HAYAT ÖRGÜSÜ
Hayat mutlak sona giden engebeli bir yoldu...
Ya en başında düşersin hiç kalmamak üzere;
yada yürümeyi öğrenirsin emeklemeden önce ....Dilan HARMANLI..!
En büyük korkaklık düşmanından kaçana değil,
KENDİNDEN kaçana denir!
Miraç HARMANLI...
Hayat tuhaf ipliklerle örülmüş bir örgü gibidir. Rengarenk iplerle değil de gecenin zifiri karanlık rengi gibi siyah tüm güzelliklerini içine çekmiş kara renginde örülmüş bir örgü. Hayat bize göre bir kılıf örer. Kiminin üzerine cuk oturur, kimine ise ağır gelir bu kılıf, taşıyamaz. Ördüğü şeyi üstümüze giydirir. Oluyor mu olmuyor mu kimin umurunda? Güzeldir ilk başta, yakışmıştır üstümüze ama sonra hayat sana verdiği tüm nimetleri tek tek almaya başlar... Tüm güzellikleri... Yavaş yavaş ördüğü şey sökülmeye başlar. Her sökükte daha çok yaralanırız ve en son ise hayat size sunduğu armağanı acıta acıta alır avuçlarınız arasından; sonunda ise çırılçıplak gerçeklerle kalırız. Gerçekler ne mi? Hayatın en başından sakladığı ve göstermediği yüzü!
Hayat hangimize hangi iplerle bir kılıf dikti? Dilan'ın üstündeki kılıfında acı vardı, keder vardı, ızdırab vardı... Hayat ona nimetlerini sunmadan giydirmişti bu hırkayı. İnsanlar yalanlara neden bu kadar çabuk inanır düşündünüz mü hiç? Çünkü gerçekler acıdır, gerçekler yakar. Kimse yüzleşemez gerçeklerle... Avuçlarımızda yalanlarımızla süslenmiş, bizi mutlu eden hayaller vardır. O hayallere tutunuruz. Sonra hayallerimiz bizim gerçekliğimiz, gerçekliğimiz ise bizim yalanlarımız olur... Tuhaf olan şu ki Yaşadığımız hayat bile yalanken gerçekler niye yalan olmasın? Baştan beri sahteliğin baş göstermiş bir evrende yaşıyoruz... Aslında hiçbirimizin gerçekliği diye bir şey yok... Sahte bir evrenin gerçekliği olmaz...
Kimimiz ne yalanlardan oluşmuş, küçük hayalleri vardır ne de mutluluğu. Dilan'nın gerçeklikleri yakıyordu canını...
Fütursuzca ' UNUT 'denilmiş bir gerçeklik vardı... Bir gerçeklik daha vardı; annesi kızının acı çektiğini anlayıp aramıştı. Birbirlerinin sesleri duymak iyi gelmişti.
Füsun hanım sormuştu kızına
'İyi misin Dilan'ım, ' diye.
Dilan gerçeklerden kaçarak; 'İyiyim' derken sesinin titrememesi için büyük bir çaba sarf etmişti. Zaten hep iyi olmadığımızda sevdiklerimiz üzülmesin diye içimiz yana yana 'iyiyim' demez miyiz?
Telefonu kapattıktan sonra siyah ekrana bakındı bir müddet. Siyah ekranda yüzünün yansıması boy gösteriyordu. Betimlemeye gerek yoktu. Çaresiz ve yıkık dökük olan insanları betimleme yapsan bile anlatamazdım.
"Özgür'ün dediği gibi Dilan..." Derin bir nefes alıp gözlerini kapadı. İçine çektiği hava bile ciğerlerini ağrıtıyordu. Nefes almak bile acı olmuştu.
" Sabret..."
Tek cümle. İçi avaz avaz 'Yanıyorum' derken; yanışını kabullenmiş ve kül olmayı beklemek sabır denen şeydi. Sabretmek erdemlilikti. Sabretmek güçtü. Artık sabredecek gücü bulamıyordu kendinde... Eski hayatına sabretmişti... Küçükken yaşadığı olayları kaldıramayınca psikiyatriye götürmüşlerdi. Yine beş yaşındaki Dilan olacaktı... Suskun, hayattan kopmuş ve tepkisiz... Bırakmıştı artık bir şeylerin peşinde koşmayı... Teslim oldu artık celladına ve hayatına... Usulca ayağa kalkıp aynaya doğru ayaklarını sürerek yürüdü. Acınacak haline, hafif bir tebessüm sundu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALP MAHZENİ DİLAN #Wattys2023
General FictionHayat mutlak sona giden engebeli bir yoldu... Ya en başında düşersin hiç kalmamak üzere; yada yürümeyi öğrenirsin emeklemeden önce .... Dilan DAŞKURİ..! "Ruhundaki tüm yaraları iyileştireceğim!" Miraç'ın sesini duyunca gözlerini usulca tekrar açı...