Bölüm13. Bekleyiş

6.1K 442 62
                                    

Geçen bir hafta pek bir şeyi değiştirmemişti. Babamın bizi almasından beri herşey aynı ilerliyordu anlayacağınız.
Salonda bağdaş kurduğum koltuğun kenarından fırlamış iple oynarken gözlerim istemsizce karşımdaki pencereye kafasını yaslamış dalgın dalgın dışarıyı seyreden Ayşe'ye yöneldi. Abimi aldıklarından beri sesi soluğu çıkmıyordu. Ağzından 2 3 lokma zar zor inmişti. Geceleri beraber uyuyorduk. Çoğu gece ağlayarak uyanıyordu uykusundan. Ben hiç uyuyamadığım için o uyandığında sakinleştirmek de bana düşüyordu. Sonra sabaha kadar sarılıp ağlıyorduk.
1 hafta böyle geçtikten sonra nihayet o gün abimi görecektik. Ne olduğunu dahi anlayamamışken yalnızca abimi görecek olmanın mutluluğu bile yüzümüzü güldürmeye yetiyordu.

-

Hapishaneden çıkarken bize verdikleri 10 dakika ne bana ne Ayşe'ye ne de diğerlerine yetmişti. Babam ve Burak Amca gelmememiz için çok ısrar ettiyse de ben ve Ayşe kimseyi dinlemeden peşlerine takılmıştık. Annem ve Gülsüm Teyzem çok kalabalık olmayalım diye gelmemişti. Zaten Gülsüm Teyze, oğlumu öyle görmek istemiyorum, diye bir ton ağlamıştı. Abimi kursu bastıkları için almamışlardı. Aksine abim orada olduğu için kursu basmışlardı. Amerika'dayken yaptıkları dava çalışmaları yüzünden amerikan polisinin terör listesinde adı varmış, yakalandığı gibi amerikaya teslim edilmesi gerekiyormuş falan filan. Şu saçma demokrasi sistemine dair bir sürü ıvır zıvır anlatıp durdular.
Abimi amerikan polisine teslim edeceklerdi. Müslüman (!) dediğimiz bu ülkede bile içeri girenin çıkması en az 2 yılı bulurken, elin kafir ülkesi abimin kaç yılını yiyecekti acaba? Arabaya doğru yürürken nedense Ayşe kadar dik duramadığımı fark ettim. Peçemin altından yüzümü ıslatan göz yaşlarımı kimse fark etmeden silmeye uğraşsam da Burak Amca fark etti. Beni kendine doğru çekip kolunu omzuma atınca istemsizce gözlerim ona doğru döndü.
"Burak Amca? İyi olacak değil mi? Amerikan polisine teslim edildikten sonra ne olacak?" Bu cümleleri söylerken usulca akan göz yaşlarım yerini bir büyüklerine bırakıp sahneyi terk ettiler. Hıçkırıklar cümlelerimi arada bölseler de çok rahatsız etmiyorlardı.
Kolunun altında yürüdüğüm amcam derin bir nefes alıp bakışlarını ileriye dikti ve cevap verdi,
"Amerika'da terör davasından yargılanacak. Ellerinde sağlam delilleri olmamasını umuyorum ama bu konuda çok parlak değiliz. Bizim telefon konuşmalarımız bile onlar için terör, biliyorsun. Allah büyüktür. Bu saatten sonra elimizden gelen tek şey sabr etmek güzel kızım..." Sesi boğuk çıkmıştı. Cümleleri güçlüydü ama boğazının ta dibinden gelen yorgun sesi onu ele veriyordu. Yine de onunla konuşmak her zamanki etkisini uyandırmıştı üstümde. Ferahlatmıştı. Kolunun altından usulca çıkıp Ayşeyi işaret ettim ve, "Sanırım başka birinin de desteğe ihtiyacı var. Ayşe çok kötü Burak Amca," dedim solgun sesimle. Kafasını aşağı yukarı sallayıp beni geride bırakarak Önden yürüyen Ayşe'ye yetişti. Az önce bana yaptığı gibi kolunu omzuna attı ve öyle yürümeye başladı.
Arkadan yüzümde hafif bir tebessüm ile onları izlerken yürümeyi unutmuş olacağım ki babam arkasını dönüp, "Kızım? Gelmiyor musun?" diye seslendi. Hemen adımlarımı hızlandırıp açtığı kolunun altına sığındım. Bu hayatta herşeyden kaçıp yanlarına sığınabildiğim 3 adam vardı. Ve ben şimdi bir tanesini geride bırakmıştım. Diğer ikisiyle idare etmek zorundaydım.
Bizi kenarda bekleyen arabaya yerleştiğimiz gibi Ayşenin kafasını omzumda hissettim. Yorgun olduğunu biliyordum. Kafamı kafasının üstüne koyup bir süre sessizce durdum. Sonra dayanamayıp belki de sormam gereken en son soruyu sordum,
"Ayşe? Nasılsın?"
Kendini kıpırdatmadan cevap verdi, "Daha iyiyim. Burak babamın konuşmaları iyi geldi. Kalbim rahatlıyor onunla konuşunca. Ama Hafsa... onu öyle arkada bırakmak. Allah!" Duraksadı. Çünkü konuşmaya devam ederse gelen krize karşı duramayacağını anlamıştı. Bende söylediklerine ağır tepki vermemek için yutkunup gözlerimi arabanın tavanına diktim. Onu zorlayan kriz şimdi de benim sınırlarımı zorluyordu anlaşılan.
"Onu öyle arkada bırakmak yüreğimde bir şeyleri acıttı. Çok acıttı. Daha 1 hafta olmuş ama ne kadar zayıfladığını fark etmemek için salak olmak lazım," diye devam ettiğinde sesi beklediğimden tok çıkmıştı. Bacaklarımın üstüne öylece bıraktığı ellerinden birini elimle tuttum. Beraber olmak güç verirdi.
"Herşey iyi olacak Ayşe. İmtihan. Abim güçlü adamdır. Bunlar hep cihada hazırlık. Kafirin zindanına dayanacak ki Allah ona dağlarda bir aslan gibi özgürce cihad etmeyi nasib etsin.."
Söylediklerimin etkisiyle dolan gözlerimi ve kırılacağından emin olduğum sesime aldırmadan devam ettim,
"Biz de sabr edeceğiz. Sonra sen bir mücahid eşi olacaksın, bense mücahid bacısı. Kolay değil, çocuğunun babası dağlarda kartal gibi süzülen bir mücahid olacak!"
Son cümlemle ikimizin de kapısını çalıp çalıp kaçan şu ağlama krizi dozunu arttırarak gelmiş olacak ki birbirimize sarılıp bir süre ağladık.
Babam ve Burak Amca islerini halledip arabaya geldiklerini bizi öylece oturmuş onları beklerken buldular. Öncesindeki ağlamalarımızdan hiçbir zaman haberleri olmayacaktı.
Yolculuk sakin geçti. Yol boyu kulaklığın biri bende, biri Ayşe'deydi. Abimin fetih suresini okuyuşunu dinlemiştik. Abim kuran okurken onun sesini kaydetmek benim en büyük hobilerimdendir.
Babamlar arabaya geldikten sonra hiç ağlamadık. Ne de olsa gece uzundu.
Eve girdiğimizde annem ve Gülsüm Teyze bizi güleryüzle karşılamaya çalışsa da herkesin üstündeki hüzün siyah bir bulut gibi belli ediyordu kendini. Yemek sessizce yendi, namazlar kılındı, Kuranlar okundu ve herkes odasına çekildi.
Herkes sessizdi. Bu sessizliği gecenin ilerleyen saatlerinde benim, Ayşenin ve yan odadan gelen annemin hıçkırıkları bozsa herkes duymamış gibi yaptı. Vakit sabr etme vaktiydi. Güçlü durmalıydık. O gece sabah namazından sonra sızmış olacağız ki sabah kalktığımızda yastıklarımız halen ıslaktı. Ağlamaktan çöken gözlerim peçeyle oldukça korkunç gözüküyordu. Ama bugün Ayşe'yle abimin evine gitmeli ve Ayşe'ye biraz kıyafet almalıydık. Bu aksam Gülsüm Teyzelerde kalacaktık. Annem de gelecekti. Babam, Burak Amca ve ufaklıklar bizim evde kalacaktı. Gülsüm teyzemin buna ihtiyacı vardı.
Sabah kahvaltı yine sessiz geçti. Ayşe çok yorgun görünüyordu. Hamileliğin daha başlarındaydı ama kendisine dikkat etmezse sonlara doğru zorlanacaktı.
Gözlerimi devirip Ayşe'ye döndüm,
"Tabağındaki hiçbir şeye dokunmamışsın. Senin kendine dikkat etmen gerekiyor Ayşe, lütfen."
Annem de beni tasdiklercesine başını sallayıp elini Ayşenin masanın üstündeki elinin üstüne destekleyici bir sekilde koydu,
"Kızım.. İmtihan bunlar. Geçecek. Fakat sen karnındaki cana zulm etme, vallahi günah. Yemek ye. O ufacık canın ne günahı var? Sen ona sahip çıkmakla yükümlüsün. Unutma."
Ayşe elini sanki karnında bir bebek olduğunu yeni fark etmiş gibi karnına götürdü.
"Benim... ona.. sahip çıkmam gerekiyor." Bunu bizden çok kendisine söyler gibiydi. Kendisine hatırlatıyordu. Ayşe bu olanların telaşından karnında bir bebek taşıdığını unutmuş olabilirdi ama ben unutmamıştım. Gerçi Ayşe gibi herkes unutmuştu. Torunları olacağına doğru dürüst sevinememişlerdi bile. Abimin haberiyle... arada unutulmuştu ufaklık.
Gözlerim şefkatle Ayşenin karnına kaydığında orada bir insanın büyümeye başlamış olmasi kalbimi ısıtmaya yetti. Tamam, bundan sonra kontrolü elime alıyordum. Abime ihanet edemezdim. Çünkü görüşme sonlandığında herkes çıkarken abim hiç beklemediğim bir anda demir parmaklıkların arasından kolumu tutmuş ve beni kendine çevirmişti. Arkasından ona yaklaşan polisleri görmezden gelip gözlerini bana döndü,
"Ayşe'ye sahip ol. İkinizi önce Allah'a, sonra birbirinize emanet ediyorum. Çocuğuma iyi bakın. İsmini cinsiyeti belli olduktan sonra düşüneceğim. Şimdilik ufaklık diyelim." dedi ve kolundan sertçe tutup çeken polise rağmen o güzel gülümsemesini yüzüne yerleştirdi.
Polisin abime karşı sert tavırları karşısında sinirle inleyerek demir parmaklıkları kırıp içeri girmek ister gibi sertçe salladım.
"Yavaş olsana! Ne yaptı adam sana?!?!" diye de bağırdıysam da beni umursaman olmadı.
Abim benden bunu istediyse, sonuna kadar yapmalıydım. Sırf bu yüzden akşam onun peşine takılıp Gülsüm Teyzelerde kalmak istemiştim. Onu bırakmak istemiyordum. Evet herkes ona çok iyi bir şekilde bakardı ama.. Abim bana emanet etmişti işte.
Ayşe yeni fark ettiği bir gerçeğin şokundaymış gibi kahvaltılıklardan birer birer almaya başladı. Annem ve Ben,  bu manzarayı keyifle izledik sadece. Ayşenin kendine gelmesi gerekiyordu ve işte gelmişti.
Peçemin kenarından gözüken kaşlarımı da örttükten sonra eldivenlerimi elime çekip Ayşe'ye döndüm.
"Ben hazırım. Çıkıyor muyuz?"
Çoktan hazırlanmış, kenardaki koltukta oturmuş beni bekleyen Ayşe hevesle başını salladı. Yukarı kaldırdığı peçesini indirip anneme döndü,
"Zehra ablam. Biz çıkıyoruz. Var mı bir isteğin?"
Annem toz aldığı bezi elinden bırakıp bize doğru geldi hemen. Gözleri bir bana bir Ayşe'ye koyarken istemsizce sitem etmeye başladı,
"Ben de sizinle geleyim dedim ama istemediniz. Vallahi aklım kalacak ama madem Hallederiz diyorsunuz, dikkatli olun. Aman Ayşem, bu feracenin boyu biraz uzun sanki. Müsait bir zamanda kestirelim. Ayağın falan takılır, mazallah." Sonra neler söylediğinin farkına varmış gibi gözlerini kocaman açıp eliyle ağzını kapattı. "Ay siz de durmuş beni dinliyorsunuz. Haydi gidin. Dikkatli olun. Torunumun ilk fotoğrafını hemen Whatsapp'tan istiyorum, ona göre."
Neyse ki toparlamıştı. Annemle görüşüp evden çıktık. Tam site kapısından çıkacaktık ki, karşımızda oturan ailenin ortanca kızı Dilara'yla burun buruna geldik. Dilara, tarikat içinde büyümüş, Çarşaflı bir kızdı. Büyük ablasının aksine öyle çok dikkatli bir kız değildi. Üstündeki kıyafeti de hakkıyla taşıdığını düşünmüyordum zaten. Fakat onun ablası. İkisini görseniz kardeş olduklarına imkan veremezdiniz. Dilara ne kadar rahatça, Dilay o kadar dikkatli ve edebliydi. Fikirlerimiz çoğu zaman uyuşmasa da dilay'la ara sıra selamlaşır, havadan sudan konuşurduk. Fakat Dilara.. resmen insanları sinirlendirmek için vardı kız. Kapıdan çıkarken yine bir şeyler söyleyeceğini biliyordum.
"Oo sevgili komşularım. Sizi uzun zamandır görmüyordum. Nasılsınız?" derken resmen dikkat çekmek için 2 kat falan sürdüğü koyu pembe ruju midemi bulandırmıştı.
Allah'tan sabr dileyip cevap verdim kısa kesmeyi umarak, "İyiyiz, idare ediyoruz Dilara. Sen nasılsın?"
Elindeki poşetleri gösterip, "İyiyim. Çok iyiyim. Alışverişten geliyorum. Keyifler yerinde.." dedi ve uyuz ve müslüman bir hanıma yakışmayacak bir gülüşten sonra ekledi, "Ee hayırdır siz nereye?"
Bu soruya Ayşe cevap verdi, "İlk kontrolüme gidiyorum. Malum kontrol önemli," Elini karnına götürüp gülmeyi de unutmadı. Canım benim.
Dilara sahte bir gülüş gönderdiğinde birazdan ortalığı birbirine katacak bir şey söyleyeceğini biliyordum. Onu az çok tanımıştım.
"Onu babasız büyütecek olman ne kötü. Halbuki daha çok gençsin." dediğinde gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Ellerim sinirle Dilara ya doğru giderken Ayşe beni durdurdu. Gözlerine baktığımda hüzün göremedim, aksine huzur vardı, gurur vardı, özgüven vardı.
"En azından benim eşim inandığı din uğruna uğraştığı için orada. Peki senin baban? Nişanlın? Abin?"
Ayşe vermiş olduğu cevapla Dilarayı büyük bir şoka sokmuştu. Belli ki böyle bir cevap beklemiyordu. Edebsiz şey.
Dilara kendini çabuk toparladı, "Benim babam ve nişamlım da islam adına uğraşıyor.. Buna rağmen içeri atılan onlar değilde Sizinkiler olunca sizin şu düşüncelerin ne kadar fos olduğunu iyice bir anlıyorum." dedi sanki az önce yıkılan kız o değilmiş gibi.
"Devlet büyüklerinin peşinde dolaşmak ne zamandan beri islam adına uğraşmak oldu? Biz yolumuzdan eminiz elhamdulillah. Kimseyle çene yarıştıracak vaktimiz de yok." Ayşeyi kolundan tutup ilerlemeye başlamıştım ki dayanamayıp kafamı geri çevirdim.
"Bu arada Dilara.. bir kez daha şansını bu kadar zorlarsan, sandığın kadar kolay kurtulamayacaksın. Hani bil de sonradan bana laf etme diye söylüyorum." Bunlari tükürür gibi söylemiştim. Sesim kendi içime bile korku salmıştı. Dilaranın büyüyen gözleri ve korkudan hızlı nefes aldığından düzensizce inip çıkan göğsü onun da aynı durumda olduğunu gösteriyordu. Başka bir şey demeden hızla uzaklaştı yanımızdan. Adamı böyle haşlarlar işte, Dilara hanım. Ne sandıysa kendini?!?!
Ayşenin koluna girip durağa yönelttiğimde sessizliği beni korkuttu. Tam bir şey demek için kafamı ona doğru eğmiştim ki o konuşmaya başladı,
"Muvahhid eşi olmak kolay değil.  İnsanlar konuşacak. Hep konuşacak. Onları şimdi sustursak Arkamızdan konuşmaya devam edecekler. Bu yüzden onlara susarak derslerini verelim diyorum. Ben çok gururluyurum Hafsa. Parmağımda böylesine güçlü bir adamın yüzüğünü, karnımda bebeğini, Kolumda kardeşini taşıyorum. Hayat imtihan. Kolay olacağını kimse  söylemedi zaten, değil mi?" Kafasını önüne eğip birkaç dakika düşündü. Ne söyleyeceğini mi düşünüyordu nasıl söyleyeceğini mi, emin olamadım.
Sonra neşeyle kafasını kaldırıp bana baktı,
"Haydi gel, bebeğimizin ilk fotoğraflarına bakalım."
Son söylediği cümle bana az önce olanları unutturmustu bile.
Keyifle gülümsedim,
"Haydi gidip şu ufaklığı canlı canlı görelim...."

-

Selamun aleykum. Bölümler karışıyor biraz dogrudur ama hikaye karışıyor bunlar ondan. Tevafuklar2 ilk kitap gibi basit olmayacak, ayrıntılar kafanızı kurcalayacak. Düşüneceksiniz. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi yorumlardan anlamaya çalışacağım. Herneyse,  sizi seviyorum ✌☝

Tevafuklar-2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin