4. Bölüm: Pain

347 20 2
                                    

Eveet yeni bölüm sonunda geldi! Umarım beğenirsiniz, yorumlarınızı bekliyorum :)

Leydi Thérèse

Onu öylece yerde yatarken gördüğümde kalbimin durduğunu sandım. Onu koruyamamış olmanın sıkıntısı içimi kemiriyordu. Bir anda ben de dengemi kaybeder gibi oldum ama iki güçlü kol beni kavradı ve düşmemi engelledi. Her yanım titriyordu ve ne konuşacak ne de hareket edecek mecali kendimde bulamamıştım. Bunun için ona bir teşekkür bile edememiştim. Ama yine de o bu durumu anlayışla karşıladı ve beni bir yere oturttu. Hala sakinleşememiştim. Benim hemen onu görmem gerekiyordu. İyi olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı ama hala taş kesilmiş halde oturuyordum. Görüş alanıma yine beni kurtaran adam girdi. Elindeki su dolu kadehin içerisine parmaklarını soktu ve hafifçe yüzüme sürmeye başladı. Yavaş yavaş kendime geldim. Hızla oturduğum yerden sıçradım ve onun nerede olduğunu sordum. Sakince kolumdan tuttu ve beni merdivenlere yöneltti. Ona minettardım.

Yukarıya çıktığımızda usulca kolundan çıkıp Josephine'in yanına gittim. Doktor az önce dinlenmesi gerektiğini söyleyip odadan çıkmıştı. Yatağın yanına diz çöküp ellerini tuttum. Yüzü solgun görünüyordu ve terlemişti. Yanıma mendil tutan bir el uzandı. Çekinerek mendili aldım ve kardeşimin alnını ve yanaklarını kuruladım. Başımı yanına yaslayıp öylece uyanmasını bekledim. Bana yardım eden adam da odadaki bir sandalyeye oturmuş düşünceli bir edayla kafasını cama yaslamıştı. Ona baktığımı görünce kıpırdandı ve pozisyon değiştirerek o da bana baktı. "Orada oturmamalısın her yerin ağrıyacak." "Önemli değil, o uyanmadan buradan kalkmayacağım." itirazım ile bir anlığına kaşları hafifçe çatıldı. "Ama doktor dinlenmesi gerektiğini söyledi. Bence onu dinlemeli ve huysuzluk yapmamalısın." "Ben huysuzluk yapmıyorum. Yine de onun iyiliği için burada olmamam gerekiyorsa... Tamam, ben de onu dışarıda beklerim."

Memnun bir ifadeyle önüme geldi. Elini uzatıp kalkmamı sağladı. Birlikte dışarı çıkarken onunla hala tanışmadığımı fark ettim. Abimin düğününe geldiğine göre akraba olabilirdik. Kıyafetleri ancak zengin birine ait olabilirdi. Mavi bir ceket ve içine işlemeli gömlek. Çok zarif ve zekli. Başımı yukarı kaldırıp yüzüne baktım. Mavi gözlerinde ukala bir tını belirdiği anda onu incelediğimi fark ettim. Elini tutup ayağa kalktım.

"Sanırım sizinle daha önce tanışmamıştık?" "Evet, öyle." "Adım Thérèse lordum." "Demek adınız Thérèse leydim." Kafamı salladım. "Siz adınızı söylemeyecek misiniz?" "Aslında beni tanımanızı beklerdim." "Üzgünüm ama sizi tanıdığımdan emin değilim. Yoksa akraba mıyız?" Hafifçe güldü. "Akraba sayılırız. Adım Henry, leydim." "Henry... Hayır hatırlayamıyorum. Sizi hatırlamam gerektiğinden emin misiniz?" Bu sefer daha ilginç bir bakış attı. "Aslında evet. Ama beni tanımaya niyetli değil gibisiniz. O zaman size tam adımı kendim söyleyeyim. Ben İngiltere Kralı Henry'im leydim. Şimdi hatırladınız mı?"

Donup kalmıştım ne diyeceğimi bilemeyerek sadece kızarmış yüzümü önüme eğdim ve titreyen dizlerimi hafif kırarak mükemmel olmayan bir reverans yaptım. Bu halime kıkırdayıp yüzümü kaldırdı. Donmuş ve kızarmış yüzümü kendine çevirdiğinde bakışlarımı kaçırdım. Kafasını sallayıp koluma girdi ve henüz kapatmamış olduğumuz kapıyı sessizce örtüp belimden yavaşça iterek ilerlememi bekledi. Birlikte bahçeye indik.

Serin hava beni biraz olsun kendime getirmişti. Kendime bu sayede kızabildim. Sahiden az önce ne yapmıştım ben? Kralı tanımamaktan bahsetmiyorum, kız kardeşim orada ölümle boğuşurken ben burada utangaç aşık bir genç kız gibi davranmıştım. Bu sefer sinirden kızaran yanaklarıma, kızarıklığının geçmesi için soğuk ellerimi sürttüm. Kafamı sağ tarafıma çevirdiğimde gecenin karanlığında yanan mavi gözlerini gördüm. Gölgeler yüzünde belirsiz şekiller çiziyordu. Gözlerimi kırptım. Çok yakınımda duruyordu ve nefes alış verişlerini dudaklarımda hissediyordum. Buna daha fazla dayanamazdım. Ünvanını ve kim olduğunu umursamayarak onu göğsünden ittim. Bir an afalladı ama sonra toparlayarak geçmem için yol açtı. Ben de bir daha ondan tarafa dönmeyerek köşke girdim.

Leydi Alexandra

Doktor odadan çıktıkran sonra onun peşinden koştum ve nasıl olduğunu öğrenmeye çalıştım. Onun durum hiç iyi değilmiş. Bunu söylediği anda ayakta durabilmek için merdivenlerin trabzanlarına tutunmak zorunda kaldım. Doktorun söylemeye devam ettiği cümleler kulağıma belli belirsiz ses öbekleri olarak geliyordu. Sesi boğuk ve anlaşılmazdı. Puslu bir şekilde gelen sözcük demetleri arasından yalnızca o cümle dikkatimi çekti. 'Kendinizi buna hazırlamalısınız. Üzgünüm onu yakın bir zamanda kaybedebilirsiniz.' Daha sonra anlayamadığım bir kaç cümle daha söyledi ve beni acımla başbaşa bıraktı.

Merdivenleri tekrar çıkıp köşkün en üst katına ulaştım. Boş terasa çıkıp demirlere dayandım. Yanağımdan bir kaç damla yaş süzülürken ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Bir şekilde onu hayata bağlamalıydım. En iyi arkadaşımı, sırdaşımı kaybetmek istemiyordum. Yorgunlukla sırtım demirlere dayalı bir şekilde yere çöktüm. Huzursuz bir iç çektim ve gözlerimi kapadım. Tutmaya çalıştığım bir kaç damla da işte o zaman serbest kalmıştı. 

Kuşların cıvıltısıyla gözlerimi açtım. Dün gecenin bir rüya olmasını dilerken terasta uyuya kaldığımı fark ettim. Dün gece kesinlikle rüya değildi. Ellerimle demirlere tutunarak ayağa kalktım. Her yerim tutulmuştu ve bedenim ağrı içindeydi. Elbisemdeki tozları silkeledim. Yüzümde kuruyan dün gecenin hatıraları olan göz yazlarımı da bir çırpıda kuruladım. Derin bir nefes alıp köşkün iç tarafına geçtim. Dün gece doktorun verdiği acı haberi Thérèse'ye nasıl vereceğim konusunda birkaç şey üretmeye çalıştım ancak bu kadar acı bir haberi verebilmenin kolay bir yolunu bulamadım. Soğıkkanlı kalmaya çalışarak aşağıya indim. Koridorlar boş ve sessizdi. Duyulan tek şey bir kadının acı feryatlarıydı.

Castle Of GlassHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin