Prologue

16.4K 700 1K
                                    

A/N : Merhaba! Sanırım ilk kez yazar/çevirmen notu gibi bir şey yazıyorum, ama hikaye hakkında sizi bilgilendirmek istedim. Bu hikaye Wattpad'de yayımlanmadı, Ao3'te (Archive of our own) yayımlandı ve hikayenin yazarı velvetoscar. Hikayenin tarzı çok farklı, yani daha önce okuduğum hikayelere kesinlikle benzemiyor, benim için çok değerli ve karakterlerin hepsini çok seviyorum. Hikaye 34 bölümden oluşuyor, bölümler aşırı uzun, hikaye kendisi 227k civarında. Yazar oldukça koyu bir Oscar Wilde hayranı, birçok kısımda alıntılar var zaten. Hikayede onuncu bölüme kadar kullanacağım editler tumblr'da godblessthetommo'ya ait. Herneyse, iyi okumalar!

***

Oda oldukça dikkatli bir şekilde dekore edilmişti, cila kokuyordu ve öğle sonrası ışığında bile parlıyordu. Bunun aslen eve ve bahçeye dikkat çekmek için yapıldığı belliydi. Burası muhteşemdi, tabii ki, bal renginde ahşap zemini ve krema renkli duvarlar, her odayı süsleyen resmedilmeye değer pencereler, oldukça lüks ve şatafatlı mobilyalar (hepsi Barok tarzındaydı, Tanrı aşkına) sanatsal bir şekilde yerleştirilmişti.

Odanın epey lüks ve gösterişli bir görünümü vardı. Ve Louis bu görüntüden kesinlikle tiksiniyordu.

Güzel olmadığı için değil -Louis aptal değil, ne de olsa- odayı sadece bu şekilde olduğu için sevmiyordu. Ne anlama geldiğini bildiği için sevmiyordu. Louis, onun için sağlanmış mükemmelce bir sıkıcılığa sahip olan normal ve ekonomik açıdan sorumluluk taşıdığı bir hayat yaşıyordu, babasının parası olmadan tabii ki (teşekkürler), ve şu an birkaç sene önce annesi ve sevgili babası arasında yaşanmış olan iğrenç boşanma sözleşmesindeki son kararlara göre, İngiltere'nin sunabileceği garip bir biçimde en fazla prestije sahip olan üniversiteye girmek zorunda kalmıştı.

Hiçbir baskı söz konusu olamazdı, elbette.

Ve hatta, sevgili babası Louis'nin bu üniversiteye başvurmasını teklif bile etmemişti; ve aşırı lüks olan süit odalardan birinde kalması konusunda ısrar etmişti. Oda arkadaşının olmasını talep eden odalardan birinde.

İşte böyle.

Louis tamamen yaşadığı arazinin dışında yerleşen bir üniversiteye zorunlu bir şekilde kaydolmakla kalmamıştı (çünkü Louis, doğal yaşamında oldukça sosyal bir kelebekti, aşırı fazla arkadaş edinmek gibi bir uzmanlığı vardı, bilakis), artık sözleşme sayesinde KENDİ alanını para sıçan ve çaktırmadan üstünlüğünü bildiren oyunlar oynayan, kendini beğenmiş, gösteriş meraklısı salak herifin tekiyle paylaşmak zorunda kalacaktı. (Hayır, adı geçen oda arkadaşıyla daha tanışmamıştı, ve hayır, onu yargılamak için tanışması da gerekmiyordu.) Louis asla böyle durumların üstesinden gelmek için yeterli nezakete sahip biri olmamıştı. Annesi her zaman, atılgan ve sert dilinin onu yıkacağını, dilini kontrol altında tutamadığını söylerdi. Ve "kontrol altında tutmak" Louis'nin genel olarak yaptığı bir şey değildi.

Louis elindeki çantaları yüksek sesle yere düşürdü ve dramatik bir şekilde iç çekerek, etrafını incelemeye başladı. Kendini biraz şairane hissederek (sonuçta, ne de olsa, şu an trajedisinin açılış sahnesiyle karşı karşıyaydı) zarif bir şekilde pencereye doğru yürüdü ve karşısındaki canlı yeşil çimlerin üzerinde yerleşen, üstü sarmaşıklarla kaplı olan eski binalara baktı. Odası toprağın tam üzerinde yerleşiyordu, bunu bir kez daha tiksinerek kendi için not etti. Pencereleri inanılmaz bir şekilde aşağıda yerleştirilmişti, bu, zil zurna sarhoş olan davetsiz misafirlerin hiçbir zorluk çekmeden içeri kolayca girebilmelerini sağlıyordu.Birileri tam olarak, bir bacağını içeri atarak daireye girebilirdi.

Ki bu muhteşem bir şeydi.

Louis şu küçük Midas'ların isteyebileceği herhangi bir şeye sahip olduğundan değil. (Kusursuz bir tarz, zerafet ve muhteşem bir kişilik dışında. Genel ahlakı ve meslek ahlakından bahsetmiyorum bile.) (Pekala. Sadece genel ahlak.)

"Aman Tanrım," diye kapıdan hayret dolu bir ses geldi, ve Louis arkasını döndüğünde annesinin ağzı açık bir halde etrafa baktığını görmüştü, gözleri tüm bunları beynine ulaştırabilmek için mücadele veriyordu.

"Biliyorum. Biraz fazla olmuş, değil mi?" Dedi Louis düşüncesizce, ellerini ceplerinde tutarak.

"Bu... bu çok," dedi annesi kısık tonla, nefesini vererek, ve Louis, annesinin ses tonunun yüzeyinde yatan acı öfkeyi kaçırmamıştı. "Babanın en 'gösterişli' şeyleri seçmek konusunda kesinlikle yeteneği var." Ara. "Tabii, konu genel algılama olduğunda."

Louis bir kaşını yukarı kaldırmıştı. "Evet, Charles'in öyle bir yeteneği var, değil mi?" diye cevap verdi büyük bir özenle, adın üzerine özel vurgular ekleyerek.

Louis asla "baba" terimini kullanmak konusunda kendini rahat hissetmemişti.

Pencereden dışarıya doğru son bir kez umursamaz bir bakış attıktan sonra, iç çekti ve aylak aylak öne doğru adımlamaya başladı. "O zaman, hadi, eşyaları içeri taşımaya başlayalım."

Annesi kafasını salladı, hala ağzı açık, gözleri kısık bir şekilde, Louis'yi kapının dışına kadar takip etti.

*

Annesi, Louis'nin yeni ikametgahına, bir sürü kutu taşıdıklarından sonra gitmişti, koyu renkli kartonlar, yirmi birinci asırda bir okulun süit odasına kesinlikle ait olmayan, çekici resim çerçeveleri ve cilalanmış abanoz ahşapla zıtlık yaratıyordu.

Cidden - ne sikime buradakı her şey altın rengiydi?  Burası Üniversite, Versailles değil.

"Yakında görüşürüz?" diye sordu annesi, kapıdan çıkmadan önce, sesi narinlikle titremişti.

Louis, abartılı bir ifadeyle gözlerini devirmemek için elinden geleni yaparak, sadece kafasını salladı. Louis iyi biriydi, gerçekten öyleydi - küçük bayanlar için kapıları falan açardı işte - ama annesi zayıflığa ve zevkine göre oyalanmalar bulmaya meyilliydi, ki bu ne Louis'nin, ne de kız kardeşlerinin karşılayabileceği bir şey değildi.

"Tabii ki, anne. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan geri dönmüş olacağım.  Bir sabah uyanacaksın ve benim orada, masanın arkasında oturup, kahvaltı istediğimi  göreceksin."

"Veya, ben seni ziyarete gelirim?" dedi annesi çocuksu bir umutla.

"Anne," Dedi Louis iç geçirip, sözü sahte bir sabırla süsleyerek, "Sana haber veririm. Sömestr daha başlamadı bile. Tamam mı?"

Annesi üzgün gözlerini, yalvarır bir şekilde oğlunun gözleriyle buluşturarak, kafasını salladı.

Evet. Gitme vakti.

Bulundukları durumun değişmesine izin vermeden, Louis sabırsız kollarını annesinin etrafına sardı. "Her şey için bir daha teşekkür ederim. Hoşça kal. Seni seviyorum." Annesinin yanağına sert bir öpücük kondurdu. "Kızlara onları özleyeceğimi söyle, ama sadece bazen. Onları odamdan uzak tut. Ve onlara göz kulak ol, tamam mı? Onları unutma."

Annesi kafasını salladı, gözleri hala mutsuzdu. "Unutmam. Hoşça kal, Boo. Seni özleyeceğim, hayatım."

"Artık gitsen iyi olur. Vakit nakittir!" olmuştu Louis'nin cevabı, sözleri şarkı söyler gibi ifade etmişti.

Birkaç saniyeliğine annesinin gidişini izledikten sonra, kendi işine geri dönmüştü, aklı hala parlak zeminin üzerinde duran bavullardaydı.

Louis şimdilik tek başınaydı, selo bantla kapatılmış kutularla, onunla ve tasarımcısı olmayan ayakkabılarıyla dalga geçen gösterişli duvarlarla karşı karşıyaydı, bir oda arkadaşı yoktu (şimdilik), ve oldukça gerçek gibi görünen boğulma duyusuna karşı gelmeye çalışıyordu.

"Pekala," diye kendi kendine mırıldandı, lüks çevresini umutsuz bir şekilde inceleyerek, burnunu çekti, "Sanırım her şey burada başlıyor."

Young & Beautiful ➸ l.s  (Türkçe)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin