35. Bölüm "Phone?"

1.6K 92 29
                                    

"Hey, ağlama artık." dedi Zayn, elini saçlarımın arasından geçirirken. Söylediğim gibi bir sahile gelmek yerine kumsala gelmeyi tercih etmiştik. Eh, kumlara yayılmak bir banka oturmaktan çok daha iyiydi. Başımı daha çok göğsüne yaslayıp, hıçkırmamak için dudağımı ısırdım.

"Ben iğrenç bir insanım." dedim ağlamaya devam ederken. Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki, duyduğundan emin bile değildim.

"Öyle söyleme," dedi son derece ciddi bir ses tonuyla. Ardından derin bir nefes aldı. "Tanrım, bunu söyleme işte." dedi hızlı hızlı solurken.

Kaşlarımı çatarak, hafifçe yüzümü kaldırıp, gözlerine baktım. "Onlar da benden nefret ediyorlar artık, değil mi?" diye sordum, gözümden bir damla yaş yanağıma doğru süzülürken.

Başını iki yana salladı. "Onlar seni çok seviyorlar, Joanne. Senin de onları ne kadar çok sevdiğini biliyorlar. Güven bana." dedi ve bana daha sıkı sarılarak, ellerini daha çok sıklaştırdı. 

Burnumu çektim. "A-ama, ben unuttum. Mezarlarına gitmek yerine...." dedim ve devam edemeden, tekrardan sesli sesli ağlamaya başladım.

"Hepsi benim yüzümden." diye mırıldandı kısık bir ses tonuyla.

Başımı göğsünden uzaklaştırıp, yüzlerimizi aynı hizaya getirdim ve yüzünü ellerimin arasına aldım. Bu sırada dolmuş gözlerini fark etmiştim. "Senin yüzünden değil. Senin bunda ne suçun var ki? Hepsi benim yüzümden asıl. O kadar iğrenç bir insanım ki... Tanrım, ben onları unutmak istemiyorum, Zayn." dedim ağlamaya devam ederken.

Ellerimi yüzünden çekip, sıkıca ellerimi kavradı. "Unutmayacaksın. Sen hala onların bir tane kızlarısın. Seni hala çok seviyorlar. Lütfen, inan bana." Derin bir nefes aldı. "Bak, Londra'ya döndüğümüzde, beraber mezarlarını ziyaret ederiz, tamam mı? Lütfen üzülme artık ve kendine haksızlık etme." dedi çaresizce.

Bir an, içimde kıpırtılar oluştuğunu hissetmiştim. "Gider miyiz, gerçekten?" diye sordum küçük bir kızın lunaparka gitmeyi isterkenki gibi bir yüz ifadesiyle birlikte.

Hafifçe, mimikleri kıpırdaşıp, gülümsemeye çalıştıığında, beni, başını belli belirsiz sallayarak, onayladı. "Tabii ki de, gideriz."

Zoraki bir şekilde gülümseyerek, başımı Zayn'in göğsüne gömdüm, tekrardan. "Tanrım," diyebildim. "Zayn, iyi ki varsın." dedim ve birkaç bin kere daha, gözyaşlarımın tişörtünü ıslatmasına izin verdim.

"Artık otele dönelim mi? Üşüyüp, hasta olacaksın yoksa." diye mırıldandı, eli saçlarımda, çok yavaşça gezinirken.

Ağızımdan mızmızca bir ses çıkardım. Gözlerim kapanmaya başlamıştı ama ben hala içimden kendime sövmekle meşguldüm. "Burada uyuyalım." dedim birden.

Bunu söylemem, saçlarımda gezinen elinin birden durmasına neden olmuştu. Kumsalda zaten hiç kimse yoktu. Olsa da fark etmezdi ki zaten. Kimin umurundaydı ki bu durum? Hah.

Zayn, dudaklarını saçlarımda gezdirdi. "Pekala," diye mırıldandığında. geriye doğru yattı ve benim de yatmamı sağladı. Başımı tekrardan göğsüne koymamı da sağladıktan sonra, elini saçlarımda gezdirmeye devam etti. Uykuya dalmadan hemen önce, içimden birkaç şey geçirdim. 'Beni asla affetmeyecekler. Ben de öyle.'

Sabah, bir rüzgar esintisinin bedenimi ürpertmesiyle birlikte, gözlerimi açtığımda, başımı Zayn'in göğüsünden kaldırdım ve sersem bir şekilde, hızla etrafıma bakındım. Zayn hala mışıl mışıl uyumaya devam ediyordu. Etrafta çok az insanlar vardı ve hepsi de bize garip garip bakışlar atmakla meşguldü. Umursamadım ve Zayn'i dürtüklemeye başladım.

Two People In The WrongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin