Leydi Alexandra
"Onunki de gerçek bir aşktı." dedim ve bir şey söylemesini beklemmeden oradan ayrıldım. Onu ölüme götüren bir aşkı bu kadar küçümsemesini anlamamıştım. Onun aşkı bugüne kadar gördüklerimin en gerçeği ve en büyüğüydü. Hiç kimse onun kadar aşık olamazdı. Bu görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir sevgiydi.
Onun yanından ayrıldıktan sonra Köşke gittim. Leydi Thérèse, dük Sebastian ve ablam Katherine kendi köşklerine gitmişlerdi. Isabella'dan öğrendiğim üzere Elisabeth de onlarla birlikte gitmişti. Kocaman köşkte sadece ikimiz kalmıştık. Köşk ıssız kalmıştı. Heryer sessizdi. Bu köşkün böyle olmasına hiç alışık değildim. Sanki hayatımıza kocaman kara bir sis inmişti ve biz çırpındıkça üzerimize daha çok bulaşıyordu. Bu durumdan bir türlü kurtulamıyorduk. Herşeyin eskisi gibi olmasını diledim. Eskisi kadar mutlu olabilmeyi...
Sonra birden aklımı Christian meşgul etti. Kral ve prens bir gece dük Sebastian'ın köşkünde konaklayıp yarın sabah saraya yola çıkacaklardı. Belki o da onlarla birlikte ortadan kaybolurdu. Yine de içimde gitmeyeceğine dair bir his vardı. Buraya eski aşkını bulmaya gelmişti. Belki de bulurdu kim bilir? Yine de ona kızgınım ve böyle laflar etmesi beni yumuşatmaya yetmezdi. Onun aşkı benim umrumda değildi. Benim umrumda olan tek şey Josephine'di ve o da artık benimle değildi. Yine de Christian'ın da acı çekmesi gerektiğini düşünüyordum. Herşey karşılıklı olmalıydı.
Sabah olduğunda Isabella'yla beraber kahvaltı yaptıktan sonra Kral ve prensi uğurlamak için dük Sebastian'ların köşküne gittik. Herkes de bir telaş vardı. Atlar hazırlanıyor ve arabalara eşyalar yükleniyordu. Kral Henry ve prens Harry binici kıyafetlerini giymşlerdi. Yola çıkmak için herşey hazırdı. Sonra Elisabeth'i gördüm o da binici kıyafetlerini giymiş ve çoktan bir atın üstüne oturmuştu. Şaşkınlıkla yanına gittim.
"Elisabeth senin atta ne işin var?" "Kralın kız kardeşi prenses Victoria'nın nedimesi oluyorum. Artık leydi Howard olarak bir saraylıyım." "Ah kardeşim gel de sana bir sarılayım." Attan yardımımla indi ve onunla vedalaştık. Onu çok özleyeceğimi biliyordum. O daha benim küçük kız kardeşimdi ve şimdi tüm tehlikeli oyunların oynandığı o saraya gidiyordu. Tanrı onu korusun. "Tanrı seni korusun" dedim ve yanından ayrıldım.
Kral ve prens de atlarına binmişti. En önde kral gidiyordu ve arkasından da bütün saray eşrafı gidiyordu. Ne görkemli diye düşündüm. Buradan ayrılması bile ne görkemli. Elisabeth'in atı yanımdan geçerken ona el salladım. Onu kim bilir bir daha ne zaman görebilecektim? Artık tam bir saraylı olmuştu. Atının üzerinde dimdik oturmuştu ve elbisesinin eteklerini düzgünce tek bir yanda toplamıştı. Fransız tarzı başlığından sarkan kızıl saçları güneşte barlıyordu. Tam bir saraylı gibi görünüyordu.
Saray eşrafı gözden kaybolana dek orada bekledik. Sonrada bütün köşk çalışanları teker teker içeriye girdi. Ablamlar da onlarla birlikte içeri girmişti. Ben de yalnız başıma bahçede kalmıştım. Ağaçların arasına doğru yürüdüm ve iki ağacın arasına kurulmuş salıncağa ilerledim. Bir süre kendi kendime orada salladım ve kendimi sessizliğe bıraktım. Hiçbir şey düşünmedim. O an kendimi tamen özgür hissettim. Herşeyi yapabilirmişim gibi.
Arkamdan birinin salıncağı hızlandırmasıyla gözlerimi açtım ve salıncağın cılız, eskimiş iplerine daha sıkı tutundum. Hızın artmasıyla saçımdaki şapka düşmüş saçlarım açılmıştı ve rüzgarla birlikte dans ediyordu. Eteklerim de öne arkaya gitikçe havalanıyordu. Yine de kendimi mutlu hissettim. Uçmak gibiydi. Arkamdakini unutmuştum.
Salıncak yavaş yavaş durduğunda eteklerimi ve saçlarımı düzelttim sonra salıncaktan kalkıp arkamı döndüm. Gülümsemem bir anda solmuştu. O ise gülerek bana yaklaştı ve şapkamı nazikçe elime verdi. Bense teşekkür etmeden şapkamı başıma taktım ve onu görmezden gelerek yürümeye başladım.
"Alexandra, bekle!" Arkamdan koşarken bana sesleniyordu. Adımı duymamla beraber durdum ve ona döndüm. Şaşkınlığımı ifade etmekten çekinmeden konuştum. "Adımı nerden biliyorsun, Christian?" O gün onun adını söylediğim de o nasıl şaşırdıysa ben de öyle şaşırmıştım. Bir açıklama bekliyordum. Omuzlarını silkti. "Bir kaç kişi sana seslenirken duydum, bu kadar." Aceleyle kafamı salladım ve tekrar yürümeye başladım. Bir kaç adım sonra yine bir şeyler söyledi. "Gidiyorum. Bugün gidiyorum." Tekrar arkamı dönüp ona baktım. "Aşkın bitti mi?" Kafasını hayır manasında salladı.
Üzgün görünüyordu. Bir kaç adımda ona yaklaştım. Acı çekiyor gibi bir hali vardı. Josephine gibi... Onu o anda Josephine'e yaptığım gibi teselli etmek istedim. Her ne kadar aşka inanmasam da bu küçük aşk budalaları benim içimdeki meleği devreye sokuyorlardı. Böyle acı çeken yüzler görünce dayanamıyordum.
"Neden gidiyorsun?" diye sordum. "Kralın emri." İstemeye istemeye gittiği belliydi. Aşkını bulmadan buradan gitmek onu yıkıyordu ve ben bunun somut halini gözlerimle görebiliyordum. "Peki ya krala durumu anlatsan belki sana izin verir?" Bunu küçücük bir umutla sormuştum. Kralın emirlerinin kesin olduğunu biliyordum. O da kafasını olmaz anlamında salladı. Ona yardım etmek istemiştim. Bunun için ne yapabilirdim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Castle Of Glass
RomanceNedir aşk denen lanet? Dünyanın var oluşundan bu yana süre gelen bu vahşet nedir? Gülün dikeni, şarabın sarhoşluğu mudur aşk? Acının panzehiri olmakla birlikte acının ta kendisi olmak da nedir? Birbirinden siyah ve beyaz kadar uzak olup bütünleşebil...