17
"Kimsenin görmediklerini görürsen, kimsenin bilmediklerini bilirsin."
Hint Atasözü
Salonun tavandan yere dek uzanan penceresinde hiçbir manzara yoktu. Ne az önce kapının dışında gördüğüm bir masal dünyasına yaraşacak pembe-gri hiçlik ne de artık bir yanılsama olduğunu net bir şekilde anladığım deniz... Acaba bu semte geliyorum diye, bu evrende onlar her kimse, belirledikleri sınırlara nasıl giriyordum? Nasıl olup da beni yönlendiriyorlardı?
Bindiğim otobüsler, içlerinde taşıdıkları yolcular... Hava, deniz, yalı, yol... Hepsi de öylesine gerçekti ki...
Yalı hakkında hissettiklerim farklıydı sadece. Bu yapı daha ilk anda gözüme ulaşılmaz bir esrar taşıyor gibi görünmüştü. Sizi içine alacak ve sanki hayatınızın vazgeçilmez bir parçası olarak bir daha hiç bırakmayacakmış gibiydi.
Öte yandan, benim bunları yaşamamın rastlantısal olmadığını düşünüyordum. Çünkü bu henüz çözememiş olmakla birlikte kesinlikle benimle ilgili bir durumdu. Hatta çok önceden belirlenmişti. Şimdiye kadar yaptığım birçok hata, kontrolünü elimden kaçırdığım şeyler... Kadere elbette ki inanıyordum, fakat yine de bir şeyleri değiştirmek amacıyla daimi bir çaba içinde değil miydik? Kazadan sonra beni yanına alan büyükanne hep "Sen tedbirini al, takdir-i ilahi Allah'tandır." derdi. Hepimiz son derece büyük bir planın parçasıydık. Dünya bizim gözlerimizin gördüğüyle sınırlı değildi elbet... Allah'a sessizce hakkımda hayırlısı olması için dua ettim. Şunun şurasında bir, bir buçuk ay önce gözümün ve gönlümün ne kadar kapalı olduğunu düşündükçe inanamıyordum. Ne zaman böylesine özensiz ve ilgisiz, hiçbir şeyin farkına varmayan bir insana dönüşmüş; dünyada oluş nedenimi hiç sorgulamamıştım? Sadece kendisiyle ilgili olmak, bir şeyleri iyi yönde değiştirmeye, bir farklılık yaratmaya çalışmadan yaşamak ne kadar da bencilceydi. Çoğunlukla yanlış kararlar alıp, yanlış kişilere yönelmeme şaşmamak gerekirdi. Ben şimdiye kadar her anın değil, bir anın insanı olmuştum. Öyle görünüyordu ki bu durum kökten değişime uğramaktaydı. Öyleyse ben kimdim? Hangi olaylar, hangi sırayla dizilmiş ve beni buraya taşımıştı? İçimde bir şeyler kırılıp, açılıyor ve ruhum yepyeni tohumlarla donanıyordu. Bakış açım (Ki bu madden de manen de geçerliydi.) durulaşıyor ve her olay hem kendi içinde gizem taşırken hem de benim için farklı anlamlara bürünüyordu.
Oktar'a baktım. Bildiğimiz insan ırkından olup olmadığını düşündüm. Öyle olmalıydı, ancak daha tam olarak kavrayamadığım farklı yetenekleri de vardı. Yanmış ellerine merhem sürerken bu düşüncemi destekleyecek bir cümle kurmuştu. Belki de ırkı bir şekilde olağanüstü özelliklere kavuşmuştu. Artık bana her şey mümkün görünüyordu. Fakat ben bu bulmacanın neresindeydim?
Bilgisayarımı dizlerimin üzerine iyice yerleştirip internete girdim. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Ya internete erişemezsem? İçinde bulunduğum durumun Sevinç'in belirgin bir şekilde sık sık değindiği Mu Kıtası ile ilgili olduğundan neredeyse emindim. İlgili verileri mutlaka incelemem gerekiyordu. Bu insanların orası ile kesin bir bağlantısı vardı.
Ayrıca Durul... Oktar'ın, kağanları olduğunu söylediği kişi, o buraya ulaştığında hazırlıklı olmalıydım. Belki de bin yaşındaydı... Abartıyordum tabii, fakat eğer olağanüstü özelliklere sahip bir ırklarsa uzun yaşam da buna dâhil olmalıydı. Saçmalamıyordum, umarım...
İnternet erişimi beni bekletiyordu. Bu alanda olmayabileceğini tahmin etmiştim. Ama neden "Sayfaya ulaşılamıyor." gibi bir ibare çıkmamıştı? Ya da bilgisayar hiçbir şekilde açılmayabilirdi de...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kehanet
FantasyYaşamı tekinsiz olaylarla birden değişen ve hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlayan genç bir kız... Kendi evrenini ve diğerlerini ölümcül bir sondan kurtarmaya çalışan bir adam... Bilinen dünya ve bilinmeyen evrenin ç...