18. MERİÇ'İN RÜYASI

1.5K 190 40
                                    

Dükkân kapısının açıldığını belirtir zillerin havada oynaşmasıyla çıkan sesle başını kaldırdı Rüya, geleni gördüğüne şaşırdığı söylenemezdi. Ancak büyük bir mahcubiyet duyduğu kesindi.

"Hoş geldin," diyerek buruk bir tebessümle karşıladı Meriç'i. Aradan onca hafta geçmemiş, onca şey yaşanmamış gibi davranmaya çalışıyor, pek başaramıyordu.

"Merhaba," diye karşılık verdi genç adam. Gözleri masanın üstündeki yarısı dolu - yarısı boş, büyük koliye takılmıştı. "Gidiyorsun," dedi yutkunarak, her hangi bir onaylamaya ihtiyaç duymaksızın, daha çok kendisini ikna etmek için söylemişti bunu.

Başıyla tasdikledi Rüya, elindeki dosyaları kolinin içine yerleştirirken. O anda kanının damarlarından çekildiğini, yaşam kaynağının kuruduğunu ve nefesinin kesildiğini duyumsadı Meriç.

"Gidemezsin!" dedi, sesi kükrer gibi çıkmıştı.

Gözleri hayretten irileşen genç kadın ağzı açık, ne diyeceğini bilemeden kala kalmıştı: "Gitmem gerek," diye fısıldadı ancak.

"Hiç bir gereği yok," dedi Meriç hırçınca. Beyni hızla çalışıyor, karşısındaki güzel kadını ikna edecek bir şeyler arıyordu.

"Nedenmiş?" diye sordu tam da o anda Rüya, beklenen soruyu. Az önceki mahcubiyetini üstünden atmış, her fırsatta onu iteleyip-öteleyen, kendi duygularını görmezden gelip, karşısındakininkileri de ezip geçen adamın cür'etine sinirlenmeye başlamıştı.

Aklından geçenleri okumuşcasına bir an duraksadı adam ve ağzını tekrar açtığında kimsenin beklemediği şeyler döküldü dudaklarından: "Çünkü kızımızın adını benim koymamı söyledin!"

Bakıştılar. Buhranı büyük, hâlâ hatırladıkça içini acıtan o gecenin bu şekilde dile getirilmesi sarsmıştı genç kadını: "Gerçekten söyledim mi bunu ben?" diye fısıldadı güçlükle. Beti benzi atmış, neredeyse ayakta duramaz hâle gelmişti.

Bir felâketin, kendi felâketinin önüne geçmek isterken başkasına sebebiyet vereceğini anlayan Meriç telâşla yaklaştı genç kadına, omuzlarından kavradı bütün benliğiyle ve onu masanın arkasındaki koltuğuna yerleştirdi. Ardından kim görse ne der aldırmadan, düşünmeden diz çöktü önünde: "Evet, söyledin," dedi az öncekinden tamamen farklı bir tonda, yumuşacık. "Ve ben bunun ne demek olduğunu çok merak ediyorum."

Hüzün dolu mavi gözleriyle genç adamın yakışıklı yüzünü süzdü Rüya: "Açık değil mi?" dedi, bu konuşma nereye gidiyordu? Hiç fikri yoktu. Nerede sonuçlanacaktı? Hiç fikri yoktu.

"Canan."

"Anlamadım."

"Can'a Canan yakışır," dedi açıklamak isteyerek Meriç. Ne zaman düşünmüştü? Ne zaman karar vermişti? Her şeyden önemlisi ne zaman inanmıştı tüm yaşananların gerçekliğine, anlatılanların doğruluğuna?

Rüya, duyduklarıyla bulunduğu boyuttan başkasına savrulmakla savrulmamak arasında bir yerde, tereddütle kaldırdı elini ve adamın yeni tıraşlı yüzüne koydu:

"Sonradan pişman olacağın, şeyler söyleme," dedi. "Tutamayacağın sözler verme."

Meriç'in çenesi seğirdi, gerilmişti: "Belki pişman olurum. Belki tutamam verdiğim sözleri... Bilmiyorum... Ama..." dedi tane tane.

"Ama?"

"Zaten bir sürü pişmanlığım var ve tutamadığım sözler."

Rüya arkasına yaslandı, kafası iyice karışmıştı: "Ne söylemeye çalıştığını anlamıyorum," dedi teslimiyetle.

MERİÇ'İN RÜYA'SIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin