Bölüm 13-14

19 2 4
                                    


13

"Şüphe etmek, bilmeye atılan ilk adımdır."

Descartes

          Yaklaşık bir saatlik otobüs yolculuğumda çevremdeki hiçbir şeyin farkında değildim. Düşüncelerim darmadağınıktı. Gördüğüm yüzler, şekiller, yazılar bana çok uzaktı. Kendimi içinde bulunduğum dünyaya yabancılaşmış gibi hissediyordum. Öte yandan içimde bir pencere açılmış gibiydi. Algılarım keskinleşmiş ve önsezilerim tetikte duruyordu. Etrafımda gülen, konuşan ya da kendi halinde düşüncelere dalmış insanlar normal sınırlarda yaşıyorlardı. Oysa ben, bilinmeyen, aklımızın ve doğamızın çok ötesinde olaylarla karşı karşıyaydım. Asla geçilmemesi gereken bir sınırı aşmış, bunun sonucunda da zihnim ve bedenim bir değişime hazırlanıyormuş gibiydi. Ne yönde? Bunu henüz tahmin bile edemezdim. Yine de çok kısa bir süre sonra anlayacağıma emindim. Bana yardımcı olan çiçekçi adam gerçekle tek bağlantımdı. Aklımı kaçırmamıştım. O da o metruk mekânla ilgili deneyimlere sahipti. Kendimi koyvermemek için tekrar tekrar adamın anlattıklarını zihnimde yineliyordum. Benim için farklı bir şeyler hazırlanmıştı. Önceki olanlar ise sadece bu sürece geçiş dönemiydi... Ya bu olay beni içine tutsak edip, yok olmama sebep olacaktı ya da ben bu olayı ve neyin içine düştüğümü çözecektim... Kendime mantıklı ve sakin davranmam gerektiğini hatırlattım.

          Pencereden akıp giden yola bakarken, şimdi varlığından bile emin olmadığım Sevinç ile yaptığımız sohbetleri hatırladım. O zaman da değişik gelmişti,fakat hiç üstünde durmamıştım. Oysa şimdi bunlar kafamı kurcalıyordu. Bunları da araştırmalıydım!

          İlk aklıma takılan, onların son derece sade ve şık döşenmiş, ama şimdi hayalden ibaret olduğunu bildiğim evlerinde yaptığımız sohbetti. O akşam Ertuğ yoktu. Sanırım Sevinç, çok acil bir işinin çıktığı gibi bir şeyler söylemişti. Konudan konuya atlayarak neşeli bir sohbet yaparken birden benim eski dillere olan ilgimi soruşturmaya başlamıştı. Bir süre bu konuda konuştuktan sonra başını hafifçe yana eğmiş, "Kayıp kıta Mu hakkında bir şey biliyor musun?" diye sormuştu. Başımı sallayarak, "Aslında Atatürk'ün bu konuda ciddi araştırmalar yaptırdığını ve Türklerin Orta Asya'ya oradan geldiklerine inanıldığı gibi bir bilgim var." dedim. Ellerimi iki yana açarak omuzlarımı silktim. Sevinç, "Hiç olmazsa duymuşsun..." dedi. Ona bakıp, konuşmasının devamını getirmesini bekledim.

          Gizemli bir ifadeyle, "Ya bu kesinlikle doğruysa?" diye sordu."Dört ırktan oluşuyorlarmış. Yazı dilleri farklıymış, ancak kullandıkları alfabe aynıymış."

          Ona soran gözlerle baktım. Araştırmayı ve efsaneleri severdi. Bunu da benimle paylaşmak istemiştir diye düşündüm.

          Sevinç bir an dalmış sonra toparlanarak gülümsemişti. Bir süre sonra beni daha çok şaşırtan bir soru sordu: "Anne ve babanın kurban gittiği kazayı hiç araştırmayı düşünmedin mi ya da bir süre yanında kaldığın o yaşlı kadını?"

          Bu sorular biraz safça yüzüne bakmama neden olmuştu. Şimdi düşünüyorum da beni kendi usulünce bir şeyler konusunda içime şüphe düşürerek araştırmaya teşvik etmeye çalışıyordu. O zaman kafamı sallayarak bunu hiç düşünmediğimi söyledim ve zaten hayatımın hiç de hatırlamak istemediğim bir dönemi olduğunu ekledim.

          Sevinç anlayışlı bir şekilde bana bakmış ve, "Hatırlattığım için üzgünüm ama yine de bence bunları açıklığa kavuşturmalısın." demişti.

          O akşam onlardan ayrıldıktan sonra yaptığımız konuşmaları hiç düşünmemiştim. Fakat şimdi hatırladığım her kelime beynimi oyuyordu. Bir an önce ev sahibiyle yapacağım görüşmenin bitmesini istiyordum. Sonra da internetin başına geçip, Mu kıtasıyla ilgili ciddi bir araştırma yapmaya, hatta bu konuyla ilgili kitaplar almaya niyetliydim. Yine de kitap için önce para durumumu kontrol etmeliydim... Bu da aklıma hala bir iş bulamadığım gerçeğini getirdi. Ne kadar idareli kullansam da elimdeki para uzun süre yetmezdi. Gerçi biraz birikimim vardı, ancak iş oraya varmadan yeniden çalışmaya başlamalıydım.

KehanetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin