3. DEĞERLİ TAŞLAR VE SIRLAR

1.4K 218 11
                                    

Bolca ışıklandırılmış, geniş ve ferah bir dükkândaydılar. Yaşlı adam Rüya ve yanındakileri büyük bir içtenlikle misafir etmişti.

"Bu nedir?" diye merakla sordu Can.

"O, Alâeddin'in sihirli lâmbası," diye gülümseyerek cevapladı yaşlı adam.

Küçük çocuk şüpheyle baktı elindeki pirinç lâmbaya: "Yok canım...  Şimdi bunun içinde cin mi var?"

Rüya, kıkırdamaktan kendini alamadı, Meriç tam ağzını açıp –gerçek hayatta cinler ve periler olmadığına- ilişkin uzun bir söylev verecekti ki vazgeçti. Oğlu pek keyifli görünüyordu, canını sıkmak istemedi.

Yaşlı adamsa onun düşüncesini anlamış gibi konuştu: "Aslına bakarsan cinler ve sihirli lâmbalar masallarda bulunur. Ancak istersen yine de bunun içinde bir cin yaşadığını hayal edebilirsin."

Bu cevap Can'ın hoşuna gitmişti: "Dilek de tutabilirim o zaman?"

Rüya daha fazla dayanamadı, küçüğü hoop diye yakalayıp kucağına aldı: "Bak şimdi, bunu nasıl çalıştıracağını sana anlatayım mı?"

Çocuk merakla başını salladı.

"İşte böyle avuçlarının içinde tutacaksın, sıkıca. Sonra gözlerini kapatacaksın. Hani masalda Alâeddin yapıyor ya, öyle ovuşturacaksın ve sessizce içinden dileğini tutacaksın."

"Peki hemen tutar mı?"

"Bekleyip göreceksin. Gerçek hayatta dileklerimiz bazen gerçekleşir, bazen de gerçekleşmez. Yine de denemekten ne çıkar?"

"Kaç dilek hakkım var, peki?"

Rüya ufak bir kahkaha attı: "İstediğin kadar."

Can iyice heyecanlanmıştı: "Şimdi deneyebilir miyim?" 

Bunu sorarken yaşlı adama kaçamak bir bakış atmaktan da kendini alamamıştı. Ne de olsa lâmbanın sahibi oydu. Değerli taşlar satıcısı, çocuğun berrak bakışları ve masum ruhuyla sorduğu soruya keyifle cevap verdi:

"Tabii ki. Ben onu sana hediye ettim."

Çocuk bu sefer soran bakışlarını babasına çevirdi. Yabancılardan hediye almamak, babasının koyduğu çok önemli bir kuraldı çünkü. Meriç, yine tereddüt ediyordu. Ama içinde ortam ve oğlunun ender zamanlarda bu kadar mutlu olması; kurallarını bir seferlik görmezden gelmesini sağladı. Başını –tamam- manasında salladı.

Can sevinçle gevşedi, başını Rüya'nın göğsüne dayadı ve gözlerini kapayarak "dileklerini" düşünmeye başladı. Genç kadın da hep öyle yaparlarmış gibi, biraz geriye kaykılmak suretiyle rahatlık sağlamaya çalışırken, burnunu da çocuğun saçlarına gömmüştü. Tıpkı bir anne ile oğlu gibi...

Bu büyüleyici manzaradan yaşlı adamın sesiyle gerçekliğe döndü Meriç.

"Demek doktorsun öyle mi?" diye soruyordu.

"Evet, psikiyatrist." diye cevapladı onu.

"Murat gibi yani."

Adam bir an şaşırdı, sonra Rüya'nın abisinden bahsedildiğini anladı: "Evet..."

"Murat'la Meriç sınıf arkadaşı," diye araya giren arkadaşının kız kardeşi, açıklamalarını genç doktora dönerek sürdürdü: "Usta Amca, bizi iyi tanır. Amerika'ya gidene kadar okul dışındaki vaktimin önemli bir kısmını burada geçirirdim."

Usta kaldığı yerden devam etti: "Rüya'yla tanıştığımızda liseyi yeni bitirmişti. Bir sabah kapıda bir kız çocuğu belirdi ve bana –eleman ihtiyacınız var mı?- diye sordu. Bu mucizevî bir durumdu. Bir hediye göklerden, çünkü gerçekten de yarım zamanlı çalışacak birini arıyordum o sıralarda."

MERİÇ'İN RÜYA'SIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin