Bölüm11. "Polis"

5.2K 471 40
                                    

"Ya sen kafayı mı yedin? Adamın tekine sinirlenip evlilik görüşmesi mi yapılır? Manyak mısın kızım sen?"
Ayşe ayakta bir ileri bir geri yürürken sinirden elleri bile kızarmıştı. Oturduğum yerde şöyle bir toparlanıp bağdaş kurdum.
"Ayşe. Sakin ol. Birine sinirlendiğimden değil, sadece artık kimseyi umutsuzca beklemek istemiyorum. Zaten ben şimdi birileriyle görüşmesem ailem sene içerisinde birileriyle görüştürecek. Bari işin içine babam girmeden -daha doğrusu babamla yüz göz olmadan- görüşeyim birileriyle."
Ayşe şaşkınlıkla gözlerini açmış bana bakıyordu. İnanamıyormuş gibiydi. Bir şey söylemek için ağzını açtı ama.. Sanırım vazgeçti. Kendisini hırsla arkasındaki koltuğa attı.
"Ya sen harbiden salaksın. Ben senin evlenmeni istemez miyim sanıyorsun? Sadece birine sinirlenip sonrasında ömür boyu acaba diyeceğin bir şey yapmanı istemiyorum Hafsa. Anla beni lütfen."
Haklıydı ama ben bunu abimle konuşmadan önce de konuştuktan sonra da uzun uzun düşündüm.
Artık bu fikrimde kesindim. Ayşe'ye dönüp gülümseyip cevap verdim,
"Benim için endişelendiğini biliyorum. Ama ben bu kararı sağlıklı bir şekilde aldım emin olabilirsin. "
Ayşe kafasını sağa sola sallayarak kalktı.
"Ben sana hiçbir şey demiyorum. Madem öyle Hamza'yla konuşayım, hızlandıralım şu süreci. Hayırlı işler beklemez."
Kursa gitmem gerektiği nedense son cümlesiyle aklıma geldi. Oturduğum yerde bacaklarımı çözerken cırladım.
"Senin yüzünden derse geç kalacağım ya! Tamam ayarla! İçin nasıl rahat edecekse öyle yap, tamam. Ama yaptığın ya da yapacağın her şeyi sonra konuşalım olur mu? Şimdi çıkıyorum çünkü."
Ayağa kalkıp odama yöneldiğimde sinirli bakışlarını üstümde hissedebiliyordum. Odaya geçip jilbabımı üstüme geçirdim. Peçemi de aynanın karşısında dikkatle taktıktan sonra kenarıdaki kitabımı ve defterimi alıp odadan çıktım. Kapının kenarında duran çantamı koluma takıp ayakkabılarımı ayağıma geçirdim.
Kapıyı sakince çekip kendimi sokağa attım. Ayşe inadıma yapıyordu. Baskı altında hissedeyim de vazgeçeyim istiyordu ama benim vazgeçmeye niyetim yoktu. O evlilik görüşmesi yapılacaktı. Ben benim henüz farkımda bile olmayan bir adamı bekleyecek kadar aklımı kaçırmış olmamalıydım. Olamazdım.
Düz sokakta yürürken bir anda aklıma bugün için almayı planladığım not kağıtları geldi. Dün çok geç olduğu için çıkıp alamamıştım. Hem zaten vaktim vardı.
Sırf Ayşenin dilinden kurtulabilmek için geç kalıyorum diye çıkmıştım evden.
Sağ tarafımdaki ara sokağa sapıp caddeye çıktım. Henüz birkaç adım atmıştım ki ileride bir olay olduğunu fark ettim. Hmm, sanırım bugün o not kâğıtlarını alamayacaktım.
Gerisin geri arkamı dönüp çıktığım sokağa geri dönecektim ki bu seferde döndüğüm tarafta büyük bir karmaşa oldu ve sonra kocaman bir BOM.
O ne? Kendimi korkuyla dükkanlardan birinin kenarına attığımda çıkan sesten kulaklarım sağır olmuş gibiydi. İnsanlar etrafa koştururken ben şaşkınlıkla olduğum yerde duruyordum. Yaklaşık 2 3 dakika sonra kendime geldiğimde boğazımın korkudan kuruduğunu fark ettiğimden şöyle bir yutkundum. Sonra olduğum yerde sırtımı dikleştirip çıktığım sokağa döndüm. Polisler her yerdeydi. Sadece 2 3 dakikadır oradaydım ve benden başka herkes olayın şokunu çoktan atlatmıştı. Korkuyla ilerledim. İyi ki bir not kağıdı almak istemiştim. Ah Allahım! Abim bu olanları öğrenirse beni öldürürdü. Neden bensiz gittin? Beraber gidip alabilirdik. Ya başına bir şey gelseydi?
Söyleyeceği cümleler de muhtemelen bunlar olurdu. Polisin kenarıda yayalar için bıraktığı küçük alana yönelmişken biri kolumdan tutunca haliyle bir sıçradım olduğum yerde.
Arkamı merakla döndüğümde kolumu tutanın kenarıda bekleyen polislerden biri olduğunu gördüm. Kolumu telaşla elinden kurtardiktan sonra, "Ne oluyor polis bey?" dedim sakince.
"Kimliğinizi görebilir miyim?" dedi sanırım sesinin en sert tonuyla. Çünkü sesi beni korkutmaya yetmişti. Çantamdan önce cüzdanımı sonra da içindeki kimliğimi çıkarıp uzattım.
Elinde kimliğimi evirip çevirdikten sonra kenarda bizi izleyen arkadaşlarını çağırdı. Altı üstü kimlikti. Onun göremediği ne olmuş olabilirdi ki arkadaşlarından yardım istiyordu?
Diğerlerinden daha bilgili olduğu hareketlerinden ve çevresindekilerin saygısından açıkça belli olan adam bana yöneldi,
"İyi de bu amerikan kimliği?"
Ee? Yani.
"Yani?" Bunu derken amacım gerçekten onlarla tartışmak falan değildi. Her ne sebeple olursa olsun bir bayanın bir erkekle tartışmasından nefret eden bir insanım ben.
"Türkiye kimliğiniz yok mu Hanımefendi?" Dedi adam sanki karşısında beyin özürlü biri varmış gibi. Tamam cırlamayacağım. İşimi halledip kursuma döneceğim.
"Polis Bey, Türk olmayan birinin neden Türk kimliği olsun?"
"Nasıl yani?"
Asıl anlamayan oydu işte. Akılsız herif.
"Annem Türk benim. Babam ise İtalyan. Ben de amerikada doğup büyüdüm. İsterseniz şu kenarıdaki duvara soy ağacımı da çizeyim?"
Polisler aldıkları cevaptan rahatsız olmuşlardı. Ama kendileri kaşınmıştı. Benim kimliğimle uğraşacaklarına şu zıkkımları kimin yaptığını bulmak için uğraşsalardı ya.
Adamlardan biri elini bana doğru uzatarak, "Yüzünüzü görmeliyiz" deyince gözlerimi kocaman açıp üzerlerine diktim.
"Pardon?"
"Yüzünüzü. Açmanız. Gerekiyor."
Ne oluyordu burada Allah aşkına? Tamam arada sırada peçeli olduğumuz için polisler tarafından durdurulurduk ama bu da neydi şimdi?
"Öyle bir şey olmayacak. Bir ordu dolusu adama yüzümü açmayacağım, kusura bakmayın."
Polis gözlerime dik dik bakarken kararlılığımı görmüş olacak ki tartışmaya bile kalkmadı.
"Tamam, Yeliz'i çağırın hemen gelsin."
Yeliz kadın polislerden biri olmalıydı. Şey, tamam, bu sahneyi de defalarca yaşadık. Polis yüzümüzü açmamızı istedi. Ben, annem ve Gülsüm Teyzem tabi ki açmadık. Ve ortama bayan polis geldi. Yüzümüzü gördü ve yolumuza devam ettik. Burada da muhtemelen öyle olacaktı.
Birkaç dakika bekledikten sonra bir kadın üzerindeki üniformayla bize doğru geliyordu. Peki, bu sefer diğerlerinden kolay olmuştu.
Kadın yanıma gelip bana gülümsedi.
"Buyurun şöyle kenara geçelim."
Diğerlerine göre kat be kat tatlıydı. Kenarıda peçemi yukarı kaldırıp yüzümü gösterirken sitem etmeden de edemedim, "Bu nasıl iş böyle ya? Her polis gördüğümüzde aynısını yaşayacağımızı biliyoruz artık."
Kadın gözlerini üzerime dikip bana baktı bir kaç saniye.
"Etrafta ne olduğunun farkında mısın?"
Peçemi indirip cevapladım,
"Evet adamın biri bomba falan patlattı herhalde. İşin garibi benimle hiç alakası olmamasına rağmen ben dersime geç kalıyorum."
Kadın derin bir öf çekti.
"Canım o şüpheli sensin."
Sonra hiçbir şey olmamış gibi arkadaki arkadaşlarına eliyle bir işaret yaptı.
Sonra bana dönüp, "Allah yardımcın olsun," Dedi ve telaşla gitti yanımdan.
"Hanımefendi çantanızı da kontrol etmemiz gerekiyor."
Bu iş gittikçe garipleşiyordu. Çantamı açıp uzattım.
"Bakacağınıza bakın da gideyim artık.  Geç kalıyorum."
Adam söyle bir gülüp çantamı elimden aldı.
"Biraz daha geç kalacaksın sanırım,"
Çantamdan sırayla kitapları çıkardı.
Kitabuttevhid-Muhammed bin Abdulvahhab. Kral ve çocuk- Ebû Sümeyye. Defterimi üstünkörü kurcaladı. Sonra kitapları havaya kaldırıp bana döndü,
"Ne diye okuyorsun bunları?"
Tamam, Ebû Sümeyye künyeli Musa Hoca, içeri alındığından şu an onun kitapları dikkat suç unsuru sayılıyordu galiba. Ama ne yapayım, dersleri ondan işliyordum çoğunlukla. Bundan sonra kursta bırakacaktım.
"Peki ya bu defterinde yazanlar? Tevhid cihad falan? Hayırdır kızım sen? Bu yaşında sana mı kaldı bütün bunları düşünmek?"
Ne diyordu bu dengesiz ya. Basımı kaldırıp vakarla cevap verdim,
"Okuyacağım ya da okuduğum hiçbir şey hakkında hesap vermek zorunda değilim. Düşünce özgürlüğü diye bir şey var, değil mi?"
Aldığı cevaba o kadar sinirlendi ki, kaslarını çatıp bakışlarını üzerime dikti.
Bu işin sonu iyiye gitmiyordu. Artık anlamıştım.
Arkasına dönmeden konuştu,
"Alın bunu. Merkezde daha uzun uzun sohbet ederiz küçük hanım."
Sonra ne mi oldu? Karmaşa. Koluma giren polisler, beni zorla bindirdikleri bir araba, yine zorla soktukları kocaman bir bina, binaya girerken iki taraftan fotoğraf çeken ve saçma sapan sorular soran bir sürü gazeteci.
SubhanAllah! Bu insanlar şu bombayı gerçekten benim patlattığımı düşünüyordu. Ben? Ben mi yapmıştım. Oha.
Üst katlardan birinde bir masada oturuyordum öylece.  Allaha Şükür, kelepçe falan takmamışlardı.
Diğerlerine göre daha yaşlı bir adam yanıma gelip masanın karşısına oturdu. Filmlerde gördüğümüz sorgu odalarına benzemiyordu. Biz daha açık bir odadaydık. Tabi yine boştu oda.
"Başlayalım mı?" dedi hepsinin kullandığı şu alaycı sesle.
Sırtımı iyice dikleştirip, "Önce birini aramam gerekiyor," dedim. Ters ters gözlerime baktı.
"Çeteden arkadaşlarını mı arayacaksın? Ara ara belki kurtarırlar seni."
Biraz kem küm ettikten sonra telefonunu çıkarıp numarayı istedi. Abimin numarasını söyledim.
Telefonla o konuştu. Bana vermedi. Zaten kısa bir görüşme oldu.
Hamza bey? Kardeşiniz şu an polis merkezinde. Haberiniz olsun diye aradık. İster gelin ister gelmeyin. Umrumda değil.
Muhtemelen abim o daha cümlesini bitirmeden olduğu yerden çıkmıştı.
Adam kaşlarını kaldırıp, "Şimdi başlayabiliriz değil mi?" Dedi.
Anlatacak bir şeyim yoktu ama başımı salladım.
"Bu olayla bir ilgin var mı?"
"Ne diyorsunuz siz ya? Benim bu olayla nasıl ilg..." dedim ama devamı gelmedi. Çünkü adam lafımı kesti.
"Evet ya da Hayır. Uzun ve karmaşık cevapları sevmem."
"O zaman kocaman bir hayır!"
Adam halinden memnun olacak ki yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi.
"Orada ne işin vardı?"
"Kursuma gidiyordum. Giderken not kağıdı almak için caddeye indim."
"Çantandaki kitapları kimden temin ediyorsun?"
"Kitapçılardan?" Dedim bu seferde ben alayla. Şaka mıydı ya bu? Kitaptan bahsediyorduk. Silahtan değil.
"Hangi cemaate bağlısın?"
"Bir cemaate bağlı değilim."
"Olay yerinde çantasında aynı kitaplar olan başka biri daha vardı. İkinizin de aynı anda orada olması tesadüf mü yani?"
Artık bunaltmıştı ama.
"Demek ki öyleymiş." dedim sert bir tonla.
"Burada biraz bekleyeceksin," dedi ve aniden kalktı masadan. Peki beklerim. Ne de olsa benim bir hayatım ve yapmam gereken şeyler yok. Ne güzel.
Yarım saat kadar sonra başka bir adam odaya girdi ve önüme bir belge uzattı.
"Şunu imzalayıp çıkabilirsiniz."
Önüme koyulan kağıda bir bakıp adama döndüm.
"İmzalamak istemiyorum."
Adam sıkıntıyla, "Okuyun ve imzalayın. Buraya geldiğinize ve bir suçunuz bulunmadığına dair bir yazı altı üstü." dedi. Olabilir, ama ben yine de okumadan imzalamayacağım.
"Peki. O zaman biraz beklemeniz gerekiyor. Çünkü Okuyacağım."
Adam söylediklerine akıllı bir kız olup kafa sallamamı ve imzalamamı bekliyordu herhalde. Cevabımı duyunca şaşkınlıkla gözlerini büyüttü. Sonra da bıkkınlıkla karşımdaki sandalyelerden birine oturdu.
Ben önümdeki kağıtları okurken beni incelediğinin farkındaydım.
"Neden örtüyorsunuz Yüzünüzü? Buraya gelen bir sürü peçeli kızın yüzünü gördüm ve gerçekten güzeller.  Eminim sen de Öylesin. Peki neden?"
Kafamı kağıtlardan kaldırmadan cevap verdim,
"SENİN gibi her adam güzelliğimizden rahatça bahsedemesin diye."
Güldü. Iyk.
"Yemek falan yiyebiliyor musunuz bari?"
Sorusunu cevaplamadım çünkü dikkatim dağilsin istemiyordum. Bitirmeme az kalmıştı.
Nihayet kağıdı baştan sona okumuş, imzalamıştım. Adama doğru uzattım. Eliyle kapıyı işaret ettiğinde çıkabileceğimi anladım. Tam çıkarken içimde kalmasın diye arkama dönmeden adama son sözlerimi söyledim,
"Bu arada.. bizim yemek yemekten daha önemli işlerimiz var. Yiyemiyor olsaydık bile peçelerimizi yüzümüzden indirmezdik."
Hızlı adımlarla çıktım kattan. Asansörü çağırdıysam da bekleyemedim. Merdivenlere yönelip aşağı inmeye başladım telaşla.
Kaç kat indim bilmiyorum ama sonunda kapıyı bulmuştum. Adımlarımı hızlandırıp kapıdan çıktım. Çıkana kadar etraftaki herkes en az 2 3 defa dönüp bakmıştı bana.
Tam bahçeden çıkacaktım ki abimle karşılaştım. Abim telaşla bana sarıldı.
"Hafsa? İyi misin kardeşim?"
Sarılmasına karşılık verdim. Ağzım omzuna dayanmışken "iyiyim abi merak etme," dedim.
Ayşe de korku dolu gözlerle bana sarıldı. Sarıldığı an ağlamaya başladı.
"Hafsa.. Sana bir şey olacak diye ne kadar korktum. Tahmin bile edemezsin."
Elimle sırtını sıvazlarken bir yandan da sakinleştirmeye çalışıyordum.
"Tamam, sakin ol. İyiyim bir şey yok."
Ayşe den ayrılmıştım ki arkadan tanıdık bir ses gelince otomatik olarak döndüm,
"Demek az kalsın içeri girmeme sebep olan peçeli kız sendin."
Abdullah mıydı o? Ne yani? He?
Adamın bana söylediği kişi Abdullah mıydı? Şaşkınlıkla gözlerimi açtım.
Abdullah bana gülerek döndü,
"Haydi ben ders vermeye gidiyordum da musa hocanın kitabı yanımdaydı. Sen ne diye yanına aldın?"
Kaşlarımı kaldırıp söyle bir baktım.
"Ben de derse gidiyordum?"

Esselam aleykum ve rahmetullah. Bölüm pek aksiyon dolu oldu ;D in sha Allah beğenirsiniz.
Şey, bazılarınız mesajlara cevap vermiyorum diye sitem etmiş. Elimden geldiğince cevap veriyorum. Kızlar, haydi ama! :D bölümleri zar zor yazıyorum ben. Mesajlara cevap vermiyorum diye gerçekten kızıyor olamazsınız. Olmayın çünkü lütfen.

Tevafuklar-2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin