Bu bölümü erken paylaşayım dedim. Normalde yarın paylaşmam gerekiyordu ama yarın evde olmaya bilirim ve size bir bayram hediyesi vermek istedim. Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı bekliyorum. Hepinize şimdiden iyi bayramlar diliyorum ve sizi Castle Of Glass'la başbaşa bırakıyorum. İyi okumalar :) xx
Leydi Alexandra
Feryatları duymamla birlikte odaya doğru koştum ve kapıyı izin almadan açtım. Büyük saygısızlığıma rağmen kimsenin dikatini çekmemiştim. Arkamdan kapıyı tekrar kapatıp iyice odanın içine girdim. İçerisi kalabalık ve matem kokan siyah elbiselere bürünmüş insanlarla doluydu. Josephine solmuş teniyle koyu kestane rengindeki ahşap yatğında uyuyordu. Birden burada durup, bağırıp niye onu rahatsız ediyorsunuz demek istedim. Ama boğazımdaki yumru konuşmamı engelliyordu. Birkaç saniye boyunca orada dikildim. Josephine bu kadar sese rağmen niye uyanmıyorsun? Niye o tatlı mavi gözlerinle bize bakmıyorsun?
Gözlerimden yaşlar gelmeye başlamıştı ve onları durduracak kadar dirençli değildim. Hıçkırıklarımın şiddeti artarken Josephine'in başında duran ağlamaktan gözleri kızarmış olsa da hala için için göz yaşı döken Thérèse'nin yanına gittim. Benim varlığımdan bile haberdar olmadan ona bakıp ağlamaya devam ediyordu. Gözlerimi Thérèse'den çekip yatağında melekleri andıran ifadesiyle huzurla uyuyan Josephine'e çevirdim. Hala aynıydı, o benim tatlı küçük Josephine'imdi. Hıçkırıklarımın arasında titrek bir sesle adını sayıkladım. Ellerimi eline doladığımda ne kadar soğuk olduğunu fark ettim. Bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Zaten Josephine'in elleri hep böyle soğuktur. Başımı ellerine dayadım ve ılık göz yaşlarımın soğuk teniyle buluşmasını sağladım.
Kabullenmek, buna boyun eğmek istemiyordum. O benimdi onu benden hiçbir şey ayıramazdı. Hıçkırıklarım giderek yavaşlarken acıyan gözlerimi yumdum. Biri ellerimi ellerinden ayırdı. Ona son bir veda etmek için gözlerimi araladım. Başına örtüyü örtmeden önce ellerimi saçlarında gezdirip alnına ebedi bir öpücük koydum. İçimden dualar fısıldayarak onu özgür kıldım.
Leydi Thérèse
Ne kadar çığlık atıp, adını haykırsam da gözlerini açmadı. Kardeşim ellerimin arasında can verirken ağlamaktan başka hiç bir şey yapamadım. Solgun ve soğuk teninde parmaklarımı gezdirirken hala içimde ümidin kırıntıları vardı. Ellerimle nazikçe sarı saçlarını düzelttim. Onu böyle görmeye dayanamıyordum. Yapacak hiçbir şeyin olmadığını fark ettiğim halde kabullenmek istemiyordum. Onun ölebileceğini kabul etmek bir daha onu görememek olurdu.
Birileri başına örtüyü çekti ve onu yataktan kaldırdılar. Onu buradan bu halde götürürken bile içimdeki umut kırıntıları tükenmemişti. Olmayacak bir iş için kendimi kandırıyordum. O ölmüştü. Biricik kardelim Josephine ebediyete kavuşmuştu. Hıçkırarak ağlarken ellerim yataktan kaydı ve kucağıma düştü. Titreyen vücudumu kollarımla sardım. Onun acısı kalbimden asla gitmeyecekti. Orada sıkışıp bir sızı olarak kalacaktı. Onun yokluğuna alışmaksa... Bunu düşünemiyorum bile.
Güçlü kollar beni olduğum yerden kaldırdı ve beni odama götürerek yatağıma yatırdı. Hiç bir direnç uygulamadan ne yapıyorsa uydum. Üstüme örtüyü örttü ve yatağımın kenarına oturdu. Mavi ceketini bir kenara attı ve ayak ucuma uzandı. Hiçbir şey söylemiyor olması dikkatimi çekti. Şu anda beni teselli ediyor olması gerekmiyor muydu? Gözlerim ağırlaşırken onun hala tavanı incelediğini gördüm. Sonra göz kapaklarım bana ihanet ederek kapandı.
Uyandığımda her yere sessizlik çökmüştü. Hızla kalktım. Henry odada değildi. Bunu önemsemeyip hemen aşağıya indim. Herkes siyahlar içindeydi. Josephine'i siyah bir tabutun içine koymuşlardı. Üzerine beyaz bir elbise giydirmişlerdi ve tabutun içini çiçeklerle süslemişlerdi. Kız kardeşim melek gibi görünüyordu. Ağır adımlarla yanına gittim ve soğuk elini tuttum. Gözlerimden akan yaşlar kurumuş parmaklarını ıslatıyordu. Sessizce yaşlarımı akıtmaya devam ettim bir süre. Ondan ayrılmak istemiyordum. Alexandra elini omzuma koydu ve 'Güçlü olmalısın.' der gibi omzumu sıktı. Onun da ağlamaktan gözleri kızarmıştı ve perişan görünüyordu. Usulca kafamı salladım ve gözlerimden bir iki damla daha yaş aktı. Bir adam tabutun kapağını kapattı ve bir kaç kişinin yardımıyla onu köşkten çıkarıp faytonlardan birine koydu.
Ona öylece bakarken Henry yanıma geldi. Beni teselli etmek istercesine baktı. Sesli bir şekile yutkundu, kuruyan dudaklarını ıslatı ve ağzını açıp bir şey söylemek istedi ama son anda bundan vaz geçti. Bu durumda ne söylenebilirdi ki? Bir kaç saniya konuşmadan orada durduk sonra ağır hareketlerle bana yaklaştı ve yaptığının doğruluğundan emin olamayarak tereddütle bana sarıldı. Benden ayrılmadan önce kulağıma fısıldadı. "Yanında olmayı o kadar çok isterdim ki... Yine de kalbim seninle leydi Thérèse." Sonra benden ayrıldı ve kalabalıüın arasından geçip tekrar köşke girdi.
Herkes bir faytona binmişti ve kiliseye gitmek için hazırdı. Ben de birisine bindim ve yavaş yavaş kiliseye doğru ilerlemeye başladık. Kız kardeşimi son yolculuğa uğurlamanın ağırlığı çökmüştü üstüme. Gözlerimi kapatıp kiliseye varana kadar bu ortamdan kendimi soyutlamaya çalıştım. Atların durmasıyla gözlerimi açtım. Kilisenin önündeydik. Josephine'in tabutunu kiliseye soktular ben de hemen arkasında içeriye girdim. Kilisede rahibin okuduğu dualar sırasında ona son kez bakabildim. Sonra yine tabudun kapağı kapandı ve tekrar dışarı çıktık. Oradan aile mezarlığımıza gittik ve tekrar dualarımızı okuduk.
Leydi Alexandra
"Onu nasıl tanırdınız?" Bu soruya verecek binlerce cevabım vardı. Ama bu sefer çok hazırlıksız ve ani bir şekilde yakalanmıştım. Onu nasıl tanırdım? Onun hakkında söyleyeceğim o kadar çok şey vardı ki ama şimdi ağzım kurumuş ve ses tellerim kopmuş gibiydi. Hiçbir ses çıkaramıyordum. Yutkundum. Boğazımda bir yumru vardı. Göz yaşlarım tekrar serbest kaldılar. Hıçkırıklarımın arasında ona onca söyleyecek şeyim varken ağzımdan sadece bunlar döküldü. "Onu iyi tanırdım." Onu iyi tanımak mı? O benim ruh ikizimdi. Hayatta güvenebileceğim insanların başındaydı. O benim biricik arkadaşım, Josephine'imdi. Gözlerimi sımsıkı kapadım ve o torağa karışırken ona olan son görevimi yerine getirdim. Onun için dua ettim. Gözümden akan yaşlarla birlikte son kez uğurladım onu. Bircik arkadaşımı onu benden alan sonsuzluğa teslim ettim.
![](https://img.wattpad.com/cover/6764620-288-k701856.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Castle Of Glass
RomanceNedir aşk denen lanet? Dünyanın var oluşundan bu yana süre gelen bu vahşet nedir? Gülün dikeni, şarabın sarhoşluğu mudur aşk? Acının panzehiri olmakla birlikte acının ta kendisi olmak da nedir? Birbirinden siyah ve beyaz kadar uzak olup bütünleşebil...