5.BÖLÜM : GÖKYÜZÜ

653 397 50
                                    

***

Gün akşam olurken, biz de Fethiye'ye varmıştık. Saatlerdir içimizi ısıtan güneş artık gökyüzüne vedalaşır gibi yerini ay ve parıl parıl parıldayan yıldızlara bırakmıştı. Herkes çadırını yapıp, yerleştikten sonra ortaya yaktığımız kamp ateşinin etrafına toplanmıştık. Bu sayede tanımadığımız arkadaşlarla tanışmış, tanıdıklarımızla da daha çok kaynaşmıştık. Erkekler bir tarafa ayrılırken, kızlar da bir tarafa ayrılmışlardı. Herkes kendi arasında kaynaşmış ve bu durumdan gayet hoşnut görünüyorlardı.

Gecenin güzelliği üzerimize sinmiş gibiydi. Her bir parıldayan yıldız ise göz kırpıyordu adeta. Her zaman olduğu gibi gökyüzünü seyre dalan ben, bu yaşıma kadar asla bıkmamıştım. Odamın penceresinden gökyüzüne yelken açarken, hayallerimin arasından hiç vurmamıştım kıyıya. Bu güzel duygu rüyalarımın ardına saklanıyor olmasına rağmen, insana verdiği huzur tartışılamazdı. Yine her zaman ki geleneğimi yerine getirmiş gibiydim. 

Havanın açık olmasına rağmen çisil çisil yağan yağmuru hissettim bir an. Yağmur toprağa usulca düşerken o müthiş kokusunu yayıyordu etrafa. Her bir damla insanın içini ısıtan huzuru saçıyor, burnumuza dolan koku ise saflığı temsil ediyor gibiydi. Uzaklardan dalgalanan su sesi de eşlik ediyordu adeta. Etrafa göz gezdirirken, Anıl ile göz göze gelmiştik. Ben ona, o bana bakarken sadece tebessüm etmiştim. Artık hava soğumaya başlıyordu. Herkes yavaş yavaş çadırına yerleşmişti. 

Dilşah'ın çadırını kurarken büyük bir aksilik çıktığı için, ettiğim benimle kalma teklifini geri çevirmemişti. Her şeylerimizi yerlerine yerleştirip fenerimizi söndürmüştük. Çadırımın tavanı şeffaf olduğu için rahatlıkla gökyüzüne bakabiliyordum. Sırf bunun için büyük ısrarım üzerine almıştı babam. Ne de güzel etmişti öyle.

"Şuan ne düşünüyorum biliyor musun?"

"Hayır, canım."

"Hatırlıyor musun ilk kez bizim köşede ki parka gitmiştik ?"

"Unutulur mu o gün fıstık? Resmen Anıl'a karşı cadı gibiydin, süpürgeli cadı."

Bunu söylerken gülmelerine hâkim olamayarak, kesik kesik konuşmaya devam ediyordu. Ben başka şeyler düşünürken o bambaşka şeyler düşünüyordu. Vay canına. Sırf ona inatlık olsun diye dil çıkarıp hınzırca gülümsemiştim. Şeffaf yüzeyden çadırımızı aydınlatan ay , resmen çadırın içini loş bir ışığa bürünmesine zemin hazırlanıyordu. Uzun zaman olmuştu böyle uzanmayalı. Bir çocuk edasıyla gökyüzüne ulaşmaya çalışmak, gerçekten çocuk gibi düşünmeyi gerektiriyordu. Bu huzura Öykü'yü de dahil edip onunda bunu tatmasını umuyordum.

"Ya tabii canım, aklın fikrin orada kaldı senin. Bir kez dahi olsun bu konuyu açmasan ölürsün."

"Takılıyorum kız sana yoksa gerçekten alınıyor musun?"

"Ay kes be ne alınacağım. Her neyse."

"Tamam tamam, anlaşılan hanımefendi düşler ülkesine göçüyor. Anlat bakalım ne düşünüyorsun ?"

" Bir sayı tut aklından, ama sonsuz sonsuzluğu temsil edecek kadar olsun. Sonra mavinin her tonunu almış o saf gökyüzünün derinliklerinden, narin bir pembeliğe geçiş yap. Bu tuttuğun sayı hiç sönmeyen yıldızların olacak senin. Hiç kararmayacak, hiç solmayacak ve hiç kaybolmayacak... Huzurun, mutluluğun, dostluğun ve sevginin temeli olarak düşün. Her sıkıntıya düştüğün an bir yıldız çek oradan. İstediğin kadar da çekebilirsin. Bu gökyüzü bildiğin gökyüzüne benzeyen gibi değil, aksine düştükçe çoğalacak yıldızların. Çektiğin o yıldız, bir yosunun kayayı sarması gibi saracak o minik kalbini. Gece ile birlikte huzura koşacaksın bıkmadan usanmadan..."

"Pekâlâ, ya bir gün biri gelirde sökerse yıldızlarımı yerinden ?"

"Dalı kırılsa da ağaç yağmura nasıl küser?"

"Haklısın, fakat kalbimi saracak olan yıldız ya gerçekten birine bağlıysa?"

"Bu senin içinde olmalı, kalbe söz geçmez lakin sen o kalbi taşıyorsan sahip çıkmasını bileceksin. İnsanlar kötü Öykü. Kimsenin masum bakan yüzüne inanma. Elbette karşımıza birçok insan çıkacak, güleceğiz, eğleneceğiz. Fakat bu senin herkese kalbini açmanı gerektirmez, gerektirmemeli de zaten. Kim olursa olsun hak etmediğini düşündüğün kişiyi sil hayatından. Söylediğim gibi insanlar kötü, acımazlar sana."

Sözlerimin her harfini, usulca parmaklarım arasından kayan kum tanesi gibi seçiyordum. Biz bahar gibiydik. Mis gibi kokan, narin içimiz ve her türlü kötülükten arınmış bir zihnimiz vardı. Ürkek kalan duyguların usulca güç almasını direten benliğim, zafere koşuyor gibiydi.

Öykü çoktan uykuya dalmıştı. Günün yorgunluğu çökmüştü üstüne belli ki. Sağa sola dönüp dururken artık bunaldığımın farkına vardığımda bir pike alıp çıkmıştım dışarı. Çoğu çadırın fenerleri sönmüştü. Arada fener yanan çadırlarda ki kişilerden kahkaha sesleri yükseliyor, sonra hepsi birden birbirini sessiz olması için uyarıyordu. Bulunduğumuz alana kurulan bahçe salıncağına yavaş adımlar ile yürüyordum. Yerini çok iyi belirledikleri kesindi. Gökyüzü ile denizin birleştiği bir manzara vardı karşımda. Oturduğum yerin soğuk olmasına rağmen, o açığı da pike ile örtmeye çalışmıştım. Manzaraya doyum olmuyordu adeta.

"Demek sende buradasın."

"Bütün saflığı ve güzelliği ile karşımda duran bu manzaraya, hiçbir seçim gözetmeden ulaşabilmişim. Daha ne?"

"Manzara bir tek bundan mı ibaret senin için?"

"Belki de."

"Sana bir sır vereyim mi?"

"Tabii ki, sır tutmakta üstüme yok."

"Gökyüzünü görmek için başımı kaldırmam gerekmiyor, her anımda olmasa bile senin gözlerinde gökyüzünü bulmak... Çok ayrı bir duygu."

BAHAR YILIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin