12.BÖLÜM : KAHVALTI

126 50 14
                                    


 Kazadan bugüne kadar fazlasıyla telefon almıştım. Tanıdığım tanımadığım birçok kişinin yanımda olduğunu hissetmiştim. Ama en önemlisi de en yakın arkadaşımın gerçekten samimi bir dost olduğunu daha iyi kavrayabilmek apayrı bir duyguydu.

Ötelerden gelen uğultu ile açmıştım gözlerimi. Odam karanlığın bir başka boyutuna geçmiş gibiydi. Ayaklarıma kadar inip büzülmüş yorganım, dışarıdan gelen yaprakların sessiz hışırtısı ve savrulan saçlarım... Hepsi ayrı bir anlam içeriyordu bazen. İçeriden gelen kapı gıcırtısıyla irkilmiştim bir an. Çekmeceme koyduğum lastik tokamı saçıma bağlamaya koyulmuştum. Karanlığın yüz tutmuş olduğu bu odada etrafta her şeyin yerli yerinde olmasını, sağ tarafımda bulunan masa lambamın bir nebze de olsa odayı aydınlatmasını umuyordum.

Yeteri kadar aydınlık olmasa da eşyalarımı az çok görebilmiştim. Yataktan usulca doğrulup etrafıma bir göz attıktan sonra yatağımın yanına çıkarttığım ayakkabı görünümü veren, gökyüzü kadar mavi patiğimi ayağıma geçirip ayağa kalkmıştım. Kapıya kadar sendeleyerek ilerlerken ayağımda ki incinen kemik daha çok ağrımaya hatta olduğu yerden kaymaya başlamıştı bile. Kapının önüne vardığımda aşağıdan sesler geliyordu. Evet, birisi uyanık olmalıydı. Ama kim? Kapının gıcırtısına ve ayağımın o sinsi ağrısına aldanmayıp sessizce ilerliyordum. Yavaş ilerlememe rağmen başa çıkılmaz bir ağrı saplanmıştı adeta. Durmuyordum. Hatta daha da hızlanmaya başlamıştım. Merdivenlere geldiğimde zorlansam da inmeyi başarabilmiştim. Sağ adım... Sol adım...

Salonun kapısına geldiğimde tuhaf bir duygu kaplamıştım içimi. Her ne olursa olsun birileriyle konuşmak iyi gelmişti bugüne kadar. Ellerimi cebime attığımda telefonumun yukarıda kaldığını hatırlamıştım. Bir an da içeriden gelen sese odaklandım. İyi de bu ses kimin? Kim vardı içeride? Fısıltılar duymaya başlamıştım.

Yavaş adımlarla ilerlemeye çalışırken artık sağ ayak bileğimden sonrasını hissetmemeye başlamıştım. Bastığım yer altımdan kayboluyor gibi olmuştu. Bir anda başımın dönmesiyle kapıya başımı vurmam bir iki saniyemi almamış, derin bir sessizlik oluşmuştu.

Kapıya doğru yaklaşan adımları hissettiğimde yavaşça gözlerimi aralamıştım.

"Anne..."

"Melisa ne oldu sana böyle? İyi misin kızım?"

Annem koluma girip ayağa kaldırmıştı beni. Ardından durumu fark eden babam kucağına alıp koltuğa oturttuğunda birkaç saniye gözlerimi kapatmıştım. Ayağıma doğru eğilirken hafif araladığım gözlerle başımı kaldırdığım anda şok olmuştum.

Yok Artık!

Misafirin olduğu sonradan kafama dank edince yarım yamalak bir hoş geldiniz gülümsemesi takınmıştım. Tanıdık geliyordu ama çıkaramamıştım. Sevimli bir yüzü vardı. Yumuşak yüz hatları, yeşil gözleri, minik burnu ve kocaman gülümsemesinin ardından:

"Hoş buldum canım."

"Iı, şey evet. Hoş geldiniz. De tanıyamadım sizi. Böyle birilerini anımsatıyor ama anımsatamıyor gibi bir şey yani, ne deyim."

Bu şaşkın halim ben de dahil odada ki herkesi güldürmüştü. Anımsatıyor ama anımsatamıyor gibi bu saçma cümleyi nasıl kurduğumu düşünürken takındığım surat ifadesinin biraz şaşkın, biraz sevimli, biraz aptal gözüktüğüne adım kadar emindim.

"Birkaç kez karşılaşmıştık tatlım. Tabii ki sen de haklısın hatırlamamak konusunda. Ama belki hatırlarsın yaklaşık bir ay önce annenin günü vardı. Ben biraz gecikmiştim o yüzden koştura koştura ilerlerken sende evden çıkıyordun. Sağa sola bakındın ama sana el sallayan beni göremedin. Neyse canım, gençsin olur böyle şeyler. Kendimi tanıtayım kuzum ben Leyla Acar. Bu sokakta biraz öte de oturuyorum."

BAHAR YILIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin