Perrie'yle yine geçen gün buluştuğumuz cafe'de buluşmak için sözleştikten sonra telefonu kapatıp aceleyle stüdyoya gittim ve bilgisayar başına geçtim. Olabildiğince çabuk olmalıydım. Ama tek başıma yapamayacağımı anlayıp, çektiğimiz fotoğrafları shoplayan Sam'ı yanıma çağırdım ve nedenini sormamasını şart koşarak işi ona yaptırmaya başladım. Bu sırada da yanıma gelenleri garip garip sesler çıkararak cevaplıyordum.
"Joanne?" dedi Joseph yanıma gelip.
"Hm?" diye cevapladım onu. Ardından ekrana bakmaya çalıştığını farkettiğimde hemen ellerimle bilgisayarın ekranını örttüm.
"Şey, Joseph. Biraz özel de." dedim mahçup bir tavırla. Biraz duraksadıktan sonra anladığını belirterek başını salladı. "Bir sorun yok, değil mi?"
Başımı hızla iki yana salladım. "Hayır, hiçbir sorun yok." Cümleden sonra gülümsedim. O da gülümseyip yanımdan uzaklaştıktan sonra işime geri döndüm.
Ne yaptığımı merak ediyorsunuz, değil mi? Eh, madem Perrie'yi Zayn'den uzaklaştıracaktım, o zaman elimde kanıtların olması gerekiyordu. Bir ipucu; Zayn.... Emlyn. Bir çağrışım yapmalı sizde. Bu iş için eski arkadaşımı kullanmak zorunda olmamı göz ardı etmeye çalışıyordum.
İşim bittiğinde Sam'e teşekkür ettikten sonra fotoğrafları zarfla birlikte çantama koyup koşar adımlarla cafe'ye gittim. Perrie'yi köşedeki bir masada otururken görünce yanına doğru ilerledim.
"Selam," demekle yetindim sadece, bir sandalyeye otururken. Başını kaldırıp gülümsemeye çalıştı. Üzgün gözüküyordu. Ah, Zayn. Kızları üzmekten zevk mi alıyordu bu herif? Herneyse, bunu unutun. Çünkü benim de birazdan yapacağım şey tam olarak buydu.
"Benimle ne konuşacaktın Joanne?" dedi boğazını temizledikten sonra. Konuya nasıl başlayacağımı düşünürken, istemsizce gerildiğimi hissettim. Omuzlarımı dikleştirdim ve zaman kazanmak için elimle saçlarımı düzelttim.
"Perrie," diye başladım cümleme. "Zayn sık sık Bradford'a gidiyor, değil mi?" diye sordum 'evet' diye cevap vermesini umarak. Yoksa dibe batabilirdim, her an.
Kaşlarını çattı. "Evet, turneden fırsat bulduğunda gidiyor. Ailesini görmek için. Neden sordun ki?" Aha.
"Ailesini görmek için olduğuna emin misin?" diye sordum ciddi bir sesle.
Kaşlarını daha da yukarı kaldırdı. "Joanne, ne demeye çalışıyorsun."
"Bak, aslında bunları sana anlatmamam gerekiyor ama bunca zamandır Zayn'i korumaktan bıktım." diye yalan söyledim. Ardından tam ağzını açmıştı ki, bir şey söylemesine izin vermeden sözlerime devam ettim. "Zayn'i uzun bir zamandır tanıyorum. Bradford'da tanışmıştık ve komşu sayılırdık. O zamanlar Emlyn ile sevgiliydi. Ve ben Londra'ya taşındığımda ayrıldıklarını duymuştum." Durdum ve derin bir nefes aldım.
"Joan-"
"Londra'da tekrar Zayn'le konuşmaya, görüşmeye başladım." diye sözünü kestim. Çünkü bir kere başlamıştım. Eğer bir şey söylerse hemen durabilirdim. Durmamalıydım. Bu işin dönüşü olmamalıydı. "Emlyn'i unutamadığını söyledi bana. Ayrıca hala Bradford'a gittiğinde, onunla görüşüyor. Hatta," dedim ve çantamdan zarfı çıkarıp ona uzattım. "Bunlara bakman gerektiğini düşündüm."
Şaşkınlıkla öylece kalmışken, uzattığım zarfı eline aldı ve açıp fotoğraflara teker teker bakmaya başladı. Fotoğraflara baktıkça gözleri daha da irileşiyordu. Fotoğraflarda bugün Sam'le birlikte shop yaptığımız fotoğraflar vardı. Zayn ve Emlyn. Fotoğraflarda sevgili gibi görünüyorlardı. El ele tutuşmaları. Sarılmaları. Hatta Zayn Emlyn'i öperken bile bir fotoğraf vardı. Vay canına. İyi iş çıkarmışız, ha? Bir de özellikle fotoğrafların sahte olduğu anlaşılmasın diye, sanki fotoğraf çekildiği anda olmuş gibi, damgayla tarih basmıştık. Çok yakın bir tarih.
Perrie'nin gözlerinin dolduğunu hissettim. "A-ama, anlamıyorum bu nasıl olur? Zayn beni seviyordu, beni gerçekten seviyordu!" dedi çaresizce.
Yanılıyorsun, tatlım. Zayn kendinden başka kimseyi sevmez. Gerçi ben onun yerinde olsam, kendimi bile sevmezdim ya. Neyse. Diye söylendim içimden kendi kendime.
"Zayn sana bunu yaptı ama ben yapamazdım. Lütfen Perrie, onun için üzülme." dedim mutsuz gibi görünmeye çalışarak.
Fotoğrafları masaya atıp ayağa kalktı ve ağlayarak cafe'den çıktı. Derin bir nefes alıp verdim. İçimdeki burukluğu göz ardı etmeye çalışıyordum. Zayn için içim burkulmamıştı, tabii ki de. Perrie için burkulmuştu. Aşık bir kız için. Gerçi aşkın ne olduğunu biliyorsam, o yüzdendi işte.
Aceleyle masadaki fotoğrafları zarfın içinde toplayıp, ben de çok geçmeden cafe'den çıktım. Ardından stüdyoya tam vaktinde yetişip, işimi yapmaya başladım.
***
Akşam, evden içeri girdiğimde anahtarları her zamanki yerine fırlatıp hemen televizyonun karşısına geçtim ve kanalları değiştirmeye başladım. Hadi ama. Ayrılsalardı haberi duyurulurdu, değil mi? Neden hiçbir şey yoktu. Perrie kendine yapılan -ya da yapmış gibi gösterilen- böyle bir ihaneti önemsememezlik yapmazdı, değil mi? Of, ayrılın artık lanet olasıcalar. O kadar uğraştım.
Kafayı yediğimi düşünüp, umutsuzca televizyonu kapattım ve bilgisayarımı elime alıp, favori dizim olan Supernatural'ın bölümlerini izlemeye başladım. Kafa dağıtmaya çalışıyordum yalnızca.
Sabah, uyandığımda ama gözlerimi açmayıp yatakta telefonumu el yardımıyla bulmaya çalışırken, telefonumu ayaklarımın dibinde bulmuştum. Gözlerimi açıp yatakta doğrulduktan sonra telefonumu saate bakmak için elime aldım. Ama saatten önce dikkatimi çeken başka bir şey olmuştu. Bir mesaj. Ama mesajın sonunda yazan '-Zayn' yazısını gördükten sonra telefona dil çıkarıp mesajı kapattım. Çünkü çok uzundu ve onun saçmalıklarını okuyacak değildim. Ardından saate baktım. Neredeyse öğleye geliyordu. Ben bu kadar zaman nasıl uyumuştum? Tatil günümün verdiği rahatlıktan olsa gerekti. Hızla yataktan kalkıp banyoya ilerledim ve üstümdekilerden kurtulup, soğuk suyun altına girip, serinledim. Kısa olan duşumun ardından üzerime günlük bir kıyafet geçirdim ve saçlarımı kuruttuktan sonra salona inip, televizyonu açtım. Kanalları dolaşırken bir haber dikkatimi çektmişti. Evet! Dünden beri beklediğim haber. Neredeydin sen ya? Ayrılmışlardı. Bu haber bütün medyayı sarsmıştı. Tamam, dünyaca ünlü bir ilişki bitmişti. Sorumlusu bendim. Peki, bundan gurur duyuyor muydum? Hayır. Peki, intikam hayalimi gerçekleştirdiğim için gurur duyuyor muydum? Evet! Perrie bunu illaki atlatırdı, benim derdim Zayn'di. Tamam, belki bu onu fazla üzmezdi ama en azından bir kız ondan ayrıldığı için sinirlenirdi, egosu zedelenirdi, değil mi? Eh, bu da bir şeydir.
Neşeyle televizyonu kapatıp tam kahvaltılık bir şeyler atıştırmak için mutfağa gidiyordum ki, birden Zayn'in bana attığı mesaj aklıma gelmişti. O mesajı okumak için sabırsızlanıyordum. Koşar adımlarla odama çıktım ve telefonumu elime alıp, mesajı açtım ve okumaya başladım.
"İntikamını aldın, umarım istediğin olmuştur. Kendinle gurur duymalısın. Hatta bir gün bunu kutlamalıyız bence, ne dersin? Ayrıca şunu söylemeden geçemeyeceğim. Başına büyük bir bela aldın. Kesinlikle bunu da kutlamalıyız. Herneyse, kendine iyi bak. Bu aralar bolca ihtiyacın olacak." -Zayn.
Şaşkınlıkla mesaja bakakalmıştım. Tamam, bana sinir olmasını ve bir şeyler yapmasını zaten bekliyordum. O sorun değildi. Asıl sorun; mesajında açık açık 'başına bela oldum, kendine dikkat et" sinyali veriyordu ve açıkçası bu kadarını beklemiyordum. Derdi neydi bunun?
Kötü bir bölüm oldu ya. Cidden hiç içime sinmedi ama yine de yayınlamaya karar verdim geciktirmemek için. Hikayeyi okuyanlarıa ve oylayanlara çoook teşekkürleer :D
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Two People In The Wrong
Fiksi PenggemarÜç yıldan beri intikamını almaya yemin etmiş bir kız, Zayn'in sürekli değişen davranışları karşısında nasıl bir tepki gösterecek? Kaç yıldır aralarında sürüp giden bu nefret yerini aşka bıraktığında acaba hangisi güçlü kalabilecek? Bu nefret süreci...