-1-

384 23 10
                                    

Güneş bu sabah fazla ve gereksiz bir şekilde çok parlak. Gözlerime vuran güneş ışığıyla yeni güne böyle uyandım. Okula gitmek için hazırlandım ve evden hemen çıktım. Amacım okula erkenden gitmek değildi. Sadece can dostum olan kulaklığımla yavaş yavaş okula gitmekti. En sevdiğim müziklerden birini açıp ağır adımlarla yürüyordum. Güneş yüzüme ve saçlarıma vuruyordu. Siyah saçlarım kahverengi gibi görünüyordu. Bu fazla ışıktan rahatsız olduğum için başımı iyice eğerek yürüyordum. Yerlerdeki sonbaharın döktüğü ve sararttığı yapraklarla arkadaş olmuştum. Kısa bir süre sonra küçük bir kız çocuğu belirdi. Bu hazan vaktine karşı o kadar neşeliydi ki keyfine diyecek yoktu. Acaba bu hazan vakti sadece son bahar mıydı yoksa bu yapraklar benden dökülen umutsuzluğun, üzüntünün ve yalnızlığın temsili miydi? Her ikisi de olabilirdi. Zaten hayat bu değil mi? Sendeki mutsuzluk veya umutsuzluk bazılarının mutluluğu ve umudu... İçimde nedenini bilmediğim bir kıskançlık oluştu. Başkası olsa bu kıskançlığa çok farklı anlamlar yükler. Kızın saçını, gözünü ve tatlılığını kıskandığımı düşünebilir ki bu çok saçma. Kimse bilmez ki ben küçücük bir kızın mutluluğunu kıskanırım. Benim karanlık iç dünyamda güzelliğin, tatlılığın, dış görünüşün bir önemi yoktur. Bunları düşünürken yanlışlıkla bir teyzeye çarptım ve özür diledim. O nasihatlar vermeye başladı, bense susmaya. Aslında dinlemiyordum. Çünkü ben dinlemeyi uzun zaman önce bıraktım, çünkü dillerde sahte, yüzlerde...

Okul yolunu yarılamıştım. Okula gitmek istemiyordum -kim ister ki zaten- ama buna mecburum. Kafamda düşüncelerle, içimdeki kırıklık ve eksiklikle her adımda okula daha çok yaklaşıyordum. Yolda bazı arkadaşlarımı görüyordum ama görmemiş gibi yoluma devam ediyordum. Arkadaş diyor olabilirim aslında hiç biri benim ne dostum ne de arkadaşım. Sadece genel adı arkadaş olan bu yılanlar her defasında beni arkamdan vurmadı mı? Demekki arkadaş buymuş "arkadan vuranlar". Neyse artık benim için hiç bir önemi yok. Onlar bana nasılsa bende onlara karşı öyleyim ve öyle olacağım.

Okula gelmiştim ve çoktan yerime yerleşmiştim. Her zaman olduğu gibi dersler o zamana kadar sıkıcı ve anlamsızdı. O zaman değil de; o gelene kadar demeliyim.

Üçüncü dersin başında sınıf öğretmenimizle beraber uzun boylu bir çocuk geldi. -Çocuk dediğim bizle yaşıt ama çocuk diyesim geldi.- Öğretmen sınıfta onu tanıttı ama umursamamıştım, tek boş yerin benim yanım olduğunu öğrenene kadar...

Aslında ders belki kaynar diye düşünmüştüm ama bir değişiklik olmadı, ders her zamanki sıkıcılığıyla devam etti. Artık fazlasıyla sıkılmıştım ve kulaklığımı takıp müzik dinlemeye başladım. Yanımdaki gereksiz zeki birisi galiba. Daha girdiği ilk derste en az elli kere parmak kaldırdı. -Tabiki saymadım sadece inekliği gözüme battı.- Matematik dersi olmasaydı bu kadar şaşırmazdım. Bir insan matematik dersinde bu kadar parmak kaldırmaz, kaldıramaz bence. Öğretmeni dinliyormuş gibi yapıyordum ama öğretmen onu dinlemediğimi anlamıştı. Ah şu öğretmenler! Nasıl oluyor da anlayabiliyorlar ki? Acaba alnımda mı yazıyor dersi dinlemediğim? Bu saçma sapan düşünceleri kafamdan uzaklaştırdım. Bir şeyler diyordu müzik dinlediğim için duymadım. Herkes bana dönüp bakınca, bana bir şey dediğini anladım. Kulaklığı çıkarttım ve ne dediğini anlamak için onu dinledim.
- Hazal bu sorunun cevabını söyle.
dedi. Yanımdaki kıvırcık kağıda sorunun cevabını yazdı. Ben de ondan bakarak öğretmene cevabı söyledim, sonra bir başkasına soru sordu. Yanımdaki gereksiz kıvırcık
-Önemli değil Hazal
dedi. Cevap verme gereği duymadım.

Tenefüs zili çaldı ben de tekrardan kulaklığımı taktım. Herkes sıramı işgal etmişti. Sanki ucuzluk varmış gibi toplanmışlardı, ne bu yeni öğrenci merakı? Bütün sorular makineli tüfek gibi peş peşe geliyordu. "Nerden geldin, hangi okuldan, adın ne, nerelisin..." Neden bu kadar meraklılar ki bana göre onunla ilgili bilgiler bla bla bla yani. Müzik son ses açık olduğu halde gürültü üstün geliyordu. Tüm seslerin birbirine karışması başımın ağırmasına sebep olmuştu. Bir anlık sinir patlamasıyla "Yeter!" Diye bağırdım. Gerçekten yeter artık. Herkes bana baktı.
-Ne bu merak? Mahalledeki kadınlar gibi toplandınız buraya. Çekirdek de alın bari!
Dedim. Herkes ağzının içinde birşey diyerek sıralarına döndüler. Derin bir nefes aldım, rahatladım. Yanımdaki gereksiz kıvırcık
-İyi misin, bir şeye mi canın sıkkın?
Diye sordu. Her zamanki öldürücü bakışlarımdan bir tanesini ona attım.
-Tamam, tamam sormadım say.
Dedi. Önüne döndü. Aslında iyi birine benziyordu ama hala bla bla bla yani. Camdan dışarıya bakıyordum ve düşünüyordum. Hiç bitmeyen düşünceler yine, yeni ve yeniden...

Yalnızlık PaylaşılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin