"Sen şaka yapıyor olmalısın."
Bonnie ellerini omzuma koymuş, gözlerime bakıp gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. "Bana doğruyu söyle."
"Bonnie doğruyu söylüyorum!"
Ellerini saçlarına geçirdi. "Aman Tanrım!"
Yüz kere anlatmış olmama rağmen tekrar tekrar gerçek olup olmadığını sorup durmuş, emin olana dek susmak bilmemişti.
Derin bir iç çektim.
"Ama bu elbiseyi Bardulf'a geri vermeliyim. Bu kadar pahalı bir hediyeyi kabul etmem mümkün değil."
"Saçmalama! Bu elbiseyi giymen için aldı. O zaman sende giyip, partinin en güzel kızı olacaksın."
Omuz silktiğimde beni ikna etme çabalarına devam etti. "Ayrıca parti yarın. Bugün pazar ve tüm dükkanlar kapalı. Yeni bir elbise bulabileceğini hiç sanmıyorum."
"Teşekkür ederim Bonnie, içime su serptin."***
"Sana yemin ederim Diana senin yanında kobay faresi gibi kalır!"
Bonnie kısa, pembe elbisesinin içinde hayranlıkla bana bakarken gözleri parlıyordu. Bir iç çekip dalgalandırarak hareket kattığımız kestane rengi saçlarımı düzeltti. "Bardulf nerede kaldı?"
"On dakikaya burada olur." derken aynaya yaklaşıp yüzümdeki makyajı inceledim. Elimizden geldiği kadar sade yapmaya çalışsakta Bonnie bana yalvara yakara kırmızı ruj sürdürtmüştü. Ondan saklı silmeyi bile hala daha düşüyorum aslında.
Üzerime parfümü doldururken parfümün tanecikleri boğazıma kaçtığında öksürdüm.
"Bonnie, parfümü bugün almıştık. Bitirmişsin."
Muzipçe gülümsedi. "Sanırım kalıcı değilmiş."
Masum yüzündeki makyajla mükemmel görünüyordu. Teni benim tenimden oldukça açık olduğu için bende asla güzel durmayacak olan üzerindeki pembe elbisesi sanki onun için tasarlanmıştı.
"Harika görünüyorsun."
"Harika görünüyorsun."
Aynı anda söyleyince bir anda karşılıklı kahkaha attık.
İçimde çok tuhaf bir his vardı. Daha önce bu kadar aşırı derecede hissetmediğim, enteresan bir duygu.
Mutluluk mu? Heyecan mı? Korku mu?
Ne olduğunu adlandırmakta zorluk çekiyorum. Daha önce hiç çekmediğim kadar.
Tam o sırada kapı çaldı. Topuklu ayakkabılarımızla alelacele kapıya ulaşıp son bir kez saçımı düzelttikten sonra kapıyı açtım.
"Vay canına," Bardulf koyu gri düz takımıyla bana şaşkın şaşkın bakıyordu.
"Mükemmel görünüyorsun."
Gülümsedim. "Teşekkür ederim." Benden gözlerini almadan girmem için kolunu uzattı. "Rica ederim."Onun almış olduğu elbiseyle onun karşısına çıkmak tuhafıma gidiyordu. Sonuçta beni o giydirmiş olmuyor muydu? Bir nevi.
Koluna girince arabasına doğru yürümeye başladık.
Neyse Carly, tadını çıkarmaya bak.
***
Diana'nin büyük süslenmiş bahçesine adım atarken bacaklarım titriyordu. Herkes en az benim kadar abartılı giyinmişti. Hatta benim elbisem herkese göre daha usturuplu ve kibardı. En azından içim birazcık olsa bu konuda ferahlamıştı.
İç çektim ve kendimi toparlayarak topuklu ayakkabılarımla olan ilk deneyimimi yaşamaya başladım. İlk başlarda ciddi anlamda kötü yürüsemde şimdi biraz iyiydim.
"Endişelenme, harika görünüyorsun."
Bardulf'un konuşmasıyla onun kolunu sıktığımı yeni farkettim.
Rahatla Carly.
Sorun yok.
İyi idare ediyorsun.
Bardulf'a zoraki bir gülümseme attığımda karşımıza bir anda Diana çıktı. Sarı, ışıltılı elbisesi bembeyaz tenine olmamıştı belkide ama gerçekten güzel görünüyordu. Sarı saçlarını dümdüz yapıp başına komik bir taç takmıştı.
Mavi gözleri beni tepeden tırnağa süzerken huzursuzca kıpırdandım. Bu kızın bu bakışları öldürüyordu beni. Şaşkın ve kıskanç bakışlarıyla pırıltılı bir şapka uzattı.
"Bahşiş için."
Avuç içlerim bakışlarından terlemeye başlamıştı. Bir insanada bu kadar dik bakılmazdı yani. Resmen gözleriyle bu hale gelmek için toplam ne kadar para harcadığımı ölçüyordu.
Bardulf ikimiz adına banknotlar çıkarıp şapkaya atarken Diana iç sesiyle konuştu.
"Sen o elbiseyi nasıl aldın?"
Bardulf aldı mı diyecektim? Hemde yanımdayken. Zaten elbiseyi giymeye çekiniyordum bir de bunu söylemek beni iyice utandıracaktı.
Hesap vermek yerine ben onu sıkıştırdım.
"Bundan sanane Diana. Ben sana bu bağışı ne yapacağını soruyor muyum? Bu partideki herkes bu paraları okula vermediğini biliyor."
Ağzı biraz aralanıp bir şey söyleyeceği sırada, evet tam o sırada takılıp kaldı. Tek kelime etmedi. Ya da edemedi.
Bardulf onun bu anından istifade ederek bir adım attı. "Haydi, gidelim."
Bardulf'e ayak uydurdum. En doğrusu buydu. Eğer biraz daha orada kalsaydık fırtına kopacaktı. Fırtına öncesi sessilik misali..
"Carly!"
Adımı duyduğumda daha o yöne dönmemişken bile seslenenin Bonnie olduğunu biliyordum. Yalnızca en iyi arkadaşların sahip olduğu bir ayrıcalıktı bu. Bardulf ile birlikte kol kola Patrick ve Bonnie 'nin masasına geldik. Gelir gelmez Bonnie kulağıma eğildi.
"Diana sana ne söyledi?"
"Bunları daha sonra konuşalım."
Yüksek müzikten söylediğimi duyup duymadığından emin olamadım. Yine de anlamış gibi başını salladı.
Tanrım yalvarıyorum, bugün hiçbir aksilik çıkmasın. Lütfen, lütfen.
Garson gümüş bir tepsi üzerinde kırmızı şarap getirdi. Bardulf ikimiz için alıp masaya kadehlerimizi koyarken okul fotoğrafçısı Daniel flaşı yüzümde patlattı.
"Vay canına," gözlerini kırpıştırdı. "Carlyinne Cooper?"
Gülümsedim. "Evet, o inek kız."
Bir süre inanmak istemiyormuş gibi baktıktan merceği tekrar bana çevirdi.
"Poz verir misin?"
Bardulf yanıma ilişip elini belime koyduğu anda içime akıl almaz bir rahatsızlık duygusu kapladı. Nedense mideme yumruk yemişim gibi aniden bir ağrı saplandı. Zoraki kameraya gülümsedim.
Daniel flaşları patlattıktan sonra gülümsedi.
"Teşekkürler."
Kadehimi alıp o tuhaf mide bulantısını bastırmak için bir yudum aldım. Şarap boğazımda kayıp giderken istemsizce alnımı buruşturdum.
"Bayan Cooper, karşı masadaki beyefendi size ikram etmek istediler."
Garson, tepsiden daha şık bir bardağı masaya koyarken karşı masaya baktım.
Jackson.
Lacivert, üzerine tam oturan takım elbisesiyle karşıdan bana gülümsüyordu. Masmavi gözlerinin ışıltısı takım elbisesinin rengiyle daha çok açığa çıkmıştı. Şarap bardağını gözlerimin içine bakarak kaldırıp bir yudum aldı.
Aynı hareketi yaparken partnerini merak etmekten kendimi alamadım. Yanında kimse görünmüyor olsada onu çok iyi tanıyorum, Jackson hiçbir partiye tek başına gitmez.
Gözlerim Jackson'dan kayınca Bonnie ve Patrick'i buldu. Birbirlerine o kadar yakışıyorlar ve uyum içerisinde dans ediyorlardıki, imrenmekten kendimi alamadım. Birbirlerinin içine düşeceklerdi. Yalnızca gözlerine bakıyorlar, hiç konuşmuyorlardı.
"Benimle dans eder misin?" Bardulf'ın sesini işitince düşüncelerimden sıyrıldım.
"Elbette."
El ele tutuşup dans pistine doğru yürüdük. Sıcak elleri alev alevdi. Ellerim neredeyse avuçlarının içinde yanıyordu.
Müzik eşliğinde hafifçe salınmaya başladık. Sanki kursuna gitmiş gibi deneyimli bir şekilde hareket ederken, gözleri benim üzerimdeydi.
Gözlerimiz buluşunca istemsizce gözlerimi kaçırdım.
"Bir sorun mu var Carly?"
"Hayır, mükemmel dans ediyorsun."
"Bakışlarını kaçırıyorsun, rahatsızlık mı veriyorum?"
Ona bakıp yapmacıkça gülümsedim.
"Tabiki hayır."
Bir süre sessizce dansa devam ettik.
Ayıp mı ettim acaba?
Yazık çocuğa.
İki dakika gözlerine bakmaya sabredemedim.
Neyse canım. Bende böyleyim işte.
"Elbisen çok yakışmış." dedi.
"Teşekkür ederim, ama gerek yoktu."
Gözle görülür bir biçimde duraksadı.
"Peki o halde, bir daha yakıştığını söylemem."
Ne alaka şimdi?
"Elbise almana gerek yoktu diyordum."
Kaşlarını hafifçe çattı.
"Neyden söz ettiğini anlamıyorum."
Tam o sırada biri Bardulf'ın omzuna dokundu.
"Afedersiniz bayım, partnerinize bir süre ben eşlik edebilir miyim?"
O..
Kalbimi çılgınlar gibi harekete geçiren o ses. Kulaklarım o sesi duyar duymaz bütün hayati reflekslerim yine tersine dönmeye başladı.
Bardulf biraz kenara çekilince onu gördüm.
Jeffrey.
Üzerine tam oturan siyah takım elbise ve insanı deli eden gülümsemesiyle bana bakıyordu.
Tam kalbimin olduğu tarafta garip bir duygu. Neydi bu?
Vücudum bu duyguya yabancılık çekiyordu. Daha önce hiç tadılmamış, taptaze bir duygu bu.
Bardulf uzaklaştı. Nereye gittiğini göremeyecek kadar etrafım buğulanmıştı. Yalnızca o vardı. Yalnızca o netti.
Bana yaklaşıp gülümseyerek elini uzattı ve hafifçe eğildi.
"Bu dansı bana lütfeder misiniz küçük bayan?"
Kibarlığı, yakışıklılığı ve parfümünden başım dönmüştü.
Cayır cayır yanan elimi, bana uzattığı soğuk ellerine uzattım. Ellerimiz birbirine dokunduğu anda ikimizinde vücudunda garip bir titreşim olmuş, hafifçe titremiştik.
Diğer elini belime koydu ve hafifçe beni kendi vücuduna çekti. Soğuk tenini bedenimde hissediyordum.
Siyah, anlamlı bakan gözleri bir an olsun gözlerimden ayrılmıyor, sanki gözlerimi esir alıyordu. Onun kararlılığı ve kontrolüne kapılmış, hipnoz olmuş gibi gözlerimi onun gözlerinden alamıyordum. Sanki gözlerimizin arasında görünmeyen bir köprü oluşmuş, bakışlarımızı kaçırırsak köprü yıkılacakmış gibiydi.
Sıcak nefeslerimiz yüzlerimize çarpıyor, birbirimizin nefesiyle soluk alıp veriyorduk. İkimizde tutulmuş gibi tek kelime edemiyor, sanki bu an yıllarca devam edebilirmiş gibi anı bozmuyorduk.
Eğer bir santim, yalnızca bir santim daha yaklaşırsak, burun uçlarımız birbirine değecekti.
Sanki zaman bizim için ilerlemeyi durdurmuş, sadece bizim hareket etmemize müsaade ediyordu. Onun gözleri haricinde her şey buğulanmıştı. Bizimle olan tek şey müziğimizdi.
Ve onun anlamlı, şimdiye kadar hiç bu kadar güzel bakanlarla karşılaşmadığım gözleri..
Derinlere baktıkça, irislerinin her çizgisinde gönderilmek istenen derin duyguları görebiliyordum.
Aşk mıydı bu?
Hangi duygu bir insanı bu kadar güzel baktırabilir? Hangi duygu kendini bu kadar çıplak, sereserpe belli edebilir?
Ne olduysa o anda oldu. Bir anda ikimizinde bakışları değişti ve her şeyi itiraf edercesine, adeta teslim olurcasına bakmaya başladık.
Ne olursa olsun dercesine..
Sanki müzik bitince bu an bozulacaktı. Bu ifade, bu teslimiyet, bu hayranlık bir daha geri gelmeyecekti. Asıl bu fırsat bir daha geri gelecek miydi?
Bütün bedenim anın heyecanı ile titriyordu. Tuhaf bir şekilde sakırdıyordum.
Bir anda dans etmeyi bıraktığımızı ve öylece birbirimizi beklediğimizi farkettik.
Dans pistinin ortasında, yalnızca gözlerimize bakıyor birbirimizi bekliyorduk.
Artık sabredemiyordum.
Ya şimdi, ya da hiçbir zaman.
"Seni seviyorum."
"Seni seviyorum."
Benimle aynı anda yuvarlanan dudaklarındaki o kelimeler kalbimi havada sallanıyormuş gibi hissettirdi.
Elinin arasındaki elim, hiç geç kalmadan terlemeye başlarken çenemden hissedilemeyecek bir kibarlıkla tuttu. Dudaklarıma ineceğini sandığım sırada başını acı verecek kadar yavaşlıkla eğip, elmacık kemiğimin tam üzerine alev alev yanan dudaklarını usulca kondurdu.
Dudaklarını hissettiğim anda tüm bedenim inanalılamayacak derecede bir huzur ve sıcaklıkla dolup taştı.
Gözlerimi istemsizce yumup onu hissettim. Onun enerjisini ve dokunuşundaki sıcaklığını, onun varlığını..
Kulağıma eğildiğinde sıcak nefesi kulağıma çarptı. "Büyülüyorsun.."
İnsanı etkileyen ve içi eriten o sesi o kadar yakından duyumsamak, hiç sakin durmayan kalbimi tekrar çırpındırdı.
Geri çekildiğinde ve gözlerimizin içine tekrar baktığımızda şu anda olduğum yer, karşımda duran ve hayranlıkla bakan gözler, içinde olduğum elbise, müzik hepsi bir rüyanın içindeymişim gibi hissettiriyordu. Tanrım, yalvarıyorum bu bir rüya olmasın, lütfen.
Gözlerim onun gözlerine sonsuza kadar dalmak istesede bir anda patlayan flaş gözlerimi kamaştırdı.
"Okulun yeni aşkı!"
Daniel bizim etrafımızda dört dönüyor, her açıdan fotoğraflarımızı çekiyordu. Bu etraftakilerinde dikkatini çekmiş, herkes bir daire halinde etrafımıza toplanmıştı.
Herkes neden gülüyordu?
"Ve Jeffrey Maxwell yemini yakalar."
Arkadan gelen bu ses damarlarımdaki bütün kanın çekilmesine neden oldu. Bu da ne demek şimdi? Ne hakla bana yem diyebilir?
O tarafa dönsemde her kafadan bir ses çıkıyordu. Sesin kime ait olduğunu anlayamadım.
Gülüyorlardı.
Az önce rüya olmasını istemediğim bir akşam nasıl oluyorda çıkmak istediğim bir kabusa dönüşebiliyor?
Bir süre hiçbir şey anlamayıp öylece durdum. Beni işaret edip kahkaha patlatanlar, baştan aşağı aşağılayıcı bir şekilde süzenler.. Bunlar ne demek oluyordu?
Jeffrey'e döndüm. Az önce anlamlı bakan gözler bir anda endişeye dönüşmüş, dudakları gerilmişti.
Korkuyordu.
Ona baktığım an gözlerim doluverdi. Yalan mıydı? En kötü olan tarafıysa, ona inandım.
Ona seni seviyorum bile dedim.
Koşar adımlarla çemberi yardım ve ardımda duyduğum kahkaha sesleriyle hızla uzaklaşmaya başladım.
Tam kalbimin olduğu tarafta, kılçık kaçmış gibi bir his. İnsanın acı içinde kıvranmasına neden olan, çok ince bir sızı.
Birkaç kez ayağımı burkunca topuklu ayakkabılarımı elime aldım. Göz yaşlarım önümü görmeyi zorlaştırınca sinir olup elimin tersiyle sertçe sildim.
"Carly!"
O sesi duymayacaktım. Az önce içimi titreten o ses, şimdi sinirime dokunuyordu. Ondan nefret ediyordum. Ona inandığım içinde en çok kendimden.
Diana'nın bahçesinden çıkıp asfalt yolda koşmaya devam ettim. Asfaltın soğukluğu ayak tabanlarımdan geçiyor, tüm bedenime yayılıyordu.
İçimden delicesine bağırıp çağırmak, bir şeyleri yıkıp dökmek geliyordu.
Bir anda bir el kolumdan kavrayıp beni kendine çekti. "Beni dinle!"
Nasıl utanmadan karşımda durmuş, onu dinlememi isteyebiliyordu?
Sertçe ittim. "Senin yalanlarını dinlemeyeceğim."
Yüzümü avucunun içine alıp alınlarımızı birbirine yasladı. "Hissettiklerim yalan değil Carly." derken sıcak nefesi yüzüme çarpıp ısıttı. "Seni seviyorum."
Ondan bunu bu kadar içten duymak tekrar ayağımdaki tüm bağları çözdü. Ama hayır, bu sefer inanmayacaktım. Ne kadar inanmak istesemde, bu sefer aynı hatayı tekrarlamayacağım.
Sesim yalvarır gibi çıktı.
"Bunu bana bir daha söyleme."
Geri çekilip yüzüne bakmadan ilerideki taksiye işaret yaptım.
"Carly.."
İsmimin dudaklarından çaresizce çıkışı kalbime taş bağlanmış gibi hissettirdiğinde nefesim kesildi.
Taksi yaklaşıp yanımda durduğunda kendimi hemen taksiye atıp, onu orada paramparça bir ifadeyle bırakıp gittim.***