Tüm gece kendi başımın etini yemekle geçti. Sürekli karşımdaki boş duvara söylenip durdum, yastığımı dişleyerek ağladım ve bütün tırnaklarımı kemirdim.
Sabaha kadar ağlayıp kendime 'aptalın tekisin' dememin acısını çekiyordum.
Başım, korkunç bir şekilde geçmiş olan gecenin yan etkisiyle çatlayacak gibiydi.
"Tatlım, ben geldim!"
Bir anda gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi açıldı.
Babam!
Hızla yatağımdan kalkıp apar topar odamın içinde ne yapacağımı düşünmeye çalıştım.
Babam partiye gittiğimi bile bilmiyordu.
Odanın içinde saklanacak yer bakınırken kapım tıklatılıp, ardından yavaşça açıldı. Göz göze geldiğimiz an gülümseyen yüzü bir anda dağılıp baştan aşağı beni süzdü. O pahalı elbise içindeki, sabaha kadar ağlamış ve ağlamaktan yüzündeki makyajı akan kızına şaşkın şaşkın baktı. "Carly?"
Harika, her şey ne kadarda güzel üstüme geliyor. Dün gece bir oyuna gelmiştim ve babam bana korkunç bakıyordu. Artık tükenmiştim. Sırtımda daha önce hiç yüklenmediğim kadar fazla yük binmişti. Ben bile ne olduğunu anlamadan bir damla göz yaşım yanağımdan süzüldü. O bir tek göz yaşı, babamın bakışını değiştirdi.
"Tatlım? Sen iyi misin?"
Endişeli surat ifadesiyle yaklaşıp aynı Jeffrey gibi yüzümü avuçlarının içine aldı. Bu hareketi tüm gece ağlamam yetmezmiş gibi hıçkırıklarla tekrar ağlamaya başlamama neden oldu. İhanet duygusu benim kaldıramayacağım bir yüktü. Ne kadar itiraf etmek istemesemde ben kırılgandım. Kendimi herkese güçlü bir kişilikmişim gibi göstermeye çalışsamda, ben buydum. Güçlü görünmeye çalışmak sanki benim kendimi koruma şeklimdi.
Babam beni kollarıyla sarıp sırtımı sıvazladı.
"Her şey yolunda, ben yanındayım."
Titrek bir şekilde nefes verirken babamın kollarında olmanın huzurunun beni yatıştırmasına izin verdim.
Uzun bir süre o şekilde kaldık.
"Bana anlatmak ister misin?" diye sordu sabırsızca. Anlatmakla anlatmamak arasında kalsamda bütün gece bunu kendi içimde yaşamanın beni ne kadar kötü etkilediğine şahit olmuştum.
Sesim boğuk çıkıyordu. "Ne olduğunu bilmek istiyor musun?"
"Seni zorlamayacağım."
Sözlerimin acısı dudaklarımdan dökülmeden tekrar canımı yaktı.
"Dün gece bir ihanete uğradım. Onun beni sevdiğini sanıyordum." tekrar hıçkırıklara boğulurken saçlarımı okşuyordu.
"Sana bir baba olarak ne diyeceğimi bilmiyorum tatlım. İnan bana annen bu işi çok daha iyi becerirdi." işte tam o an, yıllar sonra anne eksikliğini ilk defa hissettim. Saçlarımı tararken, bana eski flört deneyimlerini anlatarak beni yatıştıracak bir anne yoktu hayatımda.
Yüzümü buruşturarak bu tarifsiz boşluğun hiçbir zaman dolmayacağını hatırlattım kendime.
"Yaşına göre erkek arkadaşını iyi seçmelisin Carly. Eğer bir erkek arkadaşın olacaksa her türlü şeye hazırlıklı olmalısın. İhanet, kıskançlık, ayrılıklar, yalanlar.. Dünyanın en büyük risklerinden biridir aşk. Kendine bile hakim değilken, başkasının hayatıyla uğraşırsın."
Acemice yapmaya çalıştığı yatıştırmalarına gülümsemeden edemedim. Yüzümde ufak bir tebessümle ayrılıp babama baktım.
"Seni seviyorum baba."
Gülümseyip alnıma uzun bir öpücük kondurdu.
Bu dünyada birine güvenerek seni seviyorum diyebileceğim tek erkek babamdı.***
Rahatsız bir uykudan gözlerim açılınca, dijital saate baktım.
02.37
Harika.
Babam evde yokken geceleri uyanmaktan nefret ediyordum.
Başka şeyler düşün Carly. Hırsız yok, seri katil yok, hayaletler yok. Aklına bir şeyler getir.
Jeffrey.
Aklıma gelir gelmez o boğucu ve yakıcı duygu tekrar geldi. Aklıma bir seri katili getirsem daha iyi olurdu.
O tuhaf yakıcı hissi su içersem geçer düşüncesiyle yanımda duran şişeden bir yudum aldım.
Çıt.
Tam o sırada alt kattan gelen bir kapı sesiyle nefesim kesildi. Babam bu saatte asla gelmezdi. Babamdan başka kimsede evin anahtarı yoktu.
Aşağıdan gelen ayak seslerini dinleyerek dikkatle yatağımda doğruldum.
Merdiveni tırmanan ayak sesleri, tahtanın gıcırtısıyla her bir adımını haberdar ediyordu.
Nefes alıp vermeyi unutmuş, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.
Evimde, benim odama doğru ilerleyen bir yabancı vardı. Bir yabancı.
Hemen yastığımın altındaki kulaklıklarımı kapıp küt küt atan kalbimle kapının arkasına saklandım.
Bütün vücudum adrenalinle karıncalanıyor, hiçbir kasımı hissedemiyordum.
Ayak sesleri yavaş ve temkinliydi.
Titrek bir nefes vererek gece lambamın üzerine düşen uzun gölgesini gördüm. Bir iki adım attığı anda elimdeki kulaklığı gerdirip boğazından geçirerek sıktım.
Karşımdaki ani bir hareketle karşılık verince bir boğuşma yaşayarak zemine sertçe düştük.
O yüzü görünce, kirpiklerimi kırpıştırarak kulaklığı gevşettim.
"Senin gecenin yarısında odamda ne işin var?"
O da aynı benim gibi kirpiklerini kırpıştırdı. O da en az benim kadar şaşkındı. Hiç böyle bir karşılama beklemediğine emindim.
"Seninle konuşmam gerekiyordu. Bu arada kulaklık fikri harikaymış."
Jeffrey'in gözleri pencereden yansıyan ay ışığıyla ışıl ışıl parlıyordu. Saçlarım yanaklarına dökülüyor, şampuanımın kokusu Jeffrey'in parfümüyle karışıyordu.
O sanki ömür boyu öyle altımda kalabilirmiş gibi hiç kıpırdamıyor, halinden memnun bir şekilde gülümsüyordu.
"Gözlerinin rengi çok tuhaf, ne renk?"
Gözlerime olan derin bakışı neredeyse içime işliyordu. Tam ters bir cevap vermek için ağzımı aralamıştımki benden önce davrandı.
"Aslında gri. Garip ama grinin içinde birsürü canlı masmavi koyu çizgiler var."
Sessizce bakıştık. Bir süre sonra kendime gelip zemine destek uygulayarak ayağa kalktım. "İyi denemeydi." ellerimi belime koydum. "Şimdi gidiyorsun."
Ayağa kalkıp önümde durdu.
"Beni dinleyene kadar hiçbir yere gitmiyorum."
"Seni gerekenden fazla dinledim, bu kadar yeter."
Onu kapıya doğru itsemde, ayakları tabana japon yapıştırıcısıyla yapışmış gibi kıpırdatamıyordum. "Lütfen git."
İçime tekrar o kötü duygu gelince sıkıntı dolu bir nefes verdim. Kollarımdan tutup kendine yaklaştırdı.
"O duyduklarının hiçbiri doğru değil. Onu ortaya atan Diana'ydı. Partnerleri değiştirip, seninle dans etmeme dayanamadı anlıyor musun? Sana yemin ediyorum, yem falan değilsin. Seni gerçekten seviyorum." kollarımdan ellerini kaydırıp, ellerimi tuttu.
"Onlara yem olmadığını göstermek istiyor musun?"
Benden cevap alamayınca sabırsızca ikna etmeye çalıştı.
"Yarın okula birlikte gidelim. Onlara birbirimizi gerçekten sevdiğimizi kanıtlayalım."
Alnıma sıcak dudaklarını kondurup uzun bir süre öylece kaldı.
"Sana yem demeleri beni daha çok üzüyor."
Gözlerimi yumdum. Onun varlığı, pahabiçilemez bir huzurdu. Alnımdaki, soğuk bedenine inat alev alev yanan dudakları bütün vücuduma inanılmaz bir sıcaklık yaydı.
Jeffrey haklıydı. Oradan kaçmam bir yem olmaktan daha kötüydü. Onlara birbirimizi gerçekten sevdiğimizi gösterebilirdik.
"Peki."
Bana bakıp gülümsedi. Ve güçlü kollarını bedenime dolayarak sarıldı. Kokusunu içime çektim.
Huzur kokuyordu.
Pahabiçilemez enfes bir kokuydu.
Yavaşça ayrılıp yüzüne baktım.
"Evime nasıl girdin?" dediğimde cebinden bir anahtar çıkardı.
"Kapı önündeki paspasın altına anahtar koymak bu caddede popüler sanırım."
Ah, tabi.
Babamla kapıda kalma olaylarını çok yaşadığımız için paspasın altına anahtar koyardık.
Elindeki anahtarı kaptım.
"Bunu bir daha yapma."
Burnumu sıktı. "O elbisenin içinde harika görünüyordun."
"Hediye geldi."
"Öyle mi? Acaba hangi yardımsever yolladı?"
Arabasına bindiğim ilk gün, adını bilmediğim için ona yardımsever dediğim an gözümün önünden geçti.
Kirpiklerimi kırpıştırarak ona baktım. O muydu? Ne kadar saftiriğim. Bunu nasıl akıl edememiştim?
"Demek sendin."
Yanağını işaret etti. Öpmemi beklerkenki şirin görüntüsüne güldüm.
Tam uzanıp yanağına bir öpücük konduruyordumki bir anda bana bir oyun oynayıp yüzünü bana çevirdi.
Tam o anda dudaklarımı sıcak dudaklarında hissettim. Heyecanla, ne yapacağımı bilemeyerek şaşkın suratımla geri çekildiğimde gülümsüyordu. Şaşkın suratımın alnına bir öpücük kondurdu.
"İyi geceler küçük kız."
Paldır küldür merdivenleri inip evden çıktı. Ben daha az önceki olayın etkisiyle kaskatı kesilmiş, kıpırtısız duruyordum.
Elimi dudaklarıma götürdüm ve şaşkınlıkla o sahneyi tekrar gözümün önüne getirdim.***