Bölüm4. Yolculuk

6K 503 25
                                    

1 haftadır Süleyman'la görüşmüyordu abim. E haliyle ben de haber alamıyordum. Acaba gitmiş miydi? Yoksa hala burada mıydı? Onu düşünmek istemiyordum ama ne yapayım? En son söyledikleri yüzünden sürekli aklımdaydı. Dersimi yapmak için yataktan kalkarken derin bir estağfirullah çektim.
Dersimi yaparken her zamanki gibi aklıma hiç bir şey gelmedi, Süleyman da dahil.
"Hafsaaa! Kızım haydi yemeğe gel."
Annemin sesiyle kendime geldim. Dersimin kalan yarım sayfasını da okuduktan sonra Kur'an'ımı kaldırıp dolabımın üst rafına yerleştirdim. İçimden sessiz dualar yollarken odamdan çıkmıştım bile.
Salona girdiğimde annemin masayı çoktan hazırlamış olduğunu görünce utançla öne atılıp elindekileri aldım.
"Anne neden çağırmadın? Beraber hazırlardık sofrayı?" derken utancım muhtemelen yüzümden okunuyordu.
Annem olduğu yerde beni izlerken, "Seninle bir süreliğine son yemeğimizi de ben hazırlamayacaksam ohooo. Karışma bakayım sen benim işime.  Otur bakalım, babanla abinler de şimdi gelirler in sha Allah." Dedi.
Sahi bu akşam gidecektim. Orada beni abimin yakın arkadaşı olan bir abi ve eşi karşılayacaktı ama ne bileyim.. aslında abim ya da babam da benimle gelse iyi olurdu. Fakat abimin dersi, babamın şirkette işleri vardı. Ne abim derslerini, ne de babam işlerini bırakabilirdi. Gerçi istesem ikisi de bir yolunu bulurdu ama onları zor duruma sokmak istemiyordum. Sonuçta ben gidiyorum diye burada hayat durmayacaktı ya?!
Üstüme çöken değişik efkar eşliğinde masadaki yerimi alırken çalan kapıdan abim, babam ve Ayşe gözüktü. Sanırım benden başka herkes açlıktan ölüyordu. Herkes telaşla masaya yerleşti. Tabaklar doldu boşaldı. Sofra üzerinde binbir türlü konu konuşuldu. Herkes yemekle ve konuşmakla meşguldü. Nihayet herkesin yemeği bittiğinde annem babama dönüp, "Mus'ab sen namazı kıldır. Ben de mutfağı toplayayım, sonra şey yaparım e mi?" Dediğinde ben ve Ayşe vermek istediği mesajı anlamıştık. Öküz abimin ısrar etmesini önlemek için babam telaşla ayaklandı.
"Haklısın Zehram. Haydi abdesti olmayan alsın gelsin. Vakit geçmesin. "
İşte en sevdiğim tablo buydu. Babam her namaza kalktığında aynı cümleyi kurardı. Her seferinde ortamdaki herkes abdesti hazır ve nazır beklerdi. Kimse babamın uyarısı üzerine şaşkınlıkla abdest almaya gitmezdi. Çünkü Allah ondan razi olsun, babam bizi böyle büyütmüştü. Biz abdestsiz dolaşmayı eksiklik sayardık küçük yaşlarımızdan beri. Allah'ın hidayetiyle aydınlanmış yengem ve en iyi arkadaşım da bu konuda çok hassastı. O yüzden aramızda sıkıntı yaşamıyordu yani.
Babamın uyarısıyla abdest alacak kimse olmayınca seccadeler serilmeye başlandı. Babamın imamlığında namaz kılmak kendimi bildiğimden beri kalbimi huzurla doldururdu. Namazımızı beraberce eda ettikten sonra duayı abim yaptı. Biz seccadelerden kalktığımızda annem işini bitirmiş, bize meyve hazırlamıştı bile. 
Abim söyle bir baktı anneme ayağa kalkarken.
"Yine uğraşmışsın annem ya."
Annem elini kolunu alelade sallayıp, "Ne olacak oğlum? Sanki ne yaptıysam?!" Dedi.
Salonda bir elimizde meyvelerimiz bir elimizde kitaplarımız her akşamki rutin dersimizi yaptık. Şaşırtıcıydı ama kimse benim gidecek olmamdan konuşmuyordu. Ben de ağzımı açmıyordum işte onlara uymak için.
Herkes bir şeylerle meşguldü ama benim gözüm tam karşımdaki duvarın ortasına yerleştirdiğimiz saate oradan da onun üstüne abimin kalın kalemlerle yazdığı ayete takılıyordu.
"Her canlı ölümü tadacaktır."
Saate baktıkça gidecek olmanın hüznü çöküyordu üstüme. Hemen üstündeki ayeti kerimeyi okudukça dünyada ahiret için ne kadar az çalıştığım geliyordu aklıma. Ne kadar az şeyden vazgeçiyordum Rabbim için? İnsanlar neleri geride bırakıyordu islam için. Bense... Bana 4 5 saatlik uzaklıkta bir yere gidip ailemden ayrı ders vermek zor geliyordu.
Şöyle bir silkelenip kendimi toparlandım. Allah büyüktü, bana çok güzel bir kapı açmıştı. Bunu elimin tersiyle itecek değildim. Nedense ailem bu kararımı benden olgun karşılamış gibi hissediyordum.
Babam akşamın duasını da yaptıktan sonra elindeki kitabı sesli bir şekilde kapattı. Bu, "ders bitti" demekti. Zaten saatte 22.15 olmuştu. Şunun şurasında 2 saatim kalmıştı.
Kalan vakit boyunca salonda olduğumuz yerlerden kıpırdamadan sohbet ettik. Babam ve abim yine ilmi bir mevzuda derin derin konuşmaya başlayınca biz de ilgi ve dikkatle dinlemeye koyulduk. Elbette bizim de ekleyeceğimiz çok şey vardı bu konuda fakat biz genelde abimle babamın konuşmalarına karışmazdık. Ancak bir şeyi eksik ya da yanlış söylerlerse düzeltirdik. Abim ve babam konuşurken çalan kapıyı açmak için ayağa kalkan kişi ben oldum. Gitmeme bu kadar az kalmışken Gülsüm Teyzem ve Burak amcam gelmese cidden kırılırdım zaten. Ama onlar öyle bir şey yapamazlardı ki. Gülsüm Teyzem kapıdan girdiği gibi sıkı sıkı sarıldı bana.
"Oy benim kuzum.. Teyzesinin gül kokulu Hafsa'sı... Yerim seni, nasılsın teyzem?"
Bu Gülsüm teyzemin üzüntüsünü belli etmeme çabalarının bir kısmıydı. Onu tanıyordum. Abim "Anne, baba.. Hoşgeldiniz." diye ikisiyle görüşürken ben de geride durup şu mükemmel aile tablosuna şöyle bir baktım. Elhamdulillah Rabbim.
Çok güzel bir ailem vardı. Çok güzellerdi. Ufaklıklar bana çarpa çarpa kalabalıktan kaçıp odaya çıkmaya çalışınca düşüncelerimden çekip çıkardılar beni haliyle. Gülsüm Teyzemler geldikten sonra zaman nasıl geçti anlamadık. Babam hazırlanma vaktinin geldiğini söylediğinde biz hanımlar Tayfası olarak hazırdık zaten. Yanımda 2 valizim ve ben.. hazırdık yani. Annem çocukları Gülsüm Teyzeme emanet etti. Onlarla bizim evin önünde vedalaşıp ayrıldık. Gülsüm Teyzem kulağıma bir sürü nasihat fısıldadı. Bana bir sürü dualar etti. Arkamdan biraz da ağladı.  Saklamaya çalıştı ama gördüm tabi. Burak amcam mı? Elime 3-4 arapça kitap tutuşturup, "Orada boş durmadığına inanmamı istiyorsan seni görmeye geldiğimde bu kitaplar çevrilmiş olsun," Dedi. Sonra da ekledi, "Bu kitapları okumam lazım kızım. Arapçam yok ki çevireyim. Sen çeviredur işte."
Bu söylediğine hepimiz güldük. Kitapları alıp sadece "tamam" diyebildim. Çünkü o şartlar altında ne kadar az konuşursam ağlama riskim o kadar azalırdı. Şey, tamam peçem yüzümdeydi ama ağlamak istemiyordum.
Annem, babam, abim, Ayşe ve ben arabaya binip yola çıktık. 10 dakika sonra havaalanında beraber gideceğim diğer süt kardeşim Ömer'i bekliyorduk. Evet, Hamza abimden başka süt kardeşim de vardı. Fakat onlarla aramız pek iyi değildi. Neyse, o konuyu daha sonra uzun uzadıya anlatırım.
Ömer elinde ufacık çantayla görününce babam derin bir nefes aldı.
"Elhamdulillah. Bir an gelmeyecek sandım."
Abim Ömer'i görünce hiçbir şey olmamış gibi samimice sarıldı. Aslında bizim aramızda bir şey yaşanmamamıştı fakat ailesi.. Yani işin özü Ömer'i severdik.
Babam ve abim o yüzden beni ona emanet etmişlerdi zaten. Ömer düşünceli bir adamdı. Benim için bursaya gelmeyi hiç düşünmeden kabul etmişti. Kendisi de işlerin yoğunluğundan ötürü benimle bursaya indiği gibi uçağa geri binip buraya dönecekti. Sağolsun, kabul etmek zorunda değildi ama etmişti işte.
Nihayet bütün işlemler bitmiş, uçağa binme zamanıydı. Sırasıyla herkesle görüştüm. Annemle görüşürken bir miktar ağlamış olabilirim, kabul. Babam sırtımı sıvazlayıp alnımı öptü.
"Benim hoca kızım. Allah subhanehu ilmine ilim katsın. Önümüzdeki hafta geliriz in sha Allah yanına. Hiç sıkma kendini. Bir şey olduğu zaman da hemen Tarık abinin eşine koş tamam mı? Onlar da seni heyecanla bekliyorlar orada zaten. Yolun açık olsun kızım."
Abim sıkıca sarılıp hiçbir şey söylememeyi tercih etti. Ağlamak istemediği zamanlarda böyle yapardı. Ayşe'yle sıkı sıkı sarıldık, ne de olsa her gün konuşacaktık. Ayrıca söz vermişti, abimin işlerinin musait olduğu ilk zamanda yanıma geleceklerdi. Benden sonra Ömer de hepsiyle görüştü.
Ailemi, sevdiklerimi, 18 yılımı geride bırakmış bir uçağa doğru yürüyordum.
"Ağlama şimdi. Ağlarsan fark ederler." derken ki sakinliği yüzünden Ömer'i öldürebilirdim.
"Keşke o kadar kolay olsa salak şey!"
Sesimin titremesine engel olamamıştım işte.
Bütün kontroller yapıldı, eksik bulunamadı.
Elbette bir peçeli ve bir sakallı şalvarlı olarak dikkat çekiyorduk ama... herkesi rahat rahat geçirirken bizi kenara çekeceklerini de düşünmemiştim açıkçası. Kenardaki güvenlik görevlisi bize dönüp, "Bir saniye," Dediğinde işlerin pek de yolunda gitmediğini anladım.
Bana yönelip "kimlik doğrulaması yapmak zorundayım. Yüzünüzü açın lütfen" Dediğinde sinirlerim tavana sıçramıştı bile. Ömer dahi bu mevzuda kimsenin beni susturamayacağını bildiğinden karışmıyordu bana.
Görevli adama dönüp söyle bir baktım.
"Bu giyindiğim örtü  sizin basit kural ve yasalarınız karşısında vazgeçilecek kadar basit bir şey olsaydı bunca zahmete rağmen taşır mıydı hanımlar bu örtüyü üstlerinde?"
Adam şaşkınlıkla kalakaldı. Onun şaşkınlığından faydalanıp devam ettim.
"Ayrıca bayan görevli istiyorum. Size asla ve katiyen yüzümü açmayacağım. Bu konuyla ilgili söyleyeceklerim bunlardır."
Net ve kesin tavrım gözlerini korkutmuş olacak ki 5 dakika içinde bayan görevli geldi. Yüzümü gördü, kimlik doğrulaması(!) Yapıldı. Uçaktaki yerimizi aldığımızda Ömer de ben de gayet keyifliydik.
Ömer bana dönüp "Vallahi korkulur senden. Adam konuşamadı bile karşında. Helal olsun kardeşime ya!" derken bir yandan da gülüyordu. Bende ona katılıp sessizce güldüm.
"Aç yüzünü dedi diye açacağım sandı herhalde. Manyağa bak. Uyuz oluyorum bu tiplere yaa!"
Ömer'e dönünce arkasında oturan kadın dikkatimi çekti.
Uzun sarı saçlı, kat kat makyajlı suratı, muhtemelen 3-4 defa şişirttiği dudakları, açık saçık elbisesiyle bacak bacak üstüne atmış, korkuyla bana bakıyordu. SubhanAllah.
Bu insanlar kendilerine hiç mi bakmıyorlardı?
Kadın bakmaya devam edince aklıma gelen fikirle kendi kendime güldüm. Kadının gözleri üzerimizdeyken bilerek Ömer'e dönüp, "Canım çantaları ayak ucuna alalım. Düzeneği ulaşmak daha kolay olur in sha Allah," Dedim. Ömer mal gibi bana bakarken kadın kızarıp bozarmış, telaşlanmıştı. Şimdi bütün yol boyunca ölüm korkusuyla dönüp duracaktı işte.  Oh, canıma değsin.
Şu kadın bir yana da...
Geride ailemi bırakmıştım. Onları bir daha görebilirdim ama bir kişi... Suriye'ye gidiyorum demişti. Acaba onu tekrar görebilecek miydim? Görsem bile muhtemelen evlenmiş olurdu. Allah Kerim demekten başka bir şey gelmiyordu elimden.
Ömer'e bir şey sormak için döndüm ama gülmekten kendimi alamadım. Arkasındaki kadın telaşla bir sağa bir sola dönüyordu. Muhtemelen birazdan hostes gelip çantamızı falan arayacaktı. Ahaha!
Peki sorun bakalım, umrumda mıydı? Elbette Hayır. Biz bu yola bütün bu zorlukları göze alarak girmiştik. Gerçi,  şu arkadaki kadın pek bir zorluk gibi gelmiyordu o kırmızı korkmuş yüzüyle ama. Ahahah! 

Esselamu aleykum. Bölümleri çok eğlenerek yazıyorum. Umarım size de yansıyordur. Diğer kitaplara da bölüm ekleyeceğim ama biraz bekleyin olur mu? Çünkü değişik bir sürprizim var ^_^
Neyse, Allah'a emanet olun sevgili okurlarım. Yazarcığınıza dua etmeyi unutmayın
(:

Tevafuklar-2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin