştı. Pencereye asılmış olan jalûzinin arasından sızıp tozu belli eden güneş ışıkları odanın duvarında ince ızgara izleri bırakıyordu.
Şah’ı, ‘’Hoş geldin Halit.’’ Dedi.
‘’Merhaba Efendim.’’
Şah, eliyle koltuğu işaret etti. ‘’Otur.’’
Halit, Şah’ının dediğini yapıp koltuğa oturdu.
‘’Bir tebriği hak ediyorsun.’’ Dedi adam.
‘’Çıkardığın iş gayet iyiydi.’’Halit, kendine yakıştıramadığı bir huşu ile
‘’Sağ olun efendim. Sizin sayenizde.’’ dedi.
‘’Sana yeni bir görev.’’ Dedi Şah’ı. ‘’Bir bağlılık testi bu.’’
Ellerine dikmiş olduğu gözlerini birden adama çevirdi, Halit. ‘’Nedir, efendim?’’ diye sordu şaşkınca.
‘’Solmaz’ı bitireceksin.’’
Dili tutulan Halit, Şah’ına karşı hiçbir şey diyemedi. Zira düşünceleri diline pranga vurmuştu. Bir sadakat, iki ihanet gerektirir miydi? Halit kendisini toparladı ve şansını denemek istedi.
‘’Bu biraz fazla olmaz mı? Efendim.’’
Şah, gözlerini açıverdi. ‘’Yoksa bana sadık değil misin, Halit?’’
‘’Hayır… Hayır efendim.’’
Adam memnun bir şekilde kafasını salladı. ‘’Güzel.’’Adam yerinden kalkıp yürümeye başladı. ‘’Ölümünün kolay olmasını istemiyorum.’’ Dedi ‘’Bana ölümlerden en güzelini söyle, sana bütün araçları vereyim.’’
‘’Bana biraz zaman verin.’’ Dedi Halit.
Adam jalûzinin açıklığından dışarı baktı. ‘’Sen zeki birisin, Halit.’’ Dedi. ‘’Bana ölümlerin en güzelini söyle.’’
Bir süre düşündü Halit ve sonunda bir sonuca varabildi.
‘’Zaaflar efendim.’’ Dedi ‘’Zaaflara gelen zarar ölümü daha yavaş kılar ve daha acı verici.’’
Şah’ı güldü. Sonra dönüp yavaş adımlarla masaya ilerledi. Masanın üzerinde ki kum saatini eline aldı. ‘’Bana onun ölümü isteyen bedenini getir; istediklerini vereyim.’’
Halit o ulaşmak istediği şeyi düşününce yüzündeki ifadenin tebessüme dönüşmesini engelleyemedi.
Halit aniden ayağa kalktı. ‘’Yaşar Solmaz sizindir efendim.’’
‘’Öyleyse… Zaman başladı.’’
Ve Şah, kum saatini çevirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ GÖLGE
Mystery / ThrillerBÖLÜMLER ARTIK YAYINLANMAYACAKTIR! "Bu şehirde adamın biri her öğlen bir deprem bekler." D. Madak Çaresizliği mesken bilmiş kalbi kaybettiği ruhunun son kalan artığıydı. İşte tam orada katilin parmağının isli dokunuşu duruyordu. Oradan kendine yo...