Bonnie koluma girip mis gibi havayı içine çekti. "Deniz kokusu alacağımı sanıyordum." Sağ tarafımdaki Jackson'a baktı. "Ne yazık ki fena derecede içki kokusu alıyorum."
Jackson ona aldırmıyorum der gibi bir bakış attıktan sonra ileride ki topluluğa doğru yürümeye başladık.
Ortaya büyük bir ateş yakmışlar, etrafına daire oluşturacak şekilde oturup hep birlikte şarkı söylüyorlardı. Bu akşam hemen geçsin ve ben sıcacık yatağıma gidip yastığıma sarılayım.
"Patrick!"
Bonnie koşarak biraz ileride bizi bekliyor olan Patrick'in boynuna atladı. Jackson bana bizde eskiden böyleydik bakışı atmasına izin vermeden adımlarımı hızlandırdım.
Bugünün hemen bitmesini ümit ederken kumların üzerine oturup bacaklarımı uzattım.
"Bize Cola alıp geliyorum."
Jackson'ın gidişini izlerken esneyip derin bir of çektim. Bunu neden yapıyordum ki? Neden onunla şu anda buradaydım? İnek olup olmamamdan ona neydi? Bunları irdelemek için oldukça geç kalmıştım.
Etrafıma bakınırken aniden gözüme siyah Jeep Recall ilişti. Ah, hayır. Eğer o buradaysa tam şu anda bir toz bulutu haline gelmek istiyordum. Ayağa kalkıp Jeep'e daha dikkatli baktım. Mükemmel! Wolkswogen'ımın çarptığı yer bir imza gibi yerli yerinde duruyordu.
O burada.. O burada..
Kalbim deliler gibi atarken ayaklarım beni istemsizce oradan uzaklaştırmaya başlamıştı. Neden kaçıyordum ondan? Masrafları ve iyilik borcumu ödeyecektim. Utanılacak ve kızaracak bir şey yoktu.
Bir anda kumsal tahmin edilemeyecek bir hızla kalabalıklaştı. İnsanlarla ters yönde ilerliyor, "Afedersiniz." diyerek dirseklerimle kendime yol açmaya çalışıyordum.
Nereye gidiyorum ben?
Daha doğrusu neyle gidiyorum? Evim kumsaldan kilometrelerce uzaktaydı. Kendimi Bonnie'yi ararken buldum.
"Eğer çok önemli dedikodu malzemesi değilse kapatsan iyi olur. Patrick'le çilekli dondurma yiyiyorum."
"Beni acilen eve bırakmanız gerekiyor Bonnie."
"Sen delirdin mi? Daha yeni geldik. Jackson bir şey mi yaptı?"
"Hayır!"
"Tanrım Carly, delirteceksin beni. Neredesin?"
Etrafıma bakındım. "Park yerindeyim."
"Tamam bebek, geliyoruz."
Derin bir nefes verip telefonumu çantama attım. Jackson eminim beni bıraktığı yerde bulamayınca deliye dönmüştür. İstesem beni o da evime bırakabilirdi ama nedenini açıklamak mecburiyetinde kalırdım. Sanki Bonnie'ye açıklamak zorunda kalmayacakmışım gibi..
"Selam."
Bu sesleniş aniden yerimde sıçramama neden oldu. Arkama dönünce köşe bucak kaçmak istediğim o kişiyle yüz yüze geldim.
Anlamlı bakan siyah gözleri kumsalın süslenmiş ışıklarının altında parlıyordu."Seni korkuttum mu? Üzgünüm."
Sesi o kadar pürüzsüzdü ki kendimi akıp giden bir su gibi hissetmeme neden oluyordu.
Yakışıklı yüz hatlarından gözlerimi alıp istemsizce biçimli dudaklara ve mükemmel çenesine çevirdim. İnsanın nefes alışverişini hızlandıran bir şeyler vardı. Sık ve kesik nefes aldıran bir şeyler..
"Hayır, korkmadım."
Başını hafifçe eğip yüzümü inceledi.
"Kızardın."
Kahretsin! Yanaklarım anında kızarıyordu. Ben gayet rahatım, rahat olmayan yanaklarım.
Etrafıma bakındım. Bonnie nerelerdeydi?
"Birini mi bekliyorsun?"
Başımı evet anlamında sallayıp yine gözlerimle Bonnie'yi aramaya başladım. Elimden geldiği kadar ona bakmamaya çalışıyordum. Ama sanki inat gibi o gözlerini bir türlü benim üzerimden almıyordu.
"Eve mi gideceksin? Seni bırakabilirim."
"Arkadaşım gelmek üzere, teşekkürler."
Arabaya yaslandı. "Rica ediyorum."
Gözlerine bakıp oldukça rahat görünmeye çalıştım. "Borcumu karşılar mı?"
"Ben sana iyilik yapıyorum, tabiki karşılamaz." dedikten sonra gülümsedi. Gülümsemesini görür görmez yüreğim gıdıklandı. Kan akışım, soluk alıp verişim, tüm hayati dengelerim alt üst oldu.
"Ama araba masraflarını karşılar." dedi.
Ona inanamayarak kaşlarımı kaldırdım.
"Benimle oynuyorsun."
"Mizah yapar gibi bir halim mi var?"
Az önceki gülümsemesi yüzünden silinmiş, ciddileşmişti.
Cevabımı beklemeden arabaya bindi. Ben şapşal gibi orada beklerken sanırım 'sıkıcı ve inek' gibi görünüyordum.
Derin bir nefes verip ön koltuğa oturdum. Araba enfes erkeksi parfüm kokusuyla karışık araba parfümü kokuyordu. Deri koltuklar beni kucağına alır almaz ne kadar yorgun olduğumu farkettim. Koltuklar gerçekten çok rahattı ama huzursuz hissettiğim için bende pekte işe yaramadılar.
Arabayı çalıştırdı. "Arkadaşına haber vermeyecek misin?"
Tabii ya. Bonnie aklımdan uçmuştu. Bonnie'ye 'Beni beni eve bırakacak birini buldum. Çilekli dondurmalarınızı yemeye devam edin.' diye kısa mesaj attım.
Garajdan çıktı ve anayola girdi.
"Eğer o araba borcunu alacağımı düşündüysen yanıldın. Asla bir kızdan para almam." dedi.
"Cinsiyet ayrımı mı yapıyorsun?"
Sorumu cevaplamadı. Şahsen cinsiyet ayrımı yapıp yapmadığından banane.
Ne aptalım.
Arabanın içerisindeki muhteşem kokuyu içime çekerek nefes aldım. Baharatsı kokuyu insan bir kez içine çekince vücudundan geriye atmak istemiyordu.
Kokunun büyüsüne kapılmış giderken telefonumun titremesiyle kendime geldim. Jackson arıyordu, harika.
"Efendim Jackson?"
"Neredesin?"
"Eve gidiyorum."
"Kiminle? Bonnie ve Patrick burada."
Gözucuyla yanımdaki yakışıklı süliete baktım. Daha ismini bile bilmediğim birine eve bıraktırıyordum. Ne tuhaf, kumsaldan kaçma nedenimde oydu.
"Bir yardımsever bırakıyor."
İç çekti. "Neden gidiyorsun?"
"Eve gitmem gerekiyor çünkü.." Neden? Tabikide düzgün bir nedenim yok. Uzun bir süre ne söyleyeceğimi düşündüğüm için bir nedenimin olmadığını anladı.
"Benimle birlikte olmaktan sıkılıyorsun. O halde teklifimi neden kabul ettin?"
İç çektim. "Çünkü sıkıcı ve inek değilim tamam mı?" Biraz sert davranıp sesimi yükseltmiştim ama aynı hiddetle Jackson kulağıma haykırıyordu.
"İnek kısmını bilmiyorum ama sıkıcı olduğun kesin."
"Sen ne-"
Telefonu kapattı.
Ne demek sıkıcıyım? Aptal. Pis içki kütüğü!
Derin nefes alıp telefonu çantama fırlattım. Soluma bakana kadar onun orada olduğunu unutmuştum.
"Yardımsever olduğumuda nereden çıkardın?"
Sinirim yatışmıyordu. "Adını bilmediğim için uydurmak zorunda kalmış olabilir miyim?!"
"Jeffrey Maxwell."
Jeffrey.. Kollarıma karıncalanma hissi yavaş yavaş yayılmaya başlayınca gözlerimi ondan zorlukla alıp yola çevirdim.Şu anda Bonnie beni görseydi yakama yapışır ve onu neden öpmediğimi sorardı.
"Sen Carlyinne Cooper olmalısın."
İsmimin dudaklarında mükemmel yuvarlanışı kalbimi yerimden zıplattı.
"Sana ismimi söylediğimi anımsamıyorum."
Sadece yola gülümsemekle yetindi. Bana cevap vermemek mi onu havalı yapıyordu yoksa havalı olmak onun karakteristik özelliği miydi?
Soldaki caddeye dönüp iki blok daha ilerledikten sonra evimin önünde arabayı durdurdu.
Emniyet kemerimi çözüp çantamı koluma astım. "Teşekkürler."
Sokak lambasının ışığıyla parlayan simsiyah gözleri gözlerimi delip geçiyordu.
"Rica ederim."
Kapıyı açıp bacağımı kaldırıma atacağım sırada sesi beni durdurdu.
"Bana olan iyilik borcunu ödemek ister misin?"
Kaşlarımı hafifçe çatıp söyleyeceği sözün devamını bekledim.
"Benimle Salı akşamı Gece Lambası'na gel."
Gece Lambası mı? Oraya girip serseri olmadan çıkmanın imkanı yoktu. Neyin peşinde? Neden başka bir yer değilde Gece Lambası?
Cevap bekliyordu.
Şu iyilik borcunu hemen ödemeli mi, yoksa şu güzelim surata bakıp defolup gitmesini mi söylemeli?
Sertçe yutkundum. "Pekala.."
"Salı akşamı seni alırım."
Arabadan indim. İçimden bir ses pişman olacağım bir karar verdiğimi söylerken eve doğru yürüyordumki aklıma bir şey takıldı ve geri döndüm.
Pencereyi açıp başını beni görmek için eğdi.
"Bir sorun mu var?"
İstemsizce alt dudağımı ısırdım. Bir aptal gibi görünmek istemesemde bunu sormaya kendimi mecbur hissediyordum.
"Ne giymeliyim?"
Dudakları alaycı bir gülümsemeyle kıvrıldı.
"Kanunların izin vermediği her şeyi."
***