Bölüm14. Kitap

6.9K 458 62
                                    

OKUMAYA BASLAMADAN ONCE MUTLAKA MEDIADAKI KISA SOHBETI DINLEYIN.

"SubhanAllah! SubhanAllah!"
Şaşkınlığımı tarif edecek başka bir kelime bulamıyordum. Şimdi şu ekranda gördüğüm ufak et parçası mı büyüyüp benim yeğenim olacaktı? Bu et parçasını mı canımız diye sevecektik? Ekrandan alamadığım gözlerim sonunda Ayşe ye döndü.
Gözleri dolu dolu ekrana dikilmişti.
"Hafsa.. çok güzel değil mi? Baksana. SubhanAllah."
Doktor gülümseyerek bizi izlerken aniden ona dönünce gözleri şaşkınlıkla açıldı,
"Doktor hanım? Ne zaman daha net, yani ne bileyim, daha büyüdüğü halini görebiliriz?"
Kadın şaşkınlıkla açtığı gözlerini kısıp tatlı bir şekilde güldü. "2 ay sonraki ultrason çekiminde net bir şekilde belli olur."
Ben kafamı anladığımı belirtmek için aşağı yukarı sallarken Ayşe çoktan uzandığı yataktan kalkmış üstünü başını düzeltiyordu.

Nihayet Ayşe peçesini de takıp tam olarak hazır olduğunda doktora tekrar teşekkür edip odasından çıktık. Doktor seçebilmek için özel bir hastaneye gelmiştik.. Koridordaki herkes gözlerini dikmiş bize bakıyordu. Belli ki bizi yakıştırmıyorlardı böyle yerlere. Onlara göre biz kötü, pis yerlerin insanıydık. Müslümanları hep kötü yerlerde gördükleri için,  bizi oraların insanları sanıyorlardı. Halbuki ne kadar yanılıyorlardı...
Tam çıkış kapısının orada Ayşenin koluna girip, "Ee şimdi ne yapmak istersin?" dedim mutlu ve sakin çıkarmak için özen gösterdiğim sesimle. Evet, abime ben de üzülüyordum ama ona destek olmalıydım. O hamileydi! Olayın ciddiyetinin onun gibi ben de farkında değildim ama, abim baba oluyordu!
Ve karısını da evladını da bana emanet etmişti. Onlara gözüm gibi bakmalıydım. Canımın en dibi abim oradan çıktığı vakit başım dik bir şekilde, "Bak! Ne kadar iyi sahip çıkmışım emanetine. Gördün mü?" diyebilmeliydim. Bu yüzden -yapmazdı ama- kovsa da, bağırıp çağırsa da gitmeyecektim Ayşenin yanından.
Ayşe derin bir nefes alıp cevap verdi, "Eşimi görmek istiyorum,"
Keşke.. keşke mümkün olsa Ayşe... İç sesim bunları söylerken yüzüme en kaliteli gülüşlerimden birini geçirdim, "Bir sonraki görüşünde elinizde bebeğinizin fotoğrafı olur. Ne kadar romantik!"
Söylediğimi zoraki söylediğimi o da biliyordu ama çaktırmadı ve benimle birlikte güldü.
Sonra elini peçesinin kenarında dolaştırırken, "O zamaaaan.." dedi düşünürmüş gibi yaparak. "Kitap almak istiyorum!"
Gözlerim kocaman açılırken onu hızlandırmak istercesine ileri doğru çektim, "Haydi gidelim o zaman!"

-

Kitapçıya geldiğimizde ikimiz de içeriyi görmeye çalışıyorduk. Çok fazla erkek varsa elbette girmeyecektik. Gözlerimi kısıp camın arkasını görmeye çalışırken Ayşe kolumdan tutup dükkana doğru çekmeye başladı. Ne olduğunu anlamak için ona dönünce cevap verdi,
"Ben baktım. İçeride neredeyse kimse yok."
Bu cevap yeterliydi.
Dükkanın merdivenlerini çıkarken birkaç kez eteğime takılsam da sorunsuz bir şekilde girdik dükkana.
Girdiğimiz gibi Ayşenin gözleri parladı, "çok özlemişim..."
Bende kafamı aşağı yukarı sallayıp onu onayladım. Kitap kokusu, oh be!
Raflar arasında dolaşmaya başladığımızda her gördüğüm kitaba bir öncekinden fazla aşık oluyordum. Kitaplara baktıkça cahilliğimin iyice farkına varıyor, ne kadar çok şey bilmediğimi görüyordum. Bu da beni olası bir kibirden koruyordu. Keza bildiğim şeyler çok çok çok azdı.
Ayşe yan rafta aile ve çocuk kitaplarını kurcalarken ben kenardaki daha radikal konulardaki kitapları inceliyordum.
"O kitaplar bir bayanın okuması için pek de mantıklı seçimler değil diye düşünüyorum.."
Omzumun üstünden gelen bir sesle irkildim. Telaşla kafamı arkaya çevirdim. Gördüğüm yüz karşısında gözlerim kocaman açılırken peçemin altındaki ağzım kocaman bir 'O' şeklini almıştı bile. Peçe yaptığım için bir kez daha şükrettim Allah'a.
Süleyman'ın burada ne işi vardı ya? Sanki hiç konuşmamış gibi indirdim bakışlarımı yere ve neredeyse duyulmayacak kadar kısık bir sesle cevap verdim,
"Sadece merak ettiğim için okumak istiyorum,"
Kafasını anladığını ifade etmek için salladığını başım aşağıdayken bile görmüştüm. Bir şey düşünür gibi sakallarını kaşımaya başladı. O an her şey dursun ve ben sadece 2 saniyeliğine kafamı kaldırıp ona bakayım istedim. Bunu o kadar çok istedim ki.. sadece bakmak.
Aklımdan geçen şeylerden utanarak kafamı iki yana salladım. Sanki kafamı koparacak kadar hızlı sallayınca düşünceler iki yana dökülüp içinden çıkacakmış gibi..
"Ama müslüman bir bacı için daha faydalı kitaplar var. Yani bunu ben demiyorum, büyük abilerimiz söylüyor. İsterseniz yardımcı olayım?"
O an düşünmem gereken son şeyi düşündüm. Ne yani? Şimdi bu çocuk buraya gelen her kıza böyle yardımcı mı oluyordu? O an icin beni tanıması imkânsızdı. Tam olarak imkânsızdı. O an, dışarıda dolaşan ve buraya kitap almak için gelen yüzlerce peçeli bacıdan biriydim. Alnımın ortasındaki damar sinirden şişerken içinden geçen kanın sıcaklığını hissedebiliyordum. Kim almıştı Allah aşkına bu çocuğu buraya?! Gitsin adamakıllı hocalığını yapsın, ona mi kalmış kitap satmak ya?!
İç sesim yine üstüne vazife olmayan konular hakkında doktora yapmaya hazırlanırken sinirle kendime çemkirmeye kalktım. Ne yapıyordum ben sahiden?
Sinirle Süleyman'a sırtımı dönerken alelade bir, "Gerek yok!" demeyi de unutmadım elbet. İstemiyordum onun yardımını falan. Allah allah. Ona mi kalmıştı bana -ya da benim gibi herhangi bir kıza - yardım etmek? Ayrıca nişanlı çocuktan bananeydi ki? Değil mi sevgili utanmaz iç sesim?
Karşımdaki raftaki kitaplara göz gezdirirken bir yandan da haklı olduğunu düşünmedim değil. Ben merak ettiğimden okuyordum ama bana bir faydası yoktu ki. Sadece merakımı gidermiş oluyordum işte.
Sinirlerimi zıplatmış olsa da hanımlar için yazan rafa doğru ilerlemeye başladım.
Müslüman hanımlar için 100 tavsiye.
Bu kitabı alacaktım. Tabi alabilirsem. O nasıl oluyor demeyin şimdi hiç. Tamam boyum kısa değil ama kitabın olduğu rafa bakmak için bile boynumu 150 derece kaldırmam gerekiyordu. Nasıl ulaşacaktım oraya?
Ben kitaba ulaşma yolları ararken arkamdan gelen sesle resmen olduğum yerde sıçradım.
"Pardon. Hanımefendi. Müsaade ederseniz kitap alacağım?!" Cümle ne kadar kibarsa ses tonu o kadar kabaydı. Hem bu kaba sesi bir yerden tanıyordum. Altı üstü geçeceği yolu kapatmıştım. Sinirle çatılan kaşlarımı düzeltmeye uğraşmadan arkamdaki kaba adamı görmek için döndüm.
Karşımdaki adama bakma gereksinimi duymadım bile. Kafamın hizasındaki uzun, gür, kahverengi sakallarını görmek bile korkmam için yeterli bir sebepti. Kafamı telaşla önüme eğip kenara çekildim. Ben ayakkabılarımı kesmeye devam ederken o korkunç adam yanımdan geçip gitmişti bile. Adam dükkandan çıkarken ben de kitabı alma uğraşlarıma geri döndüm. Tam kolumu uzatıp almayı deneyecektim ki kenardaki ufak rafların üstünde bana göz kırpan bir şey gördüm.
Kafamı o tarafa çevirince gözlerim şaşkınlıkla açıldı. O. Benim. Deminden. Beri. Almak. İçin. Uğraştığım. Kitap. Değil. Miydi?
Oha.
Kim koymuştu onu oraya ki? Az önce etrafta o kitaptan bir tane olsa kesinlikle görürdüm. Yoksa? Gözlerinden kalp fırlayan whatsapp emojisi misali dükkanın kapısına baktım. Ama az önceki adam çoktan gözden kaybolmuştu bile.
"Hafsa! Haydi gel!"
Ayşe kısık bir sesle bana seslenince sırıtarak kenardaki kitabı aldım ve Ayşenin sesinin geldiği yöne döndüm.
Korktuğum başıma gelmişti işte. Süleyman Ayşeyi tanımış olacak ki kenarda durmuş konuşuyorlardı. Ayşe olduğum yerde durduğumu görünce bir kez daha bana bakıp, "Gelsene?" dedi. Boşuna uğraşma işte Ayşe, çocuk nişanlı!
Ayaklarım geri geri giderken mecburen Ayşenin yanına gittim. Kafamı hiç kaldırmadan Ayşenin yanında durdum. Onlar abim hakkında konuşurken ben de elimdeki kitabın kenarıyla oynuyordum dikkatimi sesine vermemek için.
Ah mükemmel. Kendi düşüncelerimden utanıyordum resmen. Şeytan benimle ne güzel uğraşıyordu böyle?!
Sinirle derin bir öf çektim. Ayşenin soran gözlerini üstümde hissedince sesli bir öf olduğunu fark ettim. Gözlerimi devirip, "Saat geç oluyor," dedim.
Ayşe yeni fark etmiş gibi dışarıda kararmaya durmuş havaya baktı. Sonra Süleyman bir şeye ihtiyacı olursa mutlaka onu aramasını, çekinmemesini falan söyledi. Tüm bu konuşmaların üstüne tam ayrıldık demiştim ki Ayşe son bombayı patlattı ve arkasına dönüp Süleyman'a baktı,
"He bu arada, hayırlı olsun Süleyman. İn sha Allah düğüne Hamza'yla beraber gelmek nasib olur..."
Evet, iç sesim bildiği bütün kötü -çok kötü- sözleri sıralasa da, ben de sessizce Ayşeyi onayladım, "Hayırlı olsun."
Süleyman sorar bakışlarını Ayşe ye çevirince bizimki açıklamaya girişti,
"Nişanlınla tanıştık da Bursa'da. Hafsa'nın derslerine geldi. Oradan duyduk biz de.."
Süleyman yüzünde açıklayamadığım bir ifadeyle -biraz şaşkınlık biraz hayal kırıklığı ve bir sürü şey daha- iyice bize döndü.
"Anlamadım? Benim nişanlım mı varmış?"
Yere indirdiğim kafamı gerisin geri kaldırdım. Ne diyordu bu çocuk yine şimdi?
Sonra yüzüne ufak bir tebessüm yerleştirip bize döndü. Allahım! Sol tarafımda bir ağırlık hissedince yine derin bir utançla kafamı önüme eğdim. Bu çocukla aynı yerde olmak bana iyi gelmiyordu sahiden.
"Benim bursada bir tek kuzenim var. Ne bursada ne başka yerde nişanlım yok. Varsa da benim haberim yok vallahi. Neyse, geç kalmayın. Ben de gideyim!"
Kapının açılma sesini duyunca kafamı kaldırdım. Ne demişti o? Yok mu demişti.
"Yok dedi. Nişanlı değilim dedi," diye cırlayıp Ayşe ye dönünce kitap alan birkaç abi sinirle bize baktı. Hemen aldığımız kitapların parasini ödeyip çıktık dükkandan.
-
Takside giderken şaşkınlıktan deli gibiydim. Nasıl yani? Ama o kız. Süleyman demişti. Tanıyor demişti. Süleyman da nişanlı değilim demişti. Yalan söyleyecek değildi ya.
Bu benim bir şansım olduğu anlamına gelmezdi ama. Yine de. Nişanlı değildi işte.
Kafamı cama yasladığımda bir an hersey gözümün önünden geçiverdi. Sahi ne zamandır bekliyordum Süleyman'ı?
Ne zamandır tanıyordu beni? Şimdiye kadar hiç böyle bir şey konuşulmamıştı bile. Şimdiden sonra da konuşulacağını sanmıyordum ama. Ümit işte.
-
"Nasıl yani?"
Annem hazırladığı valizi elime tutuştururken bir yandan da açıklama yapıyordu,
"Abinin davası amerikada devam edecekmiş. Hem orada biraz daha rahat edersiniz, hem de yakından takip edersiniz."
Ters giden birseyler vardı. Olmasa annem asla bizi tek başımıza yollamak istemezdi. Kaşlarımı kaldırıp bakışlarımı üstüne diktiğimde yorgunluktan çökmüş omuzlarını dikleştirmek için uğraşmadan cevap verdi,
"Sonra Hafsa. Sonra konuşuruz. Şimdi sadece dediğimi yapın. Olmaz mı?"
Şaşkınlıkla kafamı onaylar gibi aşağı yukarı salladım ve valizi aldım. Ayşe de aynı benim gibiydi.
Annem beni ve Ayşeyi öptükten sonra elimize kimliklerimizi de tutuşturdu. Altı üstü birkaç saat evde değildik. Bu kadar sey nasıl olmuştu ya?
"Atatürk Havalimanı, 19.20 uçağı. Şimdi giderseniz yetişirsiniz."
Böyle ani kaçışlara amerikadan alışıktık. Hükümetler genelde demokrasi sistemini desteklemeyen Müslümanlarla sorun yaşar ve onları içeri tıkmak için ellerinden geleni yaparlardı. Ooo, tabiki biz de o kişilerdendik. Tabiki devletlerle hiçbir zaman aramız iyi olmamıştı. Ama genelde kaçacağımız zaman ailece yapardık bunu. Şimdi sadece Ayşe ve ben. Neden?
Sorgulamadan annemin çevirdiği yöne doğru yürümeye başladım. Tam taksiye binecekken son kez dönüp anneme baktım.
"Hesabını kontrol et!" diye bağırdı taksi çoktan hareket etmişken.
Ayşe yle hiçbir şey bilmediğimiz halde bir taksi nin arkasında havalimanına gidiyorduk. 1 saat sonra uçağımız vardı. Amerikaya gidiyorduk ama bu abimi takip etmek için değildi belli ki. Ben akşam namazını kılmış mıydım? Ne?! İsterse dünya yansın, namazım geçemezdi.
"Durdur taksiyi abi!" diye bağırınca Ayşe de şoför de şaşkınlıkla bana baktı. Sonra olduğum yerde büzülerek cevap verdim,
"Cami gördüm. Namazımı kılmam lazım!"
Taksi şoförü olayı biliyordu herhalde.
"Ama uçağınız?" dedi kaşlarını kaldırıp ama devam edemedi çünkü lafını böldüm.
"Namazım."
Bunu o kadar sert bir dille söylemiştim ki adam korkuyla taksiyi kenara çekti. Telaşla taksiden inerken Ayşe de beni taklit edip indi. Adam Peşimizden; "Bekleyeyim mi sizi?" Diye bağırınca gerçekten mi diye mırıldanarak döndüm.
"Valizlerimizi sana hediye edemeyeceğimize göre, evet bekle lütfen."
Sonundaki lütfen çok zor çıkmıştı ama olsun Kibarlık önemliydi.
Tamam, o an onemsedigim son şey kibar olmaktı.
Uf Nerede şu caminin girişi?!

esselam aleykum. merhaba arkadaslar  ') bolum yazmadigim icin cok kiziyorsunuz ama anlayis bekliyorum. calisiyorum, ayni zamanda sinava hazirlaniyorum. geri kalan zamanimin da tamamini bilgisayar ekranina bakarak geciremem. benim bir ailem -ilgi bekleyen ergen kiz kardesim- var. elimden geldigince yaziyorum.
hmm, neyse, umarim bolumu begenirsiniz.

Tevafuklar-2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin